Eşinden şiddet gören Nahide Opuz’un 2002’de Türkiye’yi AİHM’ne şikayeti, dünya kadınlarını şiddetten koruyan bir sözleşmeyi doğurdu. 45 ülke bu sözleşmeye imza attı. Ve Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nin 10’uncu yılında bir gecede sözleşmeden çıktı!
Kadına yönelik şiddet, Türkiye’nin ne yazık ki gündeminden hiç düşmeyen en acı yarası. Her gün kadına yönelik şiddet haberlerinin olduğu bu ülkede 20 Mart’ta -ki bu tarihi kadınlar hiç unutmayacak- gece yarısı 02.00’de İstanbul Sözleşmesi feshedildi! Hukukçular konunun ‘hukuksuzluğu’; kadınlar ve kadın örgütleri de ‘yaşam hakkı’ için tepkililer. Gerçek bir davadan doğan İstanbul Sözleşmesi; tam adıyla Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. Başta Türkiye olmak üzere birçok devlet bu anlaşmanın altına imza koydu. Tabii ki İstanbul Sözleşmesi bugüne kadar Türkiye’de tam anlamıyla uygulansaydı, Ayşe’ler, Emine’ler, Özgecan’lar, Şule’ler, Ceren’ler, Pınar’lar ölmezdi; bugün onlar gibi yüzlerce kadını istatistik olarak raporlaştırmazdık!
Her şey Nahide Opuz’un başvurusuyla başladı
İstanbul Sözleşmesi, Nahide Opuz’un hikayesiyle hayat buldu. Opuz kendisine çeşitli bahanelerle şiddet uygulayan kocasını 36 kez devlet makamlarına şikayet etti. Kocası tarafından saldırıya uğrayan Opuz’un şikayetlerinden sadece 7’si kayıt altına alındı. Ama kocası her defasında bir bahane bulup, kurtuldu. Örneğin; “Eve geldim, karım annesindeydi, aradım geldi, yemek yapmamıştı, kavga ettik, ona bana getirdiği meyve tabağındaki bıçakla vurdum” gibi bahaneler... Ve karısını yaralamaktan 3 taksitle ödeyeceği 800 lira ile kurtuldu. Bu saldırılar yıllarca sürdü. Opuz şikayet etti ama savcılık, “Delil yok” diye kamu davası açmayı reddetti, koruma ve tedbir taleplerini görmedi. Annesi kızının yaşadıklarını ve çaresizliğini görünce Nahide’yi başka bir şehre taşınmaya ikna etti. Kızının eşyalarını araca yüklerken, damadı tarafından öldürüldü. Koca yine kendini kurtardı! Mahkemede kendini “Eşimin annesi ahlaka mugayir işler peşindeydi” diyerek savundu; tahrik ve iyi halden 20 küsur yıl cezayı yatmadan serbest bırakıldı.
Tam 36 kez başvurdu
36 kez devlet makamlarına başvuran ama gerekli desteği alamayan Nahide, 2002 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) dava açtı. AİHM, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hakkındaki kararını 9 Haziran 2009’da verdi: Türkiye, vatandaşını koruyamamıştır. İşte Türkiye o dönemde, kadınları koruyamadığı için İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı oldu. Saldırganın; “Eve geldim, karım annesindeydi, yemek yoktu, çağırdım, münakaşa çıktı, bıçakladım” cümlesi, sözleşmeye “toplumsal cinsiyet rolleri şiddete gerekçe olamaz” diye girdi. Türkiye’de bu sözleşmenin feshedilmesinden sonraki 2 günde 6 kadın cinayeti işlendi. 2020 yılında 300 kadın erkek şiddeti nedeniyle yaşama veda etti. Kadınların yaşam hakkı için İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacımız var.
