Acemoğlu’nun The Economist’e yanıtı: II. Dünya Savaşı sonrası nüfusun bütün kesimlerinin ekonomik büyümeden ciddi yarar sağladığı 35 yılın ardından refahın paylaşıldığı yapı çözülmeye başladı. Piyasa ekonomisi kendi teşvik ettiği küreselleşme ve teknolojiyle birlikte iyi çalışmıyor ve büyük bir eşitsizlik yaratıyor
ABD’deki eşitsizlik tartışmaları akademik dergi sayfalarından önde gelen medya kuruluşlarına sıçradı. Ülkede eşitsizliğin artıp artmadığı muhafazakarlar tarafından çoktandır sorgulanırken son dönemde The Economist dergisi de “eşitsizliğin arttığı görüşü bariz bir gerçek olmaktan çok uzak” diyerek tartışmaya dahil oldu. Ama maalesef birçok şey birbirine karışmış durumda ve bunun bir faydası yok.
Emek-gelir eşitsizliği on yıllardır sürüyor
Farklı eşitsizlik kavramları var. Bunların her biri farklı bir soruna odaklanıyor, kendi ölçüm yöntemi nedeniyle karmaşık hale geliyor. En doğrudan metrik ise çok kazananlar ile az kazananlar arasındaki ilişkiyi anlatan emek-gelir eşitsizliği. Üniversite mezunu çalışanların lise mezunlarına kıyasla ne kadar kazandığından bahsederken de emek-gelir eşitsizliğinden bahsetmiş oluyoruz.
Elbette emek gelirini ölçmek kolay değil. Hem bazı kazançlar bildirilmiyor hem de çok kazanan bazı bireyler daha az vergi ödemek adına emek gelirlerini sermaye geliri gibi gösterme stratejileri uyguluyor. Dahası, reel (enflasyona göre düzeltilmiş) ücretlerin artıp artmadığı konusunda tüketici fiyat endeksinin gerçek enflasyonu şişirip şişirmediğine dair hararetli bir tartışma yürüyor. Ancak bunların hepsi göz önüne alındığında bile 1980’den bu yana emek-gelir eşitsizliğinin arttığı ve 2008’deki Büyük Resesyon’dan beri bu trendin sürdüğü ortada.
II. Dünya Savaşı sonrası tam tersi bir trend vardı. Emek-gelir eşitsizliği ya stabildi ya da düşüyordu. 1950’lerden 70’lerin başına kadar lise ve daha düşük diplomalı çalışanlar ile üniversite ve daha yüksek diplomalı çalışanlar aynı oranda reel ücret artışı yaşadı. Ancak bu paylaşılan refah düzeni 1970’lerin sonu ile 80’lerin başı arasında sona erdi. Üniversite mezunu çalışanların reel kazancı düzenli artmayı sürdürse de üniversite diploması olmayanlar bugün 1980’dekinden daha az kazanıyor.
The Economist’in iddia ettiğinin aksine bu genel yapıda tartışılacak bir şey yok. David Autor, Arin Dube ve Annie McGrew tarafından yayınlanan yeni makale gelir dağılımının en dibindeki ücretlerin 2015 civarında nihayet yükselmeye başladığını gösterse de en alttakilerin kazancı 1980’den bu yana en üsttekilere kıyasla çok daha az arttı. Yeni trendin 2020’den sonra en üst ile en altı ciddi şekilde birbirine yaklaştırmış olması da bunu değiştirmedi.
Genel gelir modeli de eşitsizliği gösteriyor
İkinci eşitsizlik tanımı ise genel (vergi ve transfer öncesi) gelire dayanıyor. Bu sadece emek gelirini değil aynı zamanda kâr paylarından, sermaye kazançlarından ve vergi iadelerinde bildirilen işletme kazançlarından elde edilen geliri de içeriyor. Bu metrikle ilgili de sorunlar var. İşletme geliri her zaman bildirilmiyor ve diğer sermaye geliri türleri ancak sermaye kazançları gerçekleştiği zaman (mesela birisi elindeki hisseyi alış fiyatından daha fazlasına satınca) vergi kayıtlarında yer alıyor.
Yine de esasen vergi iadesindeki toplam geliri içeren “fiili toplam gelir eşitsizliğinin” veya “mali gelir eşitsizliğinin” akıbeti konusunda geniş çaplı bir mutabakat söz konusu. Burada en üst yüzde 1’lik kesimin payı 1980 öncesinde yüzde 8’ken 2019’da yaklaşık yüzde 19’a yükseldi. Sermaye kazanımları da dahil edilince oran yüzde 21’i aşıyor.
Piketty ve Saez’in çalışması
Mevcut tartışmanın ana kaynaklarından biri Thomas Piketty ile Emmanuel Saez’in yaptıkları ufuk açıcı çalışma ve Gabriel Zucman ile birlikte geliştirdikleri tamamlayıcı metodoloji. Bu üç akademisyen bildirilmeyen sermaye gelirini bildirilmiş sermaye geliri dağılımını yakından takip edecek bir şekilde dağıtıyor. Neticede en üstteki yüzde 1’lik kesimin gözlenen mali gelir içindeki payında büyük ölçüde benzer bir genel gelir artışı buluyorlar. Ancak iktisatçı Gerald Auten ile David Splinter’ın yeni yayınlanan çalışması bu bulguya itiraz ediyor.
