Akbank Kısa Film Festivali üç yıllık bir aradan sonra başladı. Sinema severler pandemi nedeniyle son iki yıldır online yapılmak zorunda kalan festivallerine sonunda kavuştular. Bu sene 19. Yaşını kutlayan festivale 2237 film başvurdu. Festivalin bölümleri uluslararası yarışma – Dünyadan Kısalar, Ulusal Yarışma, Forum, Özel Gösterim ve Genç Bakış’tan oluşuyor. Bir de merak edilen sektör çalışanlarının yönettiği atölyeler ve söyleyişiler var. Bu programları, söyleşileri izleyerek bilgilerini geliştiren ve sinema yolculuğuna başlayan çok yönetmen var. Pazar günü genç sinemacılara yönelik bir konuşma yapacak olan Yönetmen Umut Aral da bunlardan biri.
Yarışmaların sonucu 12 Mayıs’ta açıklanacak. Yarışmalarda sinemacıları özgür bırakmak için bir tema belirlenmiyor. Senaryo yarışması Forum’a bu sene 572 senaryo katıldı, finalistler sıkı bir elemeden geçirilerek sekize indirildi. Finale kalan adaylar değerlendirmede kendi senaryolarını sunacaklar. Hemen belirteyim, burada değerlendirmeye girmiş olan senaryoları bir süre sonra film olarak yine aynı festivalde izleyebilirsiniz. Bunun gelişimine tanık olmak ise başlı başına bir heyecan olmalı.
Bu senaryolar şunlar:
Suzan Oğlu ve Sibel - Manolya Maya , Deliler Köyü - İpek Karan, Kudret- Mehmet Oğuz Yıldırım, Blues Brothers-Aziz Alaca, Çetin’in Olağan Hikâyesi - Elçin Engin, Face ID -Enes Yıldız, Rüyası Ömrümüzün Çünkü Eşyaya Siner-Koray Arıgümüş, Neredeyse Kesinlikle Yanlış-Cansu Baydar
İki senedir düzenlenen Genç Bakış’ta ise 20 yaş altı katılımcıların filmleri gösterilmekte. Bu da kesinlikle çok merak ettiğim bir başka etkinlik.
Akbank Sanat’ın İstiklal Caddesi üzerindeki binasında düzenlenen festivalde gün 11:00’de başlıyor, Perspektif, Festival Kısaları, Atölye, bu sene İtalyan filmlerini gösterdikleri Özel Gösterim derken bir bakmışsınız akşam olmuş. 18:30’da genelde ünlü bir konukla özel söyleşi var. Ardından da Dünyadan Kısalar Bölümü var. Programa buradan göz atabilirsiniz.
Bu arada Akbank Sanat’ın en üst katında güzel bir kafeterya var. İstiklal Caddesi’ne tepeden bakmak, aralarda bir şeyler içerken gelen geçeni izleyerek dinlenip, insanlarla gördüklerinizi konuşmak için ideal bir yer. Herkes de öyle yapıyor zaten.
Akbank Kısa Film Festivali ücretsiz. Öğrenciler için bulunmaz bir eğitim ve sosyalleşme fırsatı. Ama sanmayın ki gelenler yalnızca öğrenci. Her yaştan insan var, herkes birbiriyle sosyalleşiyor ve sinema konuşuyor. Belki de burada tanışan insanlar bir zaman sonra birlikte üretmeye başlayacaklar. Bundan daha güzel ne olabilir?
Ayrıca İstanbul dışında olan ya da festivale katılamayanlar festivali online olarak takip edebilirsiniz.
Festival Direktörü Yönetmen Selim Evci ile görüştük. Hazırlık sürecini ve festivalin ruhunu Oksijen okurları için özetledi.
“Sizin en beğenmediğiniz ya da beğendiğiniz film bir başkasının hayatının filmi olabilir”
Biraz festival tarihçesinden bahsedebilirsiniz?
Sinema mezunuyum. Kısa filmi çok seviyordum. İFSAK’ta sinema programı ve Aksanat’ta da gösterimler yapıyordum. Bir film festivali düzenlemek fikri de öyle çıktı ve 19. Yıla kadar geldik. Festivalin sürdürülebilmesi için gerçek bir aile ortamı gerekli, tüm AKBANK Sanat birlikte çalışıyor.
Hazırlık sürecinden bahsedebilir misiniz? Seçkiler nasıl yapılıyor?
Dünyada özellikle Fransa’da Clermont-Ferrand, İsviçre’de Wintherthur gibi kısa film festivalleri merkezleri var. Dünya trendlerinin belirlendiği bu yerlerde gösterilen filmlerden bir tarama yapıyoruz. Ardından bize gelenleri değerlendiriyoruz ve hepsinin içinden bir seçki yapıyoruz.
Özellikle gençlerin ilgiyle takip ettiği bir festival bu. Zamanında festivale başvurmuş ünlü yönetmenler de olmalı...
