08 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
26.02.2021 06:00

Mars, medeniyetimiz için en hayati hedeflerden biri

Mars’a insan götürmek ve orayı kolonileştirmek, sadece uçuk bir bilimkurgu fantezisini gerçekleştirmek için arzu edilen bir şey değil. Bu çalışmaların entelektüel birikimimize katkısı öyle büyük ki, şu an için harcanan paralar uzun vadeli getirilerin yanında aslında bir hiç...

18 Şubat 2021’de Perseverance, Mars yüzeyine inen beşinci araç olmayı başardı. Üstelik bu defa hedef, kayaları, suyu, atmosferik şartları incelemek değil. Perseverance aracının görevi, doğrudan doğruya Mars’ta yaşamın izlerini aramak ve (varsa) bulmak. Birçoğumuz elbette bu harika gelişmeyi heyecanla karşıladık; ancak bir kısım insan bu görev için harcanan paranın boşa olduğunu, Dünya’nın dertlerinin bitmediğini, Dünya’yı kuruttuğumuzu ve sıranın Mars’a geldiğini, bu parayla ihtiyacı olan birçok kişiye yardım edilebileceğini söylüyor.  Perseverance görevinin toplam bütçesinin (2.4 milyar dolar), ABD’nin gayrisafi milli hasılasının %0.01’i, küresel hasılanın %0.002’si olması bir yana, bu karşıt seslerin Mars görevi gibi görevlerin insanlığın ilerleyişi ve Dünya’daki problemlerimizin bir kısmının çözümü açısından önemini göremediklerini düşünüyorum. Mars Cemiyeti kurucularından uzay mühendisi Dr. Robert Zubrin’in yıllar önce NASA Ames Uzay Merkezi’nde yaptığı bir konuşmanın ana başlıkları üzerinden giderek, Mars görevlerine burun kıvıran bu kişilerin atladıkları önemli noktaları kısaca izah edeyim. Öncelikle, Mars’ta yaşam araştırmalarının her türlü sonucu, evrene yönelik bakış açımız için büyük öneme sahip; çünkü Mars, yüz milyonlarca yıl boyunca üzerinde sıvı su bulundurmuş, tıpkı Dünya gibi, Güneş’in yaşanabilir alanı içerisinde (şu anda sınırında) bulunan, diğer gök cisimlerine göre Dünya’ya çok daha yakın bir gezegen. Dünya üzerinde yaptığımız araştırmalar, belirli atmosferik, kimyasal ve jeolojik şartların oluşması halinde, yaşamın cansız moleküllerden, kimyasal evrim yoluyla kendiliğinden başlayabileceğini gösteriyor (buna Abiyogenez Teorisi diyoruz). Dünya’da yaşamın, 4.1 milyar yıl kadar önce, yani gezegenimizin oluşmasından sonraki 300-400 bin yıllık bir süre zarfı içerisinde (belki bundan bile hızlı) başladığını da biliyoruz.  Eğer Abiyogenez Teorisi doğruysa, Mars’taki şartlar altında da yaşam başlamış olabilir! Bu yaşamın tamamı yok olduysa bile, bu yaşama ait fosilleri bulabiliriz ve Dünya dışı yaşamın mümkün olduğunu kesin olarak ilan edebiliriz. Bu bize, evrende yaşamın başlamasının o kadar da nadir ve Dünya’ya özel olmadığını ispatlayacaktır. Eğer Mars’ta yaşamın izlerini bulamazsak, Mars’taki şartlar altında neden yaşamın başlamadığını araştırabilir, belki de yaşamın o kadar da kolay evrimleşebilen bir süreç olmadığını anlayabiliriz. Her iki durumda da yaşamın kökenlerine yönelik algılarımız temelinden sarsılacaktır.

Şu anda bile yaşam olabilir

Üstelik Mars’taki yaşam yok olmamış bile olabilir! Mars’ta şu anda yüzeyin altında su bulunduğunu biliyoruz. Bu su içerisinde mikrobik yaşam, siz bu satırları okurken bile devam ediyor olabilir! Bunu bularak, sadece Dünya dışı yaşamın varlığını nihai olarak ilan etmekle kalmayız, aynı zamanda bu “diğer yaşam”ı, Dünya’daki yaşam ile kıyaslayabiliriz. Dünya’daki yaşamın her formunun (bakteriden insana, çam ağacından mantarlara kadar) ortak ataları paylaştığını ve tek bir kökene sahip olduğunu biliyoruz. Dünya’daki yaşamın hepsi, bu köşede sizlere daha önceden de anlattığım gibi, aynı genetik kodu ve bu kodun ürettiği yapıtaşlarını (aminoasitleri) kullanıyorlar. Peki evrendeki tüm yaşam formlarında bu, böyle olmak zorunda mı? Farklı molekül kombinasyonları da yaşamı yaratabilir mi? Yani çok farklı yaşamlar mümkün olabilir mi, yoksa biz, var olabilecek tek yaşam formu muyuz? Mars görevleri sonucunda yaşamın izlerini bulmak, tıpkı 1859’da Charles Darwin’in yapmayı başardığı gibi, insanlığın milenyumlardır sorduğu sorulardan bazılarına nihai cevapları verebilmemizi sağlayacaktır. Hipotez temelli ve eleştirel bilimin amacı budur! Gerçek bilim budur! Ancak işin “temel bilim” tarafı bazen insanlara çekici gelmiyor. Ne yazık ki birçoğumuz, kısa dönem kâr ve anlık kazançlar ile körleşmiş haldeyiz. Bilimi, sadece top-tüfek üretmekten ibaret görecek şekilde şartlandırılıyoruz. Neyse ki, illâ somut faydalar aranıyorsa, Mars görevlerinde o da var: Mars’a insan götürmek ve orayı kolonileştirmek, sadece uçuk bir bilimkurgu fantezisini gerçekleştirmek için arzu edilen bir şey değil. Aynı zamanda hedefimizi, medeniyetimizin gücü dahilinde şu anda başarabileceklerinin en uç noktalarına koyarak, kendimizi kolaya alıştırmaktan kaçınmış oluyoruz. 