Anlaşmazlığın bir bölümü vergilendirilmemiş sermaye geliriyle ilgili. Bu gelirler ya vergi kaçırmadan ya da birikmiş kurumsal kazançlara ve farklı emeklilik hesapları ve tröstlerdeki gelirlere uygulanan çeşitli muafiyetlerden kaynaklanıyor. Vergilendirilmemiş kısmın şu an toplam sermaye gelirinin neredeyse yüzde 90’ını oluşturduğu düşünülürse bunun nasıl dağıtılacağı ciddi bir mesele. Auten ile Splinter vergilendirilmemiş sermaye gelirinin Piketty, Saez ve Zucman’ın öngördüğünden çok daha eşit dağıldığını varsayarak en üstteki yüzde 1’lik kesimin bu gelirdeki payının, fiili sermaye gelirindeki payından çok daha düşük (bugün için yüzde 15’e yüzde 50) olduğunu varsayıyor.
Vergiden kaçış
En tepedeki yüzde 1’in vergilendirilmiş sermaye gelirine kıyasla vergilendirilmemiş sermaye gelirinde daha az pay sahibi olması için haklı nedenler var. Örneğin birçok küçük işletme gelirlerini bildirmiyor ve birçok orta sınıf Amerikalının emeklilik hesapları var. Ne var ki en üsttekilere de vergiden kaçınma ve vergi kaçırma konusunda sağlanan çok sayıda seçenek var. Bu yüzden bu kesimin vergilendirilmemiş sermaye gelirinde gerçekten bu kadar küçük yer tuttuğunu varsaymak mantıklı görünmüyor. Dahası, Piketty, Saez ve Zucman’ın bulduğundan çok daha az olsa da Auten ile Splinter da en zengin yüzde 1’in toplam gelir içindeki payının 1980’den bu yana arttığını gösteriyor.
Auten ile Splinter ve medyadaki bazı isimler eşitsizliğin artmadığını iddia ederken bir başka önemli göstergeye referans veriyor: Vergi ve transferler sonrası kalan eşitsizlik düzeyi. Bunu ölçmek özellikle zor çünkü ABD vergi hukukunda ciddi miktarda yeniden dağılım var ve ülkenin kapsamlı vergi transfer sistemi son derece karmaşık. Örneğin işverenin ödediği yardımları ve emeklilik gelirini kimin aldığını belirlemek hiç kolay değil.
Burada Auten ile Splinter bir düzenleme daha yaparak temel bulgularına ulaşıyor. Buna göre en üstteki yüzde 1’lik kesimin vergi ve transfer sonrası payı 1960’lardan beri neredeyse sabit kalarak yüzde 8 civarında seyrediyor. Ancak Auten ile Splinter’ın yüzde 1’in toplam gelir içindeki payına dair tahminleri, vergilendirilmemiş sermaye gelirine bakışları sebebiyle düşük olabilir. Dolayısıyla yüzde 1’lik kesimin vergi ve transfer sonrası payına dair öngörüleri de olması gerekenden düşük olabilir. Bu konudaki tartışmanın süreceği kesin.
Ancak bu tartışmalar II. Dünya Savaşı’ndan beri ABD ekonomisinin hikayesindeki en önemli unsuru gölgelememeli. Nüfusun bütün kesimlerinin ekonomik büyümeden ciddi yarar sağladığı 35 yılın ardından refahın paylaşıldığı yapı çözülmeye başladı. Ortaya çıkan kimi sosyal ve ekonomik maliyetler vergi ve transferlerle nötrlenmiş olsa da piyasa ekonomisinin kendi doğurduğu teknolojik trendler ve teşvik ettiği küreselleşmeyle birlikte düzgün çalışmadığı ve muazzam bir eşitsizlik yarattığı gerçeği değişmiyor.
Diktatörlük-demokrasi tartışması
The Economist dergisi geçen yaz da Daron Acemoğlu’nun diktatörlük-demokrasi kıyasını eleştiren bir polemik yazısı yayınlayarak “Demokrasiye geçişin maliyeti büyük, faydaları ise ancak yıllar sonra görülüyor” demişti. Oksijen o yazıyı da 25 Ağustos 2023’te “Acemoğlu nerede yanılıyor?” başlığıyla yayımlamıştı. İşte o yazıdan bazı bölümler:
“Acemoğlu ve arkadaşları 2019 tarihli bir makalede ülkeleri diktatörlükler ve demokrasiler olmak üzere iki gruba ayırdı. Ülkelerin diktatörlükten demokrasiye geçmesinden 25 yıl sonraki GSYİH değişimini incelediler. Sonucun demokrasiden diktatörlüğe geçen ülkelere kıyasla yüzde 20 daha yüksek olduğunu buldular. Ama değişim çoğunlukla uzun sürüyor ve maliyetli. Acemoğlu’nun siyah-beyaz ayrımından biraz daha öteye bakalım. Öncelikle yüzlerce yıllık bir demokrasiyi yeni yeni oluşan bir demokrasiyle karşılaştırmak anlamlı değil. Popüler liderlerin abartılı vaatlerine inanan insanlar, bir otokratı koltuğundan indirdikten sonra iki yakasını bir araya getiremezse reformlara sırt çevirme ihtimalleri artıyor. Tarih başarısız denemelerle dolu.”
Daron Acemoğlu
MIT İktisat Profesörü; (James A. Robinson ile birlikte) Ulusların Düşüşü ve Dar Koridor: Devletler, Toplumlar ve Özgürlüğün Geleceği kitaplarının yazarı.
©Project Syndicate, 2024.