Biz keşfetmeyi seviyoruz. Genç Bakışlar diye bir bölümümüz var, atölye çalışmaları var. Hatta buraya gelip yoklama alan, okula derse gelmeyin festivale katılın diyen üniversite hocaları var. Buraya gelip daha sonra ilerlemiş yönetmenler arasında çok örnek var. Tolga Karaçelik, Umut Aral gibi.
Özellikle kaçırmayın dediğiniz bir bölüm var mı?
Dünyadan Kısalar bölümü çok önemlidir çünkü tüm dünyadaki örnekler taranarak bir seçki oluşturuyoruz. Cannes, Venedik, Berlin, Locarnot büyük festivallerin seçkilerini biz süzüyoruz ve derliyoruz. Bu filmleri hiçbir yerde bulamazlar çünkü henüz daha festivallerde olan filmler bunlar. Ulusal yarışmamız festival kısaları da ülkemizin en iyi kısa filmlerini derlediğimiz bir program. Ama tabii Perspektif bölümünde de gösterdiğimiz çok iyi filmler var. Bu iyi tabii göreceli bir şey, sizin en beğenmediğiniz ya da beğendiğiniz film bir başkasının hayatının filmi olabilir.
“Karakterleri arkadaşlarınız kadar iyi tanımadan bence yazmak çok zor“
Festivalin trafiği dalgalanıyor. İnsanlar gösterimler arasında nefes almak için dışarı çıkıyorlar sonra tekrar giriyorlar. Ancak özellikle atölyeler ve söyleşiler büyük rağbet görüyor. 18:30’daki Gülse Birsel Yazarlık Üzerine söyleşisi de öyle. İnsanlar saat beşten itibaren merdivenlerde kuyruk oluşturarak beklemeye başladılar. 120 kişilik salon dolduğu için iki ayrı daha salon açıp buralara da perdeden söyleşiyi yansıttılar.
Festival Direktörü Selim Evci’nin yönettiği söyleşide, Gülse Birsel senarist olmadan önce eğitim ve profesyonel hayatında geçtiği tüm aşamaları anlattı. Önce iktisat okuduğunu, ardından ailesini ikna edip Columbia Üniversitesi’nde sinema üzerine master yaptığını, burada kısa film ve senaryo ile tanışmasını, gazetecilik yıllarını, televizyon haberciliğini hepsini uzun uzun paylaştı.
Katılımcılara “aranızda senarist olmak isteyen var mı? “ diye soran Birsel, konuşmasına şöyle devam etti. “Senarist olmak fevkalade bir şey. Yazdığınızı seyretmek inanılmaz bir his. Ama o noktaya gelene kadar berbat. Tek başınasınız. Bir masa, bir bilgisayar ve siz. Başınıza ne gelecek belli değil. Hiçbir şey olmayabilir. Ruhunuzu çok iyi tutmanız gereken bir iş. Sürekli kendinizden şüphe ediyorsunuz. Ekip halinde çalışmıyorsanız büyük bir yalnızlık.”
Söyleşiden dikkat çeken kimi anlar ise şöyle:
- Bir senaryo yazarken oradaki dekoru, kostümleri görüyorum, hatta oyuncuların bazen nasıl oynayacağı bile kafamda oluyor. Karakterleri arkadaşlarınız kadar iyi tanımadan bence yazmak çok zor. Bütün hikayeyi kafanızda bir olay gibi canlandırmadan çok kitabi kalabilir. Diyaloglar plastik kalabilir.
- Hep şey sorarlar. Nasıl insanlar mizahçıdır? Hepimiz birbirimizden o kadar farklı insanlarız ki. Stand-up’çısı var, yazarı var, oyuncusu var. Diğer yandan bir negatif hikaye, bizi rahatsız eden öfkelendiren herhangi bir dış olaya karşı bunu bir an önce atlatabilmek için hemen bunu bir şakaya, komediye dönüştürmek istiyoruz. Çocukluğumdan beri bu bende vardır. Cenaze evinde de saçma sapan şakalar yapıp gülünür ya bazen. Herkesin acısını öfkesini, yasını biraz hafifletmek için mizaha ihtiyacı vardır. Mizahçılar hassas insanlardır, biraz daha fazla etkilendikleri için hızlıca onu dönüştürürler.
- İyi ki İstanbulluyum, burada yaşadım hayatım boyunca. Yoksa o mizahın malzemesini nereden bulurdum bilmiyorum. Burhan’ı da Gaffur’u da, Makbule’yi de hepsini tanıyorum.
- Televizyonu çok seviyorum. Milyonlarca insanın aynı anda aynı şeyi izlemesi çok heyecanlı geliyor bana. Adrenalini çok yüksek bir şey. Şu anda dijital platforma bir aile dizisi yazıyorum. Kimsenin artık her hafta 150 dakika komedi yazabileceğine inanmıyorum. Gözüm 25 dakikalarda değil, ne zaman ki 60-75 dakikaya iner tekrar ana akım televizyona seve seve yazarım.