07 Ocak 2025, Salı Gazete Oksijen
06.01.2025 10:00

Hürer Ebeoğlu: Vicdanımızın susturulmasından daha tehlikeli olan şey içimizdeki terazinin bozulması

Hürer Ebeoğlu’nun Bilgi Yayınevi’nden çıkan ve III. Osman dönemi İstanbul’unda geçen çarpıcı romanı “Mahya İblisi”, bir korsan mahya üzerinden yalnızca bir dönemin otoritesine değil, bugünün vicdan körlüğüne de meydan okuyor

Tarih, direnişin ve hayalperestliğin gizli kahramanlarını çoğu zaman unutturur; ama bazı hikâyeler, taşın sessizliğine hapsolmadan, çağlar boyunca yankılanmayı sürdürür. Bir dönem dizi ve film senaryoları yazan, daha sonra “Kulağakaçan Böceği” romanı ile edebiyat dünyasına giriş yapan Hürer Ebeoğlu’nun Bilgi Yayınevi’nden çıkan “Mahya İblisi” isimli yeni romanı tam da bu sessizliği bozan bir çığlık. III. Osman dönemi İstanbul’unda geçen bu çarpıcı roman, bir korsan mahya üzerinden yalnızca bir dönemin otoritesine değil, bugünün vicdan körlüğüne de meydan okuyor. Süleymaniye’nin minareleri arasında parlayan “Kul olma, insan ol” sözleri, bir hayalperestin masalsı çağrısından öte, kolektif vicdanı uyandırmaya dair bir manifesto.

Kitabın kapağı, sanatçı Murat Palta’nın imzasını taşıyor. Palta, kitabın esrarengiz atmosferini, masalsı dokusunu ve tarihsel ironisini sanatın sınırlarını zorlayan bir görsel dille yansıtmayı başarmış. Dahası, “Mahya İblisi”, Palta’nın son sergisinde kahramanlarından biri olarak bir tablonun içinde yeniden hayat buluyor. Hürer Ebeoğlu, İstanbul’un gizemli dokusunu işlerken, hem toplumsal eleştirinin derin sularına dalıyor hem de bireyin özgürleşme mücadelesini evrensel bir zeminde tartışıyor. Yazara göre “Mahya İblisi” yalnızca bir karakter değil; sessiz kalmayı reddedenlerin, “kul” olmayı sorgulayanların, vicdanı susturulmaya çalışılanların sesi: “Bu alışkanlık, kaderin ağır yükünü omuzlayan, başına gelen her şeye boyun eğen, gerçek suçluları aramayı aklına dahi getirmeyen insanların dünyasını yaratıyor. Oysa en büyük mahkeme, insanın kendi vicdanında kurulur.”.

Mahya İblisi kimdir? Bir efsane mi, bir başkaldırı kahramanı mı yoksa vicdanların sarsılmaz yankısı mı? Onu, III. Osman dönemi İstanbul’unun karanlık sokaklarında korsan mahyalarla halkın uykularını kaçırırken görüyoruz. Sizin kaleminizde hayat bulan bu sıra dışı karakter, sadece o dönemin değil, her çağın 'kul'laşan insanlarına bir tokat gibi mi iniyor?

Mahya İblisi her şeyden önce bir hayalperest. Sadece bir sözle insanın vicdanındaki karanlık tarafın aydınlanabileceğine inanıyor çünkü. Bu yüzden herkesin göreceği yere sözler yazıyor.  Bu çok çocukça. Masallarda mağaraların kapısını açan, olmazı olur yapan büyülü sözler gerçek hayatta yok, insanlara bir laf edip bir nasihatte bulunup bir aydınlanma yaşamalarını sağlayamıyoruz. Ama Mahya İblisi buna safça inanıyor ve masal bu ya, öykünün geçtiği akşam gerçekten de insanların vicdanlarında kıpırdanmalar oluyor. Belki de Mahya İblisi’nin bu çocukça inancı işe yarıyor. Her çağda gerekli böyle hayalperestler...

Peki hayalperest kahramanımız gerçek mi kurgu mu?

Mahya İblisi tamamen kurgusal bir karakter, eşi benzeri yok.

“’Kul olma’ alışkanlığı yaşama da yansıyor”

 “Kul olma, insan ol!” Bir isyan, bir çağrı, hatta bir haykırış. Böylesine güçlü ve zamanlar ötesi bir söz, sizin için ne anlam taşıyor? Sizce Mahya İblisi’nin bu manifestosu, yaşadığımız dönemde hangi tarafımıza isyan?

