22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
29.10.2021 04:30

Fillerin dişlerini nasıl yok ediyoruz?

Yasa dışı fildişi kaçakçılarına karşı savunma olarak filler evrimleşmeye başladı. Bazı fil popülasyonlarında dişsiz doğum oranları yüzde 98’lere ulaştı. Peki bu değişim nasıl bu kadar hızlı olabildi ve bu bir “adaptasyon” mudur, yoksa “evrim” midir?

Sosyal medyada duymuş olabilirsiniz, yasa dışı fildişi kaçakçılığı nedeniyle filler, son 80-90 yılda, bize karşı bir savunma olarak dişsiz biçimde evrimleşmeye başladılar. Bu doğru. Günümüzde mesela Çin’deki fillerin neredeyse yarısı, ömrü boyunca diş üretmeyecek şekilde doğuyor! Bazı fil popülasyonlarında dişsiz doğum oranları yüzde 98’lere ulaştı. Peki bu nasıl oluyor? Evrim nasıl bu kadar hızlı yaşanabiliyor? Bu gerçekten “evrim” mi, yoksa “sadece bir adaptasyon” mu? Evrimin gözleyemeyeceğimiz kadar yavaş yaşandığı fikri çok yaygın. Evet, 80 yıllık ömrümüz, geyik büyüklüğündeki karasal bir hayvanın on binlerce nesil sonra denizel bir balinaya evrimleştiğini görmek için yeterli değil. Çünkü bu olay 25 milyon yıl civarı sürdü ve biz, 80 yılda ölüyoruz; tür olarak bile sadece 300 bin yıldır varız. Yapacak bir şey yok, Evren’deki olaylar, bizim zaman skalamıza göre yaşanmıyor ve yaşanmak zorunda da değil. Fosillere, genlere, fizyolojiye, anatomiye ve diğer veri hatlarına bakarak, bu uzun zaman dilimlerinde olan biteni keşfedebiliyoruz. Tıpkı astronomide, jeolojide, kozmolojide, iklimbilimde ve uzun zaman dilimlerinde olup bitenleri araştıran diğer tüm bilim dallarında olduğu gibi...

Milyonlarca yıl mı?

Ama evrimi, hatta ve hatta makroevrimi, yani gözlenebilir fiziksel özelliklerin evrimini görmek için illâ milyonlarca yıl gerekmiyor. Doğru koşulların sağlandığı özel durumları yakalamak yeterli. Mesela astronomide de bir yıldızın baştan sona oluşumunun tüm basamaklarını gözleyemiyoruz, bu on milyonlarca yılımızı alırdı. Ama oluşum sürecinin farklı evrelerinde bulunan benzer yıldızlara bakarak ve mesela astrofizik alanındaki bilgilerimiz gibi diğer veri hatlarını kullanarak, yıldız evriminin eksiksiz bir tablosunu çıkarabiliyoruz. Makroevrimi kendi gözlerimizle gözlemek için de evrimin farklı evrelerini yansıtan türlere bakmamız yeterli. Gerçekten de bugüne kadar hem laboratuvar şartlarında hem de doğada çok sayıda hızlı evrim örneği görmeyi başardık. Örneğin bir çalışmada tek hücreli maya mantarları, sadece 2 yıl içinde çok hücreli yaşama geçiş yaptılar ve çok hücreli yavrular vermeye başladılar. Böylesi büyük bir makroevrim adımının bile bu kadar kısa sürede atılabiliyor olması, milyonlarca yıl içinde çok daha küçük seçilim baskılarının çok daha büyük değişimler yaratabileceğini gösteriyor. Benzer şekilde, çok güçlü (ama yok oluşa neden olacak kadar da güçlü olmayan) seçilim baskısı altında kalan bir popülasyon içinde, sadece birkaç nesil önce “absürt” veya “sıra dışı” olarak kabul edilenlerin daha kolay hayatta kalıp daha çok üremesi nedeniyle, birkaç nesil sonra bu varyantlar “baskın” hale gelebilir ve bu nedenle türün geneli bambaşka bir görünüme kavuşabilir. Fillerde gördüğümüz de bu: Filleri muazzam bir hızla öldürüyoruz. Siz gazetenin bu sayfasını baştan sona okuyana kadar, 1 fil daha yok edilmiş olacak. 365 günde bir, tüm fillerin yüzde 3’ünü yok ediyoruz. Bu gidişle gelecek nesillerin gerçek bir fil görme şansı olmayacak.
MEP1A mutasyonları asıl “fildişi” kısmını, yani dentini, periodontium’u ve diş kökünü etkiliyor.
MEP1A mutasyonları asıl “fildişi” kısmını, yani dentini, periodontium’u ve diş kökünü etkiliyor.

