Çevre vergileri iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için insanlığın son umudu olabilir. Sera gazı emisyonlarını azaltmadığımız takdirde daha yıkıcı etkiler görülecek.
Eşi görülmemiş bu küresel tehdide karşı koymanın en doğrudan yolu her (veya çoğu) ülkede “yeşil geçişi” güvence altına alacak çok taraflı bir anlaşmadan geçiyor. Kilit nokta fosil yakıt tüketimini kayda değer oranda azaltırken yenilenebilir enerji üretimini artırmak; bu süreç için de üç cephede koordine politikalar gerekiyor: Denetim, yenilenebilir enerji dahil temiz teknoloji sübvansiyonları ve karbon vergileri.
Maalesef bu tarz bir global anlaşma ufukta görünmüyor çünkü hem fosil yakıt ekonomisi siyasi gücünü koruyor hem de en yüksek emisyona yol açan ABD, Çin ve Hindistan gibi ülkeler gerekli politikaları benimsemiyor.
Etkin bir yeşil enerji geçişi için denetim ve sübvansiyon olmazsa olmaz ama karbon vergisi hepsinden önemli. Bu sayede karbondioksit, metan ve diğer sera gazı emisyonlarının maliyeti artacak. Dünyanın en yüksek karbon vergisini ton başına yaklaşık 117 dolarlık bir tarifeyle uygulayan İsveç’in de aralarında bulunduğu bazı ülkelerde bu tedbir zaten mevcut. Ama ABD ve Çin gibi birçok büyük ekonomide yok.
Bu tutarsızlık “karbon sızıntısına” yol açıyor.
Yüksek emisyonlu faaliyetler karbon vergisinin olmadığı ülkelere taşınıyor. Daha yüksek karbon vergisi uygulayan ülke kendi sera gazı emisyonunu azaltarak herkese fayda sağlarken istemeden diğerlerini önlem almamaya teşvik etmiş oluyor. İktisat diliyle söyleyecek olursak iklim değişikliğini azaltım politikaları ülkeler arasında “stratejik ikame” biçiminde işliyor: Bir yerde karbon vergisi ne kadar yüksekse diğerleri azaltım için o kadar az çabalıyor.
İsveç örneği
Yüksek karbon vergisinin dengesiz uygulanması “karbon arbitrajı” fırsatı yaratıyor. Çelik endüstrisi üretilen her ton çelik için 1.85 ton karbon emisyonuna yol açtığından İsveç’teki karbon vergisi çelik üretim maliyetini ton başına 210 dolar artırıyor; neticede çelik kullanıcıları ve müşterileri için Çin’den ithalat yapmak daha cazip hale geliyor.
Daha da kötüsü, Çinli yetkililer mevcut durumu sürdürmeye teşvik edilmiş oluyor. Çin’de karbon vergisi olmayınca çelik ihracatı fırlıyor; bu da ülkedeki sanayiye, çalışanlara ve ekonomik patlama sağladıkları için paye gören siyasetçilere yarıyor. Çinli yetkililer iklim değişikliğiyle mücadele etmenin gerekliliğini kabul etseler bile, İsveç’in karbon vergisi uygulamadığı duruma göre daha az çaba harcıyor.
İthalata uygulanacak karbon vergisiyle işleyişi tersine çevirecek çevre vergilerine bu yüzden ihtiyaç var. İsveç kendi karbon vergisi ile ihracatçı ülkedeki karbon vergisi arasındaki farka eşdeğer bir sınır vergisi düzenlemesi uygulayabilir. Söz konusu oran ithal ürünlerin üretimi sırasında ortaya çıkan karbondioksit emisyonunun tonajına göre hesaplanır.
Çevre vergisinin en belirgin getirisi karbon sızıntısını azaltmak olacaktır. Karbon vergisinin düşük olduğu ülkelerden yapılan ithalattaki suni avantajı ortadan kaldırarak çelik tüketimini daha temiz yerli kaynaklara veya daha az kirletici ihracatçılara yönelmeye teşvik eder.