Bu cümle ilk bakışta dini bir çağrışım yapıyor tabii. Ama benim insanların inançlarıyla bir sorunum yok, başkalarını bir yaşam tarzına zorlamadıktan sonra herkes istediği şeye inanmakta özgür. İnancında yüce bir gücün kulu olduğunu hissedebilir herkes.  Ama bu “kul olma” alışkanlığı yaşama da yansıyor maalesef. O zaman depremdeki yıkımı kader olarak görüp asıl suçluların peşine düşmeyen insanlar türüyor. Hırsızlık yapan müteahhite değil de “bu kaderimiz olmasın” diyen insanlara tepki gösteriyorlar. Bu kul olma alışkanlığı açlığa bile şükreden sessiz, boynu bükük insanlar yaratıyor. Kendileri gibi kulluğu kabul etmiş insanlar ne yaparlarsa yapsın onları kötülemiyorlar, kul olmak dürüst olmaktan, vicdanlı olmaktan bile değerli hale geliyor. Bu düşünce yapısının yarattığı tahribat toplumun her kesimine yansıyor. Mahya İblisi’nin uyarısı kul olma alışkanlığı yüzünden çağın gerisinde kalmış, realiteye gözü kapalı, farklılıklara tahammülsüz insanlara...   

Mahya İblisi / Hürer Ebeoğlu / Bilgi Yayınevi / Roman / 176 Sayfa

Mahya İblisi’nin mahyalarına yazdığı sözler; “Şakşakçı olma”, “Önüne gelene kavuk sallama”, “Korkma, Mahkeme-i Kübra kapandı” gibi ifadeler hem dönemin hem de bugünün iktidarına kafa tutuyor. Bu sözler için susturulmuş vicdanımızın sesi diyebilir miyiz?

Vicdanımızın susturulmasından daha tehlikeli olan şey içimizdeki terazinin bozulması. İyiyle kötünün birbirine karışması, bulanık bir suda zeminden altın çıkarmaya çalışmak gibi... Dibi göremezseniz başaramazsınız. Neden her şey birbirine karışıyor, bazılarının toplumsal çürüme dediği bir garip çağ yaşıyoruz? Çünkü açgözlülük, hırs ve güç sevdası tek başlarınayken hemen fark edilirler, ama “inanç” denilen kılıfla saklandıklarında onları herkes ayırt edemiyor. O zaman denge kayboluyor. Sizler-bizler ortaya çıkıyor, mantık geri planda kalıyor. Farklı düşünenler inançsız ve dolayısıyla saldırıya açık oluyor, çünkü din müdahaleci bir oluşum, kendinden olmayanları kusmaya meyilli bir yapısı var. Tarih boyunca bir sürü örneği var bunun. Suyu bulandırmak için hep inançlar kullanılmış, inancın içinde korku da var hep. Bir şeylerden korkan insanın mantığı çalışmaz olur bir yerden sonra... Mahya İblisi bu yüzden “Mahkeme-i Kübra kapandı” diyor, diğer taraftaki o mahkemeyle korkutmasınlar seni, kendi vicdanını dinle, en sağlam mahkeme o.      

Romanda Böcek Korkud karakterinin Mahya İblisi’ni yakalama süreci, bir nevi kendi vicdanı ile hesaplaşmaya dönüşüyor. “Beni kim hatırlayacak?” diye soran bu adam, aslında hepimizin zihnindeki bir boşluğa sesleniyor gibi. Tüm derdimiz birilerinin bizi hatırlaması mı? Unutulunca mı gerçek ölümün olacağını düşünüyoruz?

Hatırlanmak aslında o kadar da önemli değil, buradaki hatırlanma bir simge. O günkü koşullarda suçlu ilan edilen insanı yakalayan kişi, yani sözde kanunun yanındaki kişi bir piyon, sıradan bir maşa, onu kimse hatırlamayacak, milletin iblis adını taktığı hayalperest oğlanı hatırlayacak herkes, onun isyanını hatırlayacak. Böcek Korkud bunu fark ettiği anda kimler için çalıştığını da sorgulamaya başlıyor. Hırsızı, katili yakalamaktan çok rüşveti bilmeyen dürüst memurlara iftira atmak için tezgah kurduğunu, padişah ve sadrazam aleyhinde konuşanları zindana gönderdiğini, o vakitler rüzgarı arkasına alan ağa ya da astığı astık paşa kimse onun adamı olup onların çorbasına düşen sinekleri temizlediğini fark ediyor. İblisin astığı mahyalar da bunu söylüyor ya zaten...

“İstanbul alışkanlık yaratan bir şehir”

Mahya İblisi İstanbul’un derinliklerine, gizli sarnıçlarına, gölgelerine iniyor. Anlattığınız İstanbul’da gerçekle efsane iç içe geçiyor.  İstanbul için hâlâ hikâyelerle yaşayan bir şehir diyebilir miyiz? Hürer’in İstanbul’unu dinlemek istesem ne dersiniz?

İstanbul ruhu olan şehirlerden, bazı şehirler öyledir. Yani “hadi şuraya evler kurup bir şehir inşa edelim” diye başlamamış hikayesi sanki, zaten evler yokken de bir şehirmiş. İnsanları buraya mıknatıs gibi o çekmiş, ona bir şekilde ayak basan insanlar da ondan kopamıyor. Alışkanlık yaratan bir şehir ve kesinlikle hayal gücünü harekete geçiriyor. 