Kontrolsüz evrimin eseri

Fillerin öldürülme nedeniyse “tusk” adı verilen devasa dişleri. Bu dişler, sizin ağzınızdaki üst kesici dişlerin, yani öndeki 4 dişinizin dışta kalan ikisinin kontrolsüz evrimiyle bu kadar abartılı hale geldi ve filler, normal şartlarda bu dişlere muhtaçlar. Filler, bu dişlerini kullanarak toprağı kazıyorlar, cisimleri kaldırıyorlar, besin topluyorlar, ağaç gövdelerini soyup yiyorlar ve kendilerini savunuyorlar. Ama fildişinden yapılan takılar ve süs eşyaları, özellikle Doğu Asya’da zenginlik ve iyi şans sembolü olarak görülüyor. Ayrıca güya kimseye zararı olmayan “alternatif tıp” saçmalıklarında da (gergedan boynuzuyla birlikte) yaygın olarak kullanılan bir malzeme. Yani fillerin kaderi, insanların cehaletini fark etme becerisine bağlı... Ayvayı yediklerini söyleyebilirim. Doğal fil popülasyonunda (avcılık öncesi dönemde) dişsizlik yüzde 1-2 civarındaydı. Ancak kaçakçılar, filleri diş varlığına göre avladıkça, fillerde dişsizlik baskın hâle gelmeye başladı. Artık dişsizlik, bazı popülasyonlarda yüzde 5-10, bazılarında yüzde 40-50 seviyesinde, Güney Afrika’daki Addo Fil Ulusal Parkı örneğinde ise yüzde 100’e yaklaşmış halde. Yani bizim sebep olduğumuz seçilim baskısı altında, 2 metrelik enfes dişleriyle tanımlanan bu muazzam hayvanlar, dişsizlikle tanınacak şekilde evrimleşiyor. Ve bu, sadece 80-90 yıl içinde yaşandı.  Geçtiğimiz hafta Science dergisinde yayınlanan bir makale de Mozambik’teki bir fil popülasyonunun sadece 15 yıl içinde yüzde 18.5 dişsizlik oranından yüzde 50.9 dişsizlik seviyesine nasıl ulaştığını ortaya koydu. Bu fillerde (ve memelilerin çoğunda) bulunan iki gende (AMELX ve MEP1a) meydana gelen mutasyonlar, diş gelişimini engelliyor. Ki tesadüfe bakın ki AMELX geni, insanlarda da 4 azı dişinden dıştaki ikisinin büyümesini kontrol ediyor ve bu gen silinecek olursa, kadınlarda kesici dişler gelişmiyor, erkeklerde ise HCCS diye komşu bir genle birlikte silinirse ölüm görülüyor - ki aynı genin farklı cinsiyetlerde farklı sonuçlar doğurması, dişilerde dişsizliğin erkeklerden daha hızlı evrimleşmesinin de cevabı. Erkek filler bu genetik mekanizma yoluyla dişsizliği kalıtamıyorlar bile, çünkü erkenden ölüyorlar (farklı popülasyonlarda farklı genetik mekanizmalar olabileceği hatırlanmalı). MEP1A mutasyonları ise kaçakçıların peşinde olduğu asıl “fildişi” kısmını, yani dentini, periodontium’u ve diş kökünü etkiliyor. Bu dişsiz varyantlar sürekli seçildiğinde, nesiller içinde diş üretemeyen bireyler (özellikle de dişiler) baskın hale geliyor.
Hortumlular (Proboscidea) Takımı’nın Evrim Ağacı.
Hortumlular (Proboscidea) Takımı’nın Evrim Ağacı.

En merak edilen soru

Peki bu gerçekten evrim mi yoksa “sadece bir adaptasyon” mu? Bu soru, tamamen hatalı. Çünkü adaptasyon, tanımı gereği, “doğal seçilim yoluyla olan evrim” demek. Bir şeyin adaptasyon olup da evrim olmaması imkânsız. Şöyle düşünün: Bu filleri, sadece dişlerine göre seçerek, dişsiz fillerin evrimine sebep olduk. Şimdi bu dişsizler arasından küçük kulaklıları seçseydik? Daha ufak olanları seçseydik? Daha kısa hortumluları seçseydik? İrice bir kaplan veya at boyutlarında olan, kulakları yelpaze gibi olmayan, dişleri bulunmayan, hortumu 20 kat kısa olan, bir köpek gibi rahatça koşup zıplayabilen bir hayvana, artık “Bildiğimiz fil işte!” demek mümkün olur muydu? Elbette hayır. Adaptasyonların evrim olmadığını söyleyenlerin asıl söylemeye çalıştığı, “Madem filler evrimleşiyor, o zaman kuş olup uçsunlar da görelim” gibi saçma sapan bir hayal. Evrim için illâ fillerin kuşlara dönüşmesi gerekmiyor. Fosiller ve genler, 60 milyon yıllık fil evrimini zaten net bir şekilde gösteriyor, ek bir kanıta veya gerçekleri görmeme konusunda inat edenleri ikna etmeye ihtiyacımız yok. Uzun lafın kısası, bu zararsız devleri yok ettiğimiz yetmezmiş gibi, bir de bu yok oluşu belli bir özellik bakımından yanlı bir şekilde yaptığımız için, en önemli silahlarını da evrimsel (ve kalıcı) olarak ellerinden alıyoruz. Keşke evrimi anlamak için böyle berbat bir örnek görmek zorunda kalmasaydık. Ama Letitia Landon’ın da dediği gibi, “İnsanlar, anlamadıkları şeylerden nefret etmeye hazırdırlar.” Dolayısıyla korumak istiyorsak, anlamakla başlayacağız. Ve önce biz anlayacağız ki, etrafımıza anlatabilelim. Gerisi, umuyorum zamanla olacak...
Çağrı Mert Bakırcı
Çağrı Mert Bakırcı
[email protected]