16 Ekim 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
12.11.2021 04:30

Gidenler, kalanlar, kalamayanlar, gidemeyenler

Türkiye çok kıymetli insanlarını sessizce kaybediyor. Durumun soğukkanlı ismi, “beyin göçü”. Sanki gidenler sadece beyinmiş gibi. Bana sorarsanız buna kalp göçü demeli. Çünkü gidenler, kalpleri teferruatlı bir biçimde kırılınca gidiyorlar. Sadece korkudan, baskıdan ya da iş bulamamaktan değil

Resmi bayramlar ve anma günleri son 10 yıldır ideolojik göstergelere dönüştü. ‘Eski Türkiye’ ya da ‘daha yeni Türkiye’ özlemi, büyük şirketlerin ve siyasal partilerin yayınladığı videolarla ifade ediliyor. Şirketler için siyasal rahatsızlığı ifade etmenin tek yolu bu videolar haline geldi. Sermaye, resmi bayramların ve anma günlerinin, ‘AKP Türkiye’sindeki’ kalan son meşruiyet kalıntılarına sığınıp bu videolarla ‘mesaj veriyor’. Bu yeni gelenek şirketler arasında büyük bir yarış da yarattı. “Kimin videosu en güzel?” ya da “Kimin videosu en iç parçalayıcı?” gibi sorular yaratan bir görsellik ve anlam müsabakasıdır gidiyor. 10 Kasım Atatürk’ü Anma günü de aynı şekilde, bu karşılaşmanın kazanını kim diyerek geçti. Fakat, “özlüyoruz, arıyoruz, sensiz olmuyor, unutmamalı, hatırlamalı” video kalabalığı içinden sıyrılan bir video vardı. CHP Gençlik Kolları’nın hazırladığı film. İzlemeyenler için özet: Taksideki genç bir kadın, dalgın dalgın camdan gri şehre bakar. Ancak Ankara’da rastlayabileceğiniz cinsten tatlı şoför amca “Hayrola kızım, son güneşli günler, tatile mi?” diye sorar. Cevap şöyle gelir, “Yok temelli gidiş.” Genç kadın, “Umudum kalmadı” der ve amcaya sorar, “Ya sizin?” Amca gülümseyerek cevaplar, “Bizim umudumuz sizsiniz kızım.” Taksici amca sola çeker, durur ve sirenler çalmaya başlar. Saat 9’u 5 geçedir ve saygı duruşu başlar. Genç kadın da amcaya katılır, dururlar boş yolda. Taksiye geri binince genç kadın, “Amca,” der, “Haydi geri dönelim.” Gidecek olan kadın Türkiye’de kalır böylece. Umut, gitmemiştir!

Hiç niyetim yoktu...

Şimdiii…. Dürüst olmak gerekirse, bu konuyu hiç açasım yoktu. Neden? Çünkü, sadece çok duygusal bir konu değil aynı zamanda yüksek miktarda patlayıcı içeren bir mesele. Gidenler, kalanlar, gidemeyenler, kaldırtılmayanlar, kalamayanlar meselesi. Gel gör ki video, benim ve benim gibi ülkede fiziksel olarak bulunmayanların yarasını kurcaladı ve videoyu izlediğimden beri başka hiçbir şey yazasım yok.  Türkiye’nin yaşadığı durumun soğukkanlı ismi, “Beyin Göçü”. Sanki gidenler sadece beyinmiş gibi. Bana sorarsanız buna kalp göçü demeli. Çünkü gidenler, ancak kalpleri teferruatlı bir biçimde kırılınca gidiyorlar. Ancak kalbin, belin, yaşamaya dair duyduğun o temel istek yeterince kırılınca ve bütün bunların tamiri imkânsız hale gelince yapılıyor o iş. Sadece korkudan, baskıdan ya da iş bulamamaktan da olmuyor üstelik gidiş. İnsanı daha çok kıran, ‘ille de dostun sözü’ oluyor. Dayanışma ruhu insanı buyur etmeyince, esas o zaman, gitmeye karar veriliyor. Kötüler yüzünden değil yani sadece, iyiler birbirini yeterince sevmediği için de gidiliyor. (Bu faslı, kırılan kollar yen içinde kalsın diye burada noktalayarak devam ediyorum.) Türkiye insanlarını, çok kıymetli insanlarını sessizce kaybediyor. Sosyal medyada öfkeyle ya da hüzünle paylaşılan, o ‘temelli gidişten’ önce havaalanında çekilmiş, pasaportlu fotoğrafları saymazsak kimse bu kafileler halinde gidişe pek ses çıkarmıyor. En azından bu gidişin ebatlarıyla orantılı bir ses yok ortada. Halbuki, herkes biliyor ki, nüfus bölük pörçük göçüyor.

