Türkiye’nin beş yıldır kilitlendiği yanlış zaman dilimi sorununu birkaç hafta önce de Oksijen’de yazmıştım. “Umumi istek” üzerine bu haftanın konusu da içine gömüldüğümüz karanlık. Konu birkaç açıdan işlenebilir. Zar zor uyandırıldığında “Ama daha sabah olmadı ki!” diye ağlayan, annelerinin zifiri karanlıkta dualarla ve binbir korkuyla yolcu etmek zorunda kaldığı, gün doğmadan başlayan derslerde uyuyakalan, her gün tekrarlanan bu işkence nedeniyle okuldan nefret ettirilerek büyüyen milyonlarca çocuktan söz edilebilir. Sokak lambalarından da “tasarruf” etme cinliği sayesinde telefon ışığıyla yolunu görmeye çalışarak işine giderken güvensizlik hissi pekişen kadınlar odağa alınabilir. İnsan biyolojisinin geceleri uyuyup gündüzleri uyanmak üzerine evrilmiş olmasından (hatta bu işin genetik mekanizmasını çözenlerden birinin Aziz Sancar olmasından) bu “dahiyane” uygulamayla gerçekten enerji tasarrufu sağlanıp sağlanmadığına dek çeşitli yönlerden yaklaşılabilir. Ama tabii her anlatım sadece anlamak isteyen zihinlerde bir etki yaratabilir. Anlamamak üzerine kurulu zihin yapısına bir örnek olarak Türkiye’nin gidişatını çok ama çok beğenen ve hiçbir eleştiriye tahammül edemeyen kimi “gurbetçi” vatandaşlarımızı verebiliriz. “Katar saati”ne sabitlenmemizin sakıncalarından söz ettiğim her tweet’imin altına bu tipten birkaç kişi üşüşüp “Almanya’da biz de karanlıkta kalkıyoruz, ne olmuş yani?” yorumunu bırakıyor. Tane tane anlatmaya çalışayım.
10.12.2021 04:30
Okul saatleri ileri alınınca başarı artıyor
Google’ın kuantum bilgisayarı neyi başardı?
20 Aralık 2024
Sosyal medya rehberi
13 Aralık 2024
Tuhaf bir zekâ
06 Aralık 2024
Kuantum mutluluğu
29 Kasım 2024
Bayat bir fikir
Tüm Yazıları
22 Kasım 2024