22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
27.08.2021 04:30

Rektör olmak ya da olmamak

12 Temmuz 2016’da Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör adayı seçimi için sandık kurulmuş, hocalar Güney Kampüs’teki tarihi Saatli Bina’da toplanmıştı. Anayasamıza güveniyorduk. Oylarımızın çöpe gideceğinden haberimiz yoktu. Yasa üniversitenin öğretim üyelerinin oylarıyla altı aday belirlenmesini, YÖK’ün bu listeden üç kişi seçmesini, cumhurbaşkanının da bu üç adaydan birini atamasını öngörüyordu. İlk döneminde çok başarılı bir idareci olmanın yanı sıra zor zamanlarda ilkeyi öne koyan bir insan olduğunu da kanıtlayan mevcut rektör Gülay Barbarosoğlu yine adaydı ve seçimin kesin favorisiydi. Ben de adaylardan biriydim. Gülay Hoca tarihi bir rekor olan yüzde 82 oranıyla birinci olduğunda kimse şaşırmadı. Ben seçimden üçüncü sırada çıktım. 20 Temmuz saat 15.00’te YÖK başkanlığında mülakata beklendiğim haberi geldi. Usule göre eleme öncesi tüm adaylar mülakata çağrılırdı. Günümüzün ünlü bakanlarından birinin (şimdi FETÖ’den hapiste olan) ağabeyi, mülakata “velisi” (eski bir politikacı olan babası) ile gidip üniversitesindeki seçimi kazanamadığı halde rektörlüğü kapmıştı mesela. Öyle huylarım olmadığı için mülakata gitmedim. Doldurduğum adaylık formunda zaten şöyle yazmıştım: “Yasada 6 adaydan söz edildiği için bu formu dolduruyor olsam da, Boğaziçi’ndeki seçimde en çok oyu almamam halinde YÖK’e mülakata gelmemin veya rektörlük görevini kabul etmemin söz konusu olmayacağını, zaten Boğaziçi’nden öğretim üyesi arkadaşlarından en çok oyu almadan rektörlüğe atanmayı kabul edecek tıynette başka birisinin çıkacağını da hiç tahmin etmediğimi saygılarımla belirtirim.”

Aday bile olmayan atandı

Aylar geçti. Oylama yapılan üniversitelerin tümüne rektör atandı. Boğaziçi hariç. 29 Ekim 2016 gece yarısı bir KHK ile rektörlük seçimleri kaldırılıverdi. Hukukçuların Olağanüstü Hal’le hiç ilgisi olmayan bu konunun bu şekilde düzenlenmesinin anayasaya aykırı olduğuna ilişkin itirazları umursanmadı. Gülay Hoca şöyle dursun, aday bile olmayan Mehmed Özkan hocamız atandı. Mehmed Hoca ilk iş olarak hocaları Saatli Bina’da genel kurula çağırdı. Üniversite ilkelerine uyacağı sözünü verdi. Çoğumuzun güvenini kazandı. Dört karanlık yıl boyunca Boğaziçi’nin diğer üniversitelerle karşılaştırılamayacak kadar az hasar alması onun önceliğinin başka bir şey değil, Boğaziçi olduğunu gösterdi. 2020’de aday olduğunu Boğaziçi kamuoyuna duyurma nezâketini gösteren tek hocamız da o oldu. Sonradan öğrendik ki 2020’de Naci İnci dahil birkaç başka Boğaziçi hocası da aday olmuş. Tüm adaylar YÖK mülakatına çağrılmış, sonunda da Bulu’yla baş başa kalmışız. Bulu dönemini bir kez daha anlatmaya gerek yok. O kararın yanlışlığının kabul edilmesi 6.5 ay sürdü. 15 Temmuz’da “çifte bayram” yaşadık. Aynı gün yeni atamaya kadar Bulu ekibinden Naci İnci vekâleten rektör atandı, bu kez aday olduğunu da Rektörlük makamının resmi hesabından okula duyurdu.

Liyakat var ama icraat ortada

İnci, Bulu’nun aksine Boğaziçi’ne hoca olabilecek bilimsel liyakata sahip olsa da, rektör yardımcılığı yaptığı altı ay boyunca kendisinin yöneticilik anlayışına dair birçok veri ortaya çıkmıştı: İlgili birimlerin hocalarının seçtiği isimler dururken önce (fizikçi olmasına karşın) Sosyal Bilimler, sonra da (vekil olduğu sırada kendi kendisini atayarak) Fen Bilimleri Enstitüsü’nün müdür koltuklarına oturup Senato’da bu iki “klonu”yla birlikte üçer oy kullanmış, “Hukuk” Fakültesi’nin yasaya göre henüz oluşamaması gereken Yönetim Kurulu’na “fizikçi üye” olarak Kocaeli’nden hoca transferi yapmış, rektörlüğe sırtını dönen hocalardan birini “notları fazla yüksek”, bir diğerini de “hakkında internette paylaşım yaparak ‘amir’lere hakaret soruşturması var” diyerek işten atmış, tüm bunlar da tabii ki dava konusu olmuştu. Boğaziçi hocaları, rektörlüğe adaylığını duyuran 19 meslektaşları hakkında bir oylamayla kanaat belirlediler. Yüzde 86 katılımla yapılan oylamada İnci’ye yüzde 94 oranında güvensizlik oyu çıktı. Üçte ikinin üzerinde güvenoyu alan 17 adaydan biri de bendim. Her görüşten, fen ve sosyal bilimlerin her dalından birbirinden seçkin hocaların arasında yer almak onur vericiydi. YÖK başvuru formu bir insanın üçten fazla yabancı dil bilemeyeceği varsayımıyla hazırlandığı için doldurmak biraz güç olsa da halledip yolladım. Bu kez mülakata gitmeye hazırdım; kendilerine ne söyleyeceğimi kararlaştırmıştım! Duymak istemiyorlarmış. YÖK’tekiler maaşlarını hak ettiler gerçekten: Başvuru formuna soyadının tamamını BÜYÜK harfle yazmayan adayları telefonla arayıp uyardılar. Hepsi bu. Boğaziçi’nin güven belirttiği 17 adayın hiçbiri mülakata çağrılmadı. Yine bir gece yarısı İnci’nin atandığını duyduk.