Geleceği şekillendirmek

Bu yüksek hedef sayesinde toplumumuzun ne kadar gelişeceğini bir düşünün: Sırf bu görevin zorluklarını aşabilmek için yetiştireceğimiz mühendisler, doktorlar, medikal araştırmacılar, genetik bilimciler, teknoloji uzmanları, fütüristler ve daha nicesi! Bunların entelektüel birikimimize katkısı öylesine büyük olurdu ki, Mars görevi 2.4 milyar değil, 2.4 trilyon dolar olsaydı bile bu miktar, uzun vadede bu programın getirilerinin yanında bir hiç olurdu!  Burada sadece Dünya’da başımız sıkışacak olursa kaçabileceğimiz bir gezegen alternatifi yaratmaktan söz etmiyorum. Geçmiş uzay görevlerini düşünün. Ay’a gitmek için yapılan uzay yarışı sırasında geliştirilen teknolojiler; takma uzuvları, çizilmez lensleri, insülin pompasını, modern yangınla mücadele araçlarını, el süpürgelerini, LASIK göz cerrahisi teknolojilerini, depreme dayanıklı binalar için şok emicileri, güneş panellerini, su filtrelerini, daha gelişmiş lastikleri, kablosuz kulaklıkları, ayarlanabilir duman detektörlerini, gözle görünmez diş tellerini, dondurulmuş yiyecekleri, kameralı telefonları, bilgisayar tomografisi teknolojilerini, bebek mamalarını, ev yalıtımını, soğukta uçabilen uçakları, taşınabilir bilgisayarları, LED ışıkları ve daha nicesini mümkün kıldı! Yani uzay görevleri, sadece “uzay görevleri”nden ibaret değildir. Bu görevler için geliştirilen teknolojiler, farklı şekillerde adapte edilerek hayatlarımıza sızar ve bize daha iyi yaşamlar sunarlar. Hem unutmayın, toplumlar da bir yerde insanlar gibidir; zorluklarla mücadele etmedikçe, daha iyisini hedeflemedikçe körelirler, gelişemezler. Bundan 500 yıl sonra torunlarımız, onların medeniyetini daha iyi bir yer haline getirmek için neler yaptığımızı, neler başardığımızı hatırlayacaklar. Ve günümüz şartları altında, onlar için yapabileceğimiz en iyi şeylerden birisi, hedefi büyük tutmak ve Mars’a bir koloni inşa etmek; zorlukları bir bir aşarken, medeniyetimizi daha da ileri götürmek. Çünkü eğer uzay görevlerine kafa yorabilmek için, bazılarının istediği gibi Dünya’daki tüm dertlerin bitmesini beklersek, o günü asla göremeyeceğiz. Kendimizi hatalı bir ikileme hapsetmek zorunda değiliz! Bazılarımız yeryüzündeki problemlerin çözümleriyle uğraşırken, bazılarımız gözünü uzaya dikmeli. Ben, insanlı Mars görevlerinin insan ufku ve medeniyeti için en hayati, en kritik hedef olduğunu düşünenlerdenim. Bu, Dünya’daki dert ve tasayı görmezden gelmeme neden olmuyor. Tam tersine, Mars görevleri boyunca öğreneceklerimizin, kendi gezegenimizdeki nice sorunu çözmek için yepyeni bakış açıları kazandıracağını biliyorum ve bu beni fazlasıyla heyecanlandırıyor.  Umuyorum sizi de heyecanlandırır.

500 yıl öncesine dair ne biliyoruz ki!

Mars görevleri sayesinde bundan 500 yıl sonra diğer gezegenlere ve hatta sistemlere açılma ihtimalimiz bazılarına çok uzak, çok uçuk hayaller olarak geliyor. Halbuki 500 yıl önce, örneğin 1492 yılında olan en önemli tarihi olay neydi diye sorulacak olsa, biraz tarih bilen herkes Kristof Kolomb’un denize açıldığını söyleyecektir. 1492’de sadece bu mu oldu? Elbette hayır! 1492’de İngiltere ve Fransa barış antlaşması imzaladı. 1492’de Borgia ailesine papalık unvanı verildi. 1492’de Dünya’nın en zengin adamı Lorenzo de Medici öldü. Birçok şey oldu. Eğer o dönemde gazeteler olsaydı, manşetlerinde bunları okurduk, bir dokumacı oğlunun birkaç gemiyle hiçliğe yelken açması değil. Ancak bizim medeniyetimizi, tüm zaaflarına ve berbatlıklarına rağmen, o kâşifler inşa ettiler; dolayısıyla onları hatırlarız.