Çevre vergisinin dolaylı etkileri bile oldukça önemli. Her şeyden önce böyle bir vergi iklim değişikliğini azaltma politikalarını stratejik ikameler yerine “stratejik bütünleyiciler” haline getirir. Yani İsveç’teki karbon vergisi diğer ülkeleri benzer politikalar benimsemekten vazgeçirmez, aksine teşvik eder.
Mantık basit. Çevre vergileri olmazsa İsveç’in karbon vergisi Çinli çelik üreticilerine yukarıda sözünü ettiğimiz arbitraj fırsatını sunuyor. Ancak herkes ithalata sınır düzenlemesi getirmeye başlarsa Çinli yetkililer de kendi çelik ihracatçılarından temiz enerjiyle faaliyet göstermelerini istemek zorunda kalacak.
Bunu ister karbon vergisi, ister denetim, isterse temiz enerji sübvansiyonuyla yapsınlar, neticede Çin’in karbondioksit emisyonu düşecek. Çinli imalatçılar emisyonlarını ciddi şekilde azaltmaya başladı mı Çinli yetkililerin elinde kendi çevre vergilerini yürürlüğe koymak için bir sebep olacak.
Ağır çevre vergilerinin önündeki en büyük engel ise üretilen bahaneler ve yanıltıcı argümanlar. Bunlardan birincisi fosil yakıt endüstrisi ve Çin gibi büyük kirleticiler çevre vergisine kesinlikle karşı çıkıyor ve engel olmak için hararetli kampanyalar yürütüyor. Ancak tamamen bencilce olan bu tutumu bırakmak gerekiyor.
Himayeci tedbirler mi?
İkinci argüman ise çevre vergilerinin himayeci tedbirler olduğu ve The Economist’in tabiriyle “himayecilere yeni bir alan açma riskinin” alınmaması gerektiği. Bu iddia da tutarlı değil. Karbon vergileri daha adil bir rekabet getirdiği için geleneksel himayeci tedbirler gibi işlemiyor. Dahası klasik ticaret kuramında yurt içi politikalarını arbitraja bağlamanın refaha yönelik kazanç sağladığına dair bir şey yok. Hele ki bu politikalar iklim değişikliğiyle mücadelede hayati önem taşırken.
Üçüncü itiraz ise çevre vergilerinin Dünya Ticaret Örgütü kuralları uyarınca yasal olmayabileceği şeklinde. Halbuki Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) kesinlikle yasal olduklarını gösteriyor. GATT’ın “[ithal ürünler] yerli ürünlere doğrudan veya dolaylı olarak uygulanan yurt içi vergi ve diğer harçları aşan herhangi vergi veya harca doğrudan veya dolaylı olarak tabi olamaz” şeklindeki III. maddesi çevre vergilerine imkan veriyor. Maddeye göre bir ülke “benzer yerli ürünlerine” yurt içi karbon vergisi uyguluyorsa sınır düzenlemeleri aracılığıyla aynısını ithal ürünlere de yapabilir.
Bu kural uzun zamandır KDV’ye ilişkin sınır düzenlemelerinin temelini oluşturuyor; GATT heyetinin 1987 tarihli sınır vergisi düzenlemelerinin kimyasallara uygulanabileceği kararı da aynı mantığa dayanıyordu. Üstelik GATT’ın 20. maddesi “insan, hayvan ve bitki yaşamını veya sağlığını korumak için gerekli olan” ticaret kısıtlamaları için ek muafiyetler getiriyor ve günümüzde karbon vergilerinin bu ölçütü karşıladığına dair güçlü bilimsel kanıtlar mevcut.
Son olarak bazı yorumcular “uluslararası liberal düzendeki” önemli küresel politika kararlarının öncelikle çok taraflı iş birliğiyle alınması gerektiğini öne sürüyor. Haklı olabilirler. Gelgelelim çok taraflı anlaşmalar dünyayı Paris İklim Anlaşması’nda belirlenen 1.5 derecelik ısınma eşiği hedefine yaklaştırmıyor. Çok taraflılığa duyulan inancın eylemsizlik için mazeret haline gelmesine izin veremeyiz. Çevre vergileri tüm dünyada iklim değişikliğini azaltma politikaları için zincirin ilk halkası olabilir. Daha da geç kalmadan uygulanmaları şart.
© Project Syndicate, 2022.