Tepkiler çeşitli 

Bu konu açılınca, fiziksel olarak ülkede bulunanların verdiği birkaç tepki türü var. “Oh iyi yapmışsın, kaç kurtul.” Neresi iyi?! Hiç iyi bir şey değil. Ve kurtulmak? Kimse sanmasın ki ülkede bulunmamak her gün, her an orayı düşünmemek anlamına geliyor. Biz de tıpkı ülkesini terk etmek zorunda kalan milyonlarca İranlı, Iraklı, Suriyeli, Afrikalı göçmen gibi bir “ekran ülkesinde” yaşamaya başlıyoruz. Fiziksel olarak bulunduğun ülkenin içinde, ama bir odada, bir bilgisayara bakarak, memlekette bugün neye ağlanıyor, neye gülünüyor diye hep ekranı kaydırarak... İyi olan neredeyse hiçbir şey yok. Yaşıyoruz işte, hayat uzun bir hikâye diyerek. “Biz, bu zulümden uzun süreceğiz” diyerek, erken ölmemeyi dileyerek filan. “Ben buradayken sevdiğim kimse ölmesin orada” diye umarak. Bir yandan da her şeye, üstelik yabancılar arasında en baştan, sıfırdan başlamanın onur kırıcı yedi bin canavarını öldürmeye çalışarak. Hayatını resmi formlara sığdırmaya çalışırken amansız ihtiyarlayarak. Berbat bir şey yani, orada hiç oh yok, hiç iyi bir şey yok yani. Kurtulmak diye bir şey zaten yok. İkinci tür tepki ise “Tabii artık hayat sana güzel.” Böyle bir garip sanrı var gidenlerle ilgili. Sanki gidenler ayakkabılara şampanya doldurup içiyor ve her gün memlekete bakıp “Şükür kurtuldum” deyip kötü adam/kadın kahkahası atıyor. Bazımız kadehli pozlar veriyorsa da bilin ki kuyruğu dik tutmak içindir. Kimsenin vur patlasın çal oynasın havası yok. Hep bir şey eksik. Geçen hafta Amsterdam’da, 20 yıldır orada yaşayan bir kadın arkadaşımla konuşuyordum, “Nasıl oluyor” dedim, “Değişiyor mu zamanla? Dramatik bir laf etmek istemiyorum ama insan hep böyle, ne bileyim, kanadı kırık mı oluyor?” Küt diye “Evet” dedi, tereddütsüz bir evet. Sormasaydım keşke dedim içimden. 

Üstünlük yanılgısı

Üçüncü tür tepki, ki bu en kırıcı olanı, “Mücadeleyi bıraktın gittin.” Kalanın gidene bu otomatik ahlaki üstünlüğü hep olacak. Biliyorum. Sanki kalan sırf kalmakla bir şey yapmış gibi. Bu ahlaki üstünlük yanılgısı bugün ve gelecekte çok kalp kıracak, çok arkadaşlığı bitirecek ve ülkenin en güzel insanları arasında bir acı tat bırakacak. Her şey geçip gitse bile, sen ne yaparsan yap, dönersen bir gün “Sen gitmiştin” diyecekler. Bu acı lokmayı da bakalım hangimiz yutabilecek, hangimiz boğulup küsecek.  Şimdi dönelim videoya. Siyasetin görevi, özellikle insanların iktidar tarafından radikal kötülükle sınandığı zamanlarda sevginin dilini politik bir söyleme ve harekete dönüştürmektir. Ki CHP kendi örgütlerine yerel seçim öncesi gönderdiği parti içi eğitim broşürlerinde ‘radikal sevgiyi’ merkeze alacağını ifade etmişti. İlerici siyasetin bugün sadece Türkiye’de değil bütün dünyadaki işi, kendisinin doğal destekçilerini psikolojik ve politik olarak desteklemek. Çünkü zor ama çok zor zamanlardan geçiyoruz. İnsanoğlu ilk kez bu kadar çeşitli ve bu kadar büyük korkularla sınanıyor. Bu kadar çok zulüm varken imkânsız ahlaki ölçütlerle birbirimize yüklenmek lüzumundan fazla kalp kırabilir. Nihayetinde, giden ülkedeki umudu azaltmak için gitmemiştir ve kalanların hepsi de otomatik olarak ve büsbütün umut için her gün çalışıp çabalıyor olmayabilir.  Öyle sanıyorum ki bu konuları etraflıca konuşacağımız, yüz yüze konuşacağımız günler gelecek. Öyle umuyorum. Özleyenlerin istediği uçağa atlayıp dönebileceği günler. “Kaçta iniyor İstanbul’a uçak?” diye soracak bir dost, “Gelelim mi almaya?” Ah… O gün bizim daha çok sevgiye ihtiyacımız olacak.  O günlere bugünden hazırlanalım derim. Umut tek kişilik bir sözcük değildir nihayetinde. Kalan kadar gidene de ihtiyacı vardır. Giden de hiç gitmemiştir zaten döndüğü o güzel günde. Ve ben, her nasılsa biliyorum bunu, yağmurlu bir günde döneceğim.