22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
04.03.2022 04:30

Avrupa yeniden kuruluyor

Ukrayna ‘Avrupa Birliği dağılıyor mu?’ paniğini başka bir panikle tedavi etmenin vesilesi oldu. Putin sağ olsun (!), Avrupa sınırları keskinleşti ve birlik son yıllardır hiç olmadığı kadar pekişti. Bir birliği savaştan daha iyi ne pekiştirecek ki!

Zagreb Filarmoni Orkestrası geçen hafta çalacağı Çaykovski bestelerinin bazılarını fazla neşeli olduğu gerekçesiyle programından çıkardı. Viyana Filarmoni Orkestrası ise ünlü Rus Şef Valerie Gergiev’in kontratını aniden iptal etti. Sözüm ona Ukrayna ile dayanışma amacıyla yapılan bu hareketlerin, ihtiyar İngiliz’in şişe şişe Smirnoff votkayı yerlere dökmesinden ahmaklık derecesi bakımından hiçbir farkı yok. Smirnoff’un İngiliz bir şirket tarafından üretiliyor olması saçmalığı bir yana, Avrupa’yı Rusya’dan ‘temizlemeye’ yönelik bu fevri ve toptancı hareketler tehlikeli bir kapanma politikasının absürt göstergeleri. Avrupa, tam da birlik çözülürken, kendini yeniden tanımlayacak bir düşmana kavuştu ve şimdi düşmanına büyük bir iştahla sarılıyor. 

Avrupa için bir ilk

Geçtiğimiz hafta 15 Avrupa ülkesi hava sahalarını Rus uçaklarına kapadı. Aşırı zengin Rus oligarkları Monte Carlo kumarhanelerinden menedildi. Savaş dönemlerinde dünyanın dokunulmaz bankası gibi çalışan, finans dünyasının kara kutusu İsviçre, Rus iş adamlarına ve şirketlerine ait toplam 11 milyarlık hesabı dondurdu. Porno siteleri bile bu harekata katıldı ve Rusya’daki yayınlarını durdurdu. Biz Dünya Tekvando Federasyonu’nun Putin’in siyah kuşağını iptal etmesine gülerken, akla gelmeyecek olan da oldu ve Avrupa Birliği tarihinde ilk kez “saldırı altındaki bir ülkeye silah ve diğer teçhizatın satın alınmasını ve teslimatını finanse edeceğini” açıkladı. NATO ve Rusya yayılmacılığının arasında sıkışıp kalan Ukrayna, bilhassa Brexit’ten sonra hararetlenen ve fakat epeydir devam eden ‘Avrupa Birliği dağılıyor mu?’ paniğini başka bir panikle tedavi etmenin vesilesi oldu. Putin’in saldırısı sağ olsun (!), Avrupa sınırları keskinleşti ve birlik son yıllardır hiç olmadığı kadar pekişti. 

“Avrupa neresi?” sorusu ile meşguliyet, Antik Yunan’da “barbar” sözcüğünün ilk kullanıldığı zamanlara kadar uzanır. Yunanca konuşmadıkları ve Yunan kulağına bütün konuşmaları “bar bar bar” gibi gelen insanların yaşadığı coğrafya, Avrupa’nın bittiği yerdir. Avrupa kendini bir coğrafya olarak ancak “bittiği” yerle tarif edebilir, etmiştir de. Oysa Avrupa ne başlar ne de biter. Goncourt ödüllü Fransız yazar Mathias Enard’ın “Pusula” romanında anlattığı gibi Avrupa, yuvası hiçbir zaman tam tespit edilemeyecek bir fikirdir, hatta bir mit. Varlığını kanıtlamaya, bu fikri somut bir delile dayandırmaya çalışanlar tarih, siyaset ve etik bakımından daima çuvallar. David Graeber ve David Wengrow’un son bir yıldır dünyayı kasıp kavuran “The Dawn of Everything: A New History of Humanity” (Her Şeyin Doğuşu: İnsanlık İçin Yeni Bir Tarih) kitabında tane tane ve yüzlerce sayfa anlatılıyor. Aydınlanma Çağı’nı başlatan ve Avrupa’nın en havalı markaları olan özgürlük ve eşitlik gibi fikirler bile esasen ilhamını Amerika’nın keşfinin ardından Atlantik Okyanusu’nun öte tarafından alıyor. Rousseau gibi Aydınlanmacı düşünürler eşitlik ve özgürlüğe dair ilk tezlerini Latin Amerika’da yaşayan toplumlardan gelen ilhamla yazıp savunuyor. İddia edildiğinin aksine, Avrupa eşitlik ve özgürlük fikrini ‘icat’ etmiyor. Beyaz Adam’ın fiyakasını fena halde bozan bu dev eseri okumanızı öneririm. Sadece Avrupa meselesinden dolayı değil, dünyanın en büyük derdi olan gücün iktidara ve baskı aracına dönüşmesinin nasıl bir Beyaz Adam icadı olduğunu da anlatıyor kitap. Başka ve daha insani bir dünyanın hayalini kurmak için tarihten uygulanmış örnekler sunuyor. 