"Kadın haklarıyla ilgili 'Altın Standart' çöpe atıldı"
Avukat Aslıhan Tekin - Avrupa Kadın Lobisi ve Kadın Koalisyonu Türkiye Koordinasyonu Brüksel Temsilcisi Öncelikle İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet için neden önemli? ‘İstanbul Sözleşmesi’, kadın ve kız çocuklarına yönelik her türlü şiddetin uluslararası düzeyde önlenmesi ve bunlarla mücadele edilmesine ilişkin yasal olarak bağlayıcı ilk uluslararası araçtır. Kadına yönelik şiddete karşı sıfır toleransa odaklanmış bir insan hakları aracı olarak sadece Avrupa’da değil, dünya genelinde ‘altın standart’ olarak gösterilir. Şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi, sözleşmenin temel taşlarını oluşturması açısından çok önemli bir güvence. Sözleşme, ev içi (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik) şiddet, kadınların sünnet edilerek genital olarak sakatlanması, zorla ve küçük yaşta evlendirilme, cinsel taciz, taciz amaçlı takip, kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlama gibi olguları suç olarak düzenliyor. Ayrıca bunların cezalandırılmasını öngörerek Türkiye’de ve Avrupa’da kadının insan hakları açısından güvence altına alınmasını sağlıyor. Sözleşmenin odağında kadına yönelik şiddetin önlenmesi olmakla birlikte; ev içi şiddet mağduru olan LGBTİ+, erkekler, çocuklar ve yaşlılar için de sözleşmenin uygulanmasına yönelik taraf devletleri teşvik ediyor. Bu sözleşme AK Parti döneminde imzalandı. İstanbul Sözleşmesi’ne Türkiye nasıl müdahil olmuştu? Türkiye, sözleşmeyi herhangi bir maddeye çekince koymaksızın imzalayan ve onaylayan ilk ülkeydi. Kasım 2010 - Mayıs 2011 döneminde Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı’nı Ahmet Davutoğlu üstlenirken, 2010-2012 dönemi için Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı’na ise dönemin AK Parti milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu seçildi. İstanbul Sözleşmesi Türkiye’nin ev sahipliğinde organize edilen toplantılarla imzaya açıldı. Kaç ülke imzalamıştı? Bugün itibarıyla, Avrupa Konseyi üyesi 45 devlet imzaladı ve 34 devlet onayladı. AB üyesi 27 ülke tarafından imzalanıp 21’i tarafından onaylanan sözleşme Avrupa Birliği tarafından da 13 Haziran 2017’de imzalandı.
Türkiye karar değişikliğine davet ediliyor
Bu karar AB ve Avrupa Konseyi’nde nasıl algılanıyor? Büyük tepkiler geldi ve gelmeye de devam ediyor. Tepki gösterenlerin arasında AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Yüksek Temsilci/Başkan Yardımcısı Josep Borrell, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Başkanı Rik Daems, Avrupa Parlamentosu Raportörü Nacho Sanchez, Kadın Erkek Eşitliği ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komitesi Başkanı Evelyn Regner ve birçok ülke üst düzey yetkilileri var. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejcinovic Buric ise bu kararı, Türkiye’de büyük bir gerileme olarak ifade etti.Türkiye’de kadınların korunmasını için nasıl bir yol izlenmeli? Kadın hareketi emeğiyle, kazanımlarıyla, birlikte hareket edişiyle kazandığı hakları korumaya devam ediyor. ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ demeye devam ediyoruz. Haklarımızdan vazgeçmiyoruz. Sözleşme, tüm seviyelerde önleme, koruma ve entegre politikalar kapsamında bir çerçeve sağladığı için sözleşmenin çizdiği yolu izlemeye devam edeceğiz. Görünen o ki bu karar politik. Bunu nasıl yorumlamak gerekiyor? Türkiye ve dünya nüfusunun diğer yarısını, yani tüm kadınları denklemin içine katmamak gibi basit ama sonuçları büyük bir işlem hatası yapıldı. Toplumsal cinsiyetin ana akımlaştırıldığı; toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme ile sözün ucunun nereye gittiğini hesaplayabilen, kapsayıcı ve hak temelli politikalara dayandırılmış eylem planlarının ekonomik etkisini öngörebilen bir siyasi zemine ihtiyacımız olduğunu görüyoruz. Bu sözleşme Türkiye’de gerektiği gibi uygulanmıyordu. Bu sözleşmeyi uygulayan ülkelerde ne değişti? Bu sene İstanbul Sözleşmesi’nin 10. yılı sebebiyle Avrupa’nın dört bir yerinde İstanbul Sözleşmesi’nin kazandırdıklarına yönelik toplantılar, eylemler, kutlamalar organize ediliyor. Örneğin onaylayan 23 ülkeden 22’sinde (yüzde 96) politika ve mevzuat alanında olumlu değişiklikler tespit edildi. Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Letonya, Litvanya, Slovakya, AB İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladı, şimdi katılımı gerçekleştirmeye odaklanıldı.Türkiye bu anlayışla AB ile yeni bir sayfa açma şansını da kaybetti mi? Türkiye’yle AB ilişkileri uzun süredir bir durgunluk içinde ve özellikle ekonomik ilişkilere ve mülteci krizi üzerinden izlenecek politikalara öncelik veriliyor. AB tarafı, reform yapmaya, insan hakları ve demokrasi özelinde Türkiye’yi aday ülke olarak somut adımlar atmaya çağırıyor. Bugünler Türkiye için çok kritik. AB ve Türkiye arasında pozitif bir gündem yaratarak ilişkileri canlandırmaya; Türkiye’nin AB’ye üyelik hedefine yönelik adımlar atmaya davet edildiği bugünlerde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma yönünde bir kararın çıkması tepki yarattı. Türkiye’de kadın hareketine büyük bir destek yağıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmemesi gereğine vurgu yapılırken bu kararın geri çekilmesi için Türkiye’ye yol gösteriliyor. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili bu sözleşmeden çıkmak başka sözleşmelerden de çıkılabileceği anlamına geliyor mu? Böyle bir uluslararası sözleşmeden çıkma iradesini beyan etmek herhangi bir uluslararası sözleşmeden çıkılabileceği yönünde bir irade beyanıdır. Sadece Türkiye için değil, Avrupa ve küresel bağlamda tüm kadınlara ve insan hakları savunucularının hak temelli mücadelesine ve bugüne kadarki kazanımlarına karşı bir tehdit olarak okunuyor. Türkiye’nin AB üyelik hedefinde ısrarlı ve bağlı olduğuna dair adım atması beklenirken; böyle bir kararla ortaya çıkması içinde bulunulan durumu sadece daha geriye götürülebilir. AB üyelik sürecinin getirdiği çerçeveye aykırı hareket etmek Türkiye’yi üyelikten daha da uzaklaştırır. Bu kararın ve var olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma yönündeki söylem ve taleplerin derhal durdurulması ve daha fazla zarar vermeden bu kararın geri çekilmesine odaklanıp İstanbul Sözleşmesi’nin hala yürürlükte olduğuna vurgu yaparak uygulanması yönündeki taleplerimizi her düzlemde devam ettiriyoruz. Türkiye- AB ilişkileri hiçbir zaman şansa bağlı olmadı, hak temelli mücadele ve kazanımlara dayandırıldığında AB ilişkileri rayına oturacaktır. Sizle konuşurken Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne Türkiye’nin resmi olarak İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilme bildiriminde bulunduğu haberini aldık. Bu tarihsel hatadan hızla dönülmesi için mücadeleye devam edeceğiz.
"Çok kadının emeği var"
Dr. Selma Acuner - Avrupa Kadın Lobisi YK üyesiİstanbul Sözleşmesi’nin oluşumunun tanıklarından birisiniz. Bu sözleşmede Türkiye’deki kadın hareketinin rolü neydi? İstanbul Sözleşmesi’nin gündeme geldiği 2009 yılında, merkezi Brüksel’de olan Avrupa Kadın Lobisi’nin (European Women’s Lobby- EWL) yönetim kurulu üyesi ve Türkiye Koordinasyonu’nun uluslararası ilişkiler koordinatörüydüm. O dönemde bu oluşumun Türkiye koordinatörlüğü görevini de İlknur Üstün yürütüyordu. Avrupa Kadın Lobisi’ni anlatabilir miyiz, herkes bilmiyor? EWL, AB üyesi ülkelerden 2000 üzerinde kadın ve sivil toplum örgütünün yer aldığı bir şemsiye örgütlenme. Avrupa’daki cinsiyet politikalarını eşitlik hedefiyle etkilemeye çalışan geniş bir yapı. EWL içinde, o dönemde, İstanbul Sözleşmesi ana gündem maddelerinden biriydi. Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddetle ilgili bir hazırlık içinde olduğunu Türkiye’de duyurduk. Bir yandan da CAHVIO üyesi olan Prof. Dr. Feride Acar ile düzenli iletişim halindeydik. Mesela bu süreçte Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Sema Kendirci Uğurman’ın ev sahipliğinde ülke genelinde kadınların bir araya gelip görüşlerini paylaştığı toplantılar gerçekleştirildi. Dışişleri Bakanlığı bütün üniversitelerden görüş istedi ve kadın hakları konusunda çalışan akademisyenlerden de görüş alındı. O dönemde BM Kadına Karşı Şiddet Raportörü olan Prof. Dr. Yakın Ertürk de sürecin içinde yer alan kişiler arasındaydı. Adı İstanbul Sözleşmesi ancak dünya kadınlarını ilgilendiren bir sözleşme. Aynen. Dünya kadınlarının hayatları için güç birliği yaparak yazdıkları bir Avrupa Konseyi sözleşmesi ve Türkiye’deki kadınların yazım aşamasında etkin rol oynadığı bir sözleşme. Bir tür dünya kadınlarının şiddeti durdurmada ortak sözü oldu bu sözleşme.