22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
26.11.2021 04:30

Helalleşme nedir ve ne değildir?

Helalleşme bu yıkımın en tepedeki sorumlularına yönelik yapılmış bir hamle değil. Bu “radikal sevgi” söylemi enteresan bir hamleyle siyasetin tepesiyle kavga etmek yerine tabanına konuşuyor. ‘İçinde ne var bilmiyoruz’ demeden önce faydalanmaya bakmalı. Fakat bu kararlılıkla, hep beraber ve tutarlılıkla çalışabilecek bir politika...

Taksiciye 20 liralık yer için 100 lira teklif edince götürdü ama inerken de ‘Helal etmezsen almam abi’ diye tutturdu” diye yazmış bir Twitter kullanıcısı geçen günlerde. Yazanı bulamadım, affetsin ama yüzünü görür gibiyim. Onun yüzünü de taksicinin yüzsüzlüğünü de. Bu kısacık hikâyeyi okuyunca Türkiye’de insanın her gün ve her an enayi yerine konmamak için sarf etmek zorunda bırakıldığı çabayı hatırladım. Kasaba kurnazı bir pusuculuk tarafından sürekli enayi yerine konmak insanı sadece zekasına hakaret edilmesinden dolayı öfkelendirmez, bunun durmadan tekrarı zamanla bir bıkkınlık da yaratır. O büyük ikrah duygusunu hatırladım okurken, tiksinmeyle bıkmanın birleşimi o berbat duygu. Öyle yaparlar ki sen yüzün asık, içinden lanet ede ede “Tamam tamam” dersin. “Helal et ama bak” diye yakana yapıştıkça kurtulmak için söyleyiverirsin, “Helal olsun.”  İşte CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği ve siyasi söylemin yönünü değiştiren helalleşme o değil. 