Mahya İblisi, halkın vicdanını uyandırmaya çalışırken otorite tarafından bir iblis gibi yaftalanıyor. Bu durum, günümüzde de düzeni bozan, sorgulayan insanların başına gelen bir şey değil mi? Kahramanımızın başına gelenler, hâlâ yaşadığımız bir hakikate mi dokunuyor?

Maalesef öyle. Otorite dediğimiz şey aslında bütün gücüne rağmen çok da korkaktır. En ufacık çatlak sesten korkar. Mesela İkinci Dünya savaşı sırasında Almanya’da kurulan antifaşist “Beyaz Gül” örgütü, üzerinde “savaşı durdurun” yazan, “özgürlük” yazan bildiriler dağıtıyor sadece. Bu birkaç kağıt parçası yüzünden gencecik çocuklar apar topar idam ediliyor. Günümüzde birçok ülke bu saçma korkuları aşmış durumda. Darısı hala korkularla yaşayan ülkelerin başına...  

“Benim için birey olmak kendini mutlu hissetmektir”

Diğer yandan Mahya İblisi’nin “kul olmamak” için verdiği bu mücadele, bireyin özgürleşme çabası olarak da okunabilir. Bu noktada birey olmak, insan kalmak sizin için ne ifade ediyor? Sizce insan, kendi hikâyesini nasıl değiştirir? Kendi hikayesinin kahramanı olabilir mi?

Benim için birey olmak kendini mutlu hissetmektir. Bu ilk başta bencilce gelebilir. Ama demek istediğim şu ki, birey, çağın gerisinde kalmış toplumsal düşünce kalıplarından, mahalle baskısı denilen öcüden, “böyle de şarkı olur muymuş, bu iş karın doyurur muymuş” diyen hayal gücü kıt zümreden ne kadar uzak durursa o kadar mutlu hisseder kendini. Özgürleşme mutluluk getirir. İnsan kendini mutlu hissediyorsa hikayesinin kahramanıdır. Herkesin önce kendinde bunu araması lazım, ben nasıl mutlu olurum, kolumdan bacağımdan yakalamış beni aşağı çeken, bana nasıl yaşayacağımı, neye inanacağımı, öldükten sonra nereye gidip orda ne yapacağımı söyleyen insanlardan nasıl kurtulurum? Bir tanecik hayatımız var, onun ne kadarını kendimiz için yaşıyoruz?  

Susturulmak pahasına insan olabilmek sizce nasıl bir cesaret ister?

O kadar da büyük bir cesaret gerekmiyor aslında, özellikle yaşadığımız çağda. Bizi susturmaya çalışanların bizden korkanlar olduğunu unutmamak lazım.

“Bir hikâye yazıya döküldüğünde artık kıpırdanmayı bırakır ve taşa dönüşür.”  Mahya İblisi’nin mahyaları ise yazının taşlaşmasını reddediyor. Sizce, günümüz dünyasında hangi sözler taşlaşıyor, hangileri uçmaya devam ediyor?

Günümüz dünyası bizim de henüz adapte olmaya çalıştığımız, sürekli değişen, sürprizlerle dolu bir çağ. Teknolojinin getirdiği rahatlıklar dışında götürdüğü bazı şeyler de var tabii... Hikayeler telefon ekranına sığan, bankada sıra beklerken ya da yemek yerken tükettiğimiz görsel hikayeciklere dönüşüyor. Aşırı uyarana maruz kalıyoruz. Bebekler aşırı uyarana maruz kalınca tabiri caizse delirirler ya, bu durum bebekler de böyleyse yetişkinler de nasıl bir etki yaratıyor? Uzun vadede bu aşırı uyaranlar odaklanamama, sabır gerektiren işlerden çabuk sıkılma gibi etkiler yaratır mı, bunlar henüz flu. Dolayısıyla günümüzde neyin kalıcı olup olmadığını kestirmek güç, bir gün bize hayatın anlamı diye sunulan şeyi ertesi gün unutabiliyoruz. 

Mahya İblisi, bir yanıyla toplumsal hafızada kalacak güçlü bir karakter, bir yanıyla da hâlâ aramızda dolaşan bir hayalet gibi. Peki sizin için Mahya İblisi’nin bıraktığı en önemli iz nedir? Onu unutulmaz kılan, sadece korsan mahyalar mı, yoksa sizin onunla verdiğiniz o sessiz direniş mi?

Onun isyankarlığı ve cesareti de çok önemli ama ben en çok hayalperest yanını seviyorum. Donkişotvari bir duruşu var. Bana göre hayalperest olmayan kahramanlar biraz eksiktir hep.

Son olarak kitabın film olarak izleme şansımız var mı?

Umarım günün birinde izleriz. Sinemaya çok uygun bir hikaye, seve seve senaryosunu da yazarım ama prodüksiyonel anlamda oldukça zor bir iş olur. Animasyona daha yatkın sanki…

Ebru Dedeoğlu
Ebru Dedeoğlu