Savaşların çıkış noktası

Uzak geçmişi bir yana yakın geçmişinde de (siyasal ve ekonomik sömürgecilik) dünyaya yararından fazla zararı dokunmuş gibi görünen Avrupa, iki dünya savaşının ve 1950’lerde başlayıp 90’ların ortasında sona eren Soğuk Savaş’ın çıkış noktası. Her ne kadar insan haklarının korunduğu bir coğrafya olarak tahayyül etsek de hem Yahudi soykırımının hem de son yıllarda mültecilerin denize yani ölüme itilmesinin de ana vatanı. Avrupa’nın hala insanlıkla ilgili bir pusula olarak kullanılmasının tek sebebi ise insanlığın en kötücül hallerine dair tartışmaların hala en derin ve kapsamlı olarak yapılabildiği tek yerin orası olması. Utanç duymayı, utanç duymanın teorisini, tarihle yüzleşme düşüncesini hala sadece orada konuşabiliyoruz. Bu da ‘Hala bir Avrupa var’ diyebilmek için bulabildiğimiz en güçlü kanıt. Fakat ne bu kanıt ne de kurdukları ekonomik ve siyasi bağlar son yıllarda Avrupa’yı dağılma paniğinden kurtaramamıştı. Finans ve enerji bağlarının bu kadar iç içe geçtiği bir dünyada Avrupa fikri, Brüksel’deki hantal ve Kafkaesk bir binanın temsil ettiği bir eski hayal olarak kalmak üzereydi. Ulus devlet otoritesinin sadece yeterince zengin olmayanların meselesi olduğu bir dünyada yaşıyoruz nihayetinde. Hiçbir ulusal veya uluslararası kurumun yeterinden fazla güçlenmiş çok uluslu şirketleri kontrol edemediği bir gezegen burası. Bu yüzdendir ki özellikle son on yıldır her Avrupa şehrinde mebzul miktarda ‘Avrupa’nın geleceği’ başlığıyla, aslında herkesin sıkıldığı paneller düzenleniyordu. Bunlardan bir tanesine konuşmacı olarak eylül ayında Berlin’de katıldığımda ben de sahnede sıkılıyordum ki Rus aydın Victor Yerofeyev neredeyse gülerek şöyle dedi:

Savaş nedeni yaratıldı

“Avrupa fikri için ölmeye hazır mısınız? Tek gerçek soru budur. Çünkü Putin için ölecek çok insan var. Demokrasilerle diktatörlükler arasındaki fark budur.” 

Alaycı ve inançsız bir soru ama yine de cevaplanması gerek diye düşünmüştüm o zaman. Bugün ise görülüyor ki, Ukrayna sayesinde ‘Avrupa için savaşmak’ üzere bir neden yaratıldı. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin geçtiğimiz hafta Ukrayna için savaşacak uluslararası birlik kurulduğunu açıklaması ve Avrupalıları Ukrayna için savaşmak üzere ülkesine davet etmesi son derece dikkate değer. Irak işgali, Suriye ve Afganistan gibi ‘barbarlara karşı uygarlığı savunma’ mitiyle tutuşturulan ateşleri hariç tutarsak, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez Avrupalılar ‘Avrupa için’ savaşa çağrılıyor. Diktatörlüğe karşı demokrasileri koruma argümanı Hitler’e karşı kurulan ittifaktan sonra ilk kez canlanıyor. Bir birliği savaştan daha iyi ne pekiştirecek ki! Kim olduğumuzu en etkili ve en kestirme yoldan tarif etmenin yolu düşmanımızı tanımlamak değil midir! Teşekkürler Ukrayna halkı, sen öldükçe Avrupa diriliyor! 

Avrupa’nın topla tüfekle yeniden yaşadığı bu dirilişin en yüklü faturasını ne Putin ne de oligarkları ödüyor. Faturayı ödeyenler Ukrayna-Rusya sınırının iki yanındaki insanlar. Ukraynalılar saldırı altındalar ama en azından Batı -gecikmiş olsa da- onlara hem yardım ediyor hem de dünyanın geri kalanında moral bir üstünlüğe sahipler. Putin’in nükleer tehdidi canlandırmaya varan çılgınlığına maruz kalan Rus muhalifler ne yapsın? (Putin’in savaş kararının nüfusun sadece yüzde 12’si tarafından desteklendiğini belirtelim.) Çaykovski’yi programdan çıkarmaya varan küresel bir nefretin hedefi olmak bir yandan, bir deli tarafından yönetilmenin utancı öte yandan. Sürgünde yaşamak zorunda kalan muhalif yazar bir Rus arkadaşım “Sabahtan akşama kadar ağlıyorum” diye yazmış geçen gün. “Ağlama, bağır! Sesin kısılana kadar bağır” dedim ona. O da sordu: “Kiminle?” Rus halkı, eşitlik ve özgürlük için zindanlarda çürümeyi göze alarak savaş protestosu yapsa bile, Avrupalı değil. Çünkü Avrupa, bugün artık Ukrayna’nın Rusya sınırında bitiyordu. Geçen hafta Ukrayna’da başlıyordu, bu hafta başka türlü. Bakalım gelecek hafta Avrupa nerede başlayıp nerede bitecek. 

Ece Temelkuran
Ece Temelkuran