Ortadaki sonuç

Son yirmi yıldır, 1923 yılından itibaren kuşaklarca insanın hayatını ortaya koyarak kurduğu bütün kurumlar gözlerimizin önünde paramparça oldu. Bu yokuş aşağı gidişte, kimimiz canımızı dişimize takıp direndik, kimisi ‘Ay bu yıkılsın yenisini yaparız’ diye mesnetsiz bir özgüvenle davranıp sonra ortadan yok oldu. Sonuçta karar ve yetki, ‘Yıkılsın, biz süper bir şey denicez’ diyen ama zerre planı ya da birikimi olmayanlara kaldı. Sonuç ortada: Beğeniriz beğenmeyiz ama bir statüko paramparça edildi ve yerine yeni bir statüko konmadı. Yaşadığımız kaos, en çılgın anarşisti bile bu kadarı da fazla deme noktasına getirdi.   İrili ufaklı tüm kurumlarla birlikte o değerler de güzel atlara binip gittiler. Hasılı, değerler sistemi ciddi bir biçimde zarar görmüş, en temel meselelerde bile ‘iyi nedir-doğru hangisi’ sorularına birbirinin zıddı cevap veren 80 milyonluk bir kalabalığa dönüştük.  Herhangi bir ortak kodu olmayan bir memleketle baş başayız. Yani bugün size bu toplumu verseler “Al yönet” deseler, sormanız gereken soru şu olmalı, “Hangisini?”   Yirmi yıla yayılmış bir yarılmanın, siyasal çılgınlığın ardından önümüzdeki dönem için bu derin yırtığı bir yerden dikmek gerekiyor. ‘İnceldiği yerden kopsun’ diyenler de vardır, bu yazı onlara değil.  Bu yarığın geri dönülemez bir biçimde açıldığını gördüğüm 2010 yılında ‘Büyük Tanışma’ diye bir yazı dizisi hazırlamıştım Habertürk’te. Toplumu oluşturan her bir siyasal, toplumsal ya da etnik kimliğin en kötü üyesi tarafından temsil edildiği bir derin düşmanlaşmanın ancak büyük ve derin bir tanışmayla giderilebileceğine inanıyordum. O zaman gereken oydu ama şimdi, bunca acı, bunca haksızlık, bunca arsızlıktan sonra ve siyaset tarafından fabrike edilmiş bu kıyasıya kutuplaşmaya karşı, memleket hakikaten ve her anlamda yangın yeriyken, bir toplumu ayakta tutan birlikte yaşama niyeti ciddi hasar görmüşken... Geriye tek bir seçenek kalıyor: Radikal sevgi politikası.   Türkiye’nin önden gidip Hindistan ve İtalya ile neredeyse eşzamanlı yaşadığı ama bugün en olgun sayılan demokrasileri de içine alan bir kriz süreci yaşanıyor. Niyesi kapitalizmin ve temsili demokrasinin, ulus devletin kriziyle, iletişim teknolojileriyle, daha da birçok şeyle ilgili. Fakat hasar görmüş toplumsal mutabakatlarla ve bunun korkunç siyasi sonuçlarıyla ilgili ne yapılacağı konusunda şu ana kadar bulunan ve çalışan tek yöntem, reconciliation. Bu sözcük barışmak, uzlaşmak, arınmak, yüzleşerek affetmek gibi kavramları içeriyor. Bu kavramı Türkçe’ye çevirmek değil, ama Türkçeleştirmek mümkün. Helalleşme, bu politik araç için bulunabilecek en iyi kavram. Çünkü hepimiz, birbirimizden ne kadar farklı olsak da helal etmenin ne demek olduğunu ve ne demek olmadığını (bakınız taksici hikâyesi) biliyoruz. İnsanı çirkinleştiren ve bunu yaparken kavgadan beslenen bir siyasal iktidarın kurbanı olmuş 80 milyonluk kaotik kalabalığı tekrar bir topluma dönüştürmek için bir helalleşme niyeti yaratmaktan başka çare yok.   Geçtiğimiz ay İngiltere’de ilerici bir düşünce kuruluşu, bütün dünyadan derlenen, demokrasiyi kurtaracak beş deneyim üzerine hazırladığı rapora bir ön yazı yazmamı istedi. Böylece Ateş İlyas Başsoy’un hazırladığı, CHP’nin örgüt içi eğitim için kullandığı radikal sevgi broşürünün İngilizcesini ilk kez gördüm. Bugün büyük şehirlerin insan gibi belediyeleri ve belediye başkanlarının seçim sürecinde radikal sevgi kavramını reel politikaya nasıl uyarladıklarını hatırlayınca helalleşme çağrısının da nasıl bir farklılık yaratabileceğine dair fikir oluşabilir. Bir siyasal umut kaynağı olarak baktığımız belediye başkanlarının her biri, nefret, öfke ve düşmanlıktan beslenen bir politik istilaya karşı kardeşliğin, güzelin, iyinin, neşenin pek insanca dilini kullanıp karşı tarafı silahsız bırakarak başardılar. Bu, sadece umut politikası değil, daha ötesi. Radikal sevgi de bu demek zaten: Normalde sevmemen gerekeni, kökten bir karar ve kararlılıkla sevmeye başlamak.  Türkiye gibi bir ülkede, elbette farkındayım, bunun adına sevgi politikası derseniz sizi tefe koyarlar. Ama olan bu, yapılan bu ve çalışıyor. Hatta uzun zamandır ilk kez bir politika çalışıyor ve siyasi söylem ilk kez muhalefet tarafından belirleniyor. Karşı tarafı, kendini ‘gerçek halkın temsilcisi’ olarak tarif eden tarafı “Ben helalleşmem” diyecek durama düşürmek başarıdır. Çünkü vaktiyle Nazi döneminin propaganda sorumlusu Goebbels’in dediği gibi kendi halinde insanlar kavga etmek istemezler, onları kavga ettirmek için yeterince korkutmanız ve kandırmanız gerekir. Halk, helalleşmek ister. 

Seküleri zor

Helalleşmenin dini referans içermesinden rahatsız olanlar olmuş, fakat uzlaşma, barışma diye Türkçe’ye çevrilen reconciliation kavramı da öyledir. Hem zaten bu kadar büyük çatışmaları, çelişkileri bugün çözecek ve hemen çalışacak, şöyle ağzımıza layık seküler kavram zor buluruz. Zira, kalabalıklar kalbî meselelerini hala mistik referanslarla anlıyor, anlatıyor, çözüyor. Üstelik, helalleşmek dini değil, kültürel bir kavramdır. Haksızlıktan, kırgınlıktan ve kavgadan sonra sulh olmanın yöntemidir. Hukuk minimum ahlaktır, yani hukuk kurallarına başvurmak anlaşmazlıklarda son çaredir. İnsan ilişkileri içinde minimum ahlaka dayanarak adaletsizliği önlemek ya da işlenmiş bir haksızlığı insani ilişkiler çerçevesinde, temel adalet duygusuyla çözmek mümkünse hukuka başvurmak gerekmez. Helalleşme, bu yolun, İstanbul plazalarından Kars’ın en küçük köyüne kadar herkesin anlayacağı adıdır. Şimdi politikada, özellikle de 2023 öncesi bize gereken böyle bir kültürel aracın siyasal bir dalgaya dönüştürülmesi. 

Affetme değil

Bu çıkışın taktik bir güzelliği de var. Helalleşme bu yıkımın en tepedeki sorumlularına yönelik yapılmış bir hamle değil. Dolayısıyla son derece ciddi hukuki sorumlulukları olanları affetmekle ilgili bir girişim değil. Bu bakımdan da bu radikal sevgi söylemi enteresan bir hamleyle siyasetin tepesiyle kavga etmek yerine tabanına konuşuyor. Bu önemli bir taktik değişimidir ve 20. yüzyıldan alışık olduğumuz, temsili demokrasinin liderleri arasındaki konuşmaya-atışmaya dayanan paradigmayı aşar. Bu, 21. yüzyılda derinleşmeye başlayan temsiliyet krizini avantaja çevirir ve siyasetin tepesine şunu der: “Güzelim, sen artık onları temsil etmiyorsun!” (Bunu yazarken gülesim geldi.)  Şili’den Hindistan’a kadar her yerde bu konuda konuşmalar yapıp insanları dinlediğim için söyleyebilirim: Yalnız değiliz. Herkes bu meseleyle, bu siyasi ve ahlaki çılgınlığın yarattığı delice kutuplaşma ile baş etmenin yöntemini arıyor. Bu, bir siyasal pandemi ve şu ana kadar bulunabilen tek aşı, radikal sevgi politikası. Dolayısıyla ‘içinde ne var bilmiyoruz’ demeden önce faydalanmaya bakmalı. Fakat bu, kararlılıkla, hep beraber ve tutarlılıkla çalışabilecek bir politika. Böyle olabilmesi için de hepimizin, kendi içinde bir yere varması gerekiyor. Neye inanıyorum, neyden vazgeçemem, ahlaki olarak asgari müştereklerimiz nedir, bunları cevaplamamız gerekiyor. Bu da duygu politikaları ile ilgili bir mesele. Türkiye’de ilericiler tarafından çok konuşulmayan bir mesele ama artık konuşulmalı. Zira, gerçeklerin kitleleri ikna etmediği, hakikatin parçalandığı, insanların birbirine düşman edilerek iktidarın sağlamlaştırıldığı böyle bir düzende bizim de kalpten yana söyleyecek bir sözümüz olmalı. Söyleyeceğiz de. Helalleşme çağrısı bu bakımdan önemlidir. Çünkü insanları bir yere çağırır, kalbe yakın bir yere. ‘Biz bu kadar kötü değiliz, olmak da istemiyoruz’ gibi bir arınma noktasına. Umut bir gerçek değil, bir enerjidir nihayetinde ve politika bu enerjiyi üreterek yapılır. Helalleşme doğru ve ısrarlı anlatılırsa o arınma ve barışma noktasında buluşanların sandığımızdan daha çok olacağına inanıyorum. Buna ‘inanıyorum’. Çünkü bu mesele, insana inanma meselesidir. Albert Camus’nün dediği gibi ‘insanla insanca bir dilde konuştuğunda anlayabileceğine dair bir temel inanç’ gerektirir. Bu her zaman çalışmaz ve topyekûn faşizm tam da oradan sürgün verir. Eğer öyle bir akıbet istemiyorsak inanmak, inanmayı seçmek zorundayız. Herkes birbirine ve özellikle de bir çıkış yolu önerenlere karşı biraz daha şefkatli olacak ve biz şefkat ve nezaket politikasını da konuşacağız. Olacak bu iş. Olduracağız, başka çare yok.
Ece Temelkuran
Ece Temelkuran