İstanbul Modern, bir kez daha dünya çapında ünlü bir ‘dahi’ sanatçıyı ağırlıyor; sanat yapıtlarının ancak izleyiciyle karşılaştıklarında tamamlandığını dile getiren ve bu nedenle izleyicinin aktif katılımının yapıtların ana bileşeni olduğuna dikkat çeken ve çalışmaları, sanatın dünya genelindeki anlamını ve geçerliliğini soruşturan İzlandalı-Danimarkalı ‘aktivist’ sanatçı Olafur Eliasson’un, Türkiye’deki ilk sergisine 7 Haziran 2024-9 Şubat 2025 tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor.
Ana sponsorluğunu Eczacıbaşı Topluluğu ve VitrA’nın üstlendiği Senin beklenmedik karşılaşman adlı kapsamlı sergide, yeni üretimler de dahil olmak üzere 40’a yakın yapıt yer alıyor. Eliasson’un 30 yıllık sanatsal pratiği boyunca odaklandığı su, ışık, renk, algı, hareket, geometri ve çevre gibi konulara odaklanan serginin küratörlüğünü, müzenin küratoryal ekibinden Öykü Özsoy Sağnak, Nilay Dursun ve Ümit Mesci üstleniyor.
Sanatçı Olafur Eliasson’un (d. 1967) yerleştirmeler, resimler, heykeller, fotoğraflar ve filmler içeren geniş kapsamlı sergileri, 1997’den bu yana dünyanın farklı yerlerindeki önemli müzelerde yer aldı. Sanatçı, 2003’te 50. Venedik Bienali’nde Danimarka’yı temsil etti ve aynı yıl Londra’daki Tate Modern’in Turbine Hall alanında The weather project adlı yerleştirmesiyle yer aldı. Eliasson’un kamusal alandaki çalışmaları arasında The New York City Waterfalls (2008), Ice Watch (2014) ve Fjordenhus (2018) gibi çalışmalar bulunuyor. Eliasson, 2012’de “Little Sun” adlı sosyal girişimi, 2014’te ise mimar Sebastian Behmann ile birlikte sanat ve mimarlık ofisi Studio Other Spaces’ı kurdu. 2019’da Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) İyi Niyet Elçisi seçildi. Kurucusu olduğu Berlin merkezli Studio Olafur Eliasson, zanaatkârlar, mimarlar, arşiv uzmanları, araştırmacılar, aşçılar, sanat tarihçileri ve teknisyenlerden oluşan geniş bir ekibe ev sahipliği yapıyor. Sürdürülebilirlik ve küresel ısınma gibi konulara her geçen yıl çalışmalarında daha da önem veren Eliasson ve stüdyosu, bu temalarla ilişkili kavramları sanatsal olarak çözümlemenin ötesinde, yapıt üretimi ve sergi düzenleme süreçlerinde de karbon ayak izini azaltmak için önlemler alıyor.
Olafur Eliasson ile Senin beklenmedik karşılaşman adlı sergisinin yanı sıra sanat anlayışı ve iklim aktivizmine dair de konuştuk.
Sanat eserleriniz çoğunlukla algı ve deneyim temalarıyla bağlantılı. Başlangıçta sizi bu kavramları keşfetmeye iten şey neydi ve kariyeriniz boyunca bakış açınız nasıl gelişti?
Sanat pratiğimde algı ve deneyim fikirlerini uzun zamandır araştırıyorum. Özellikle renk algısının öznelliği ilgimi çekiyor, örneğin Senin beklenmedik karşılaşman’da sergilenen 1997 tarihli Room for one colour (Tek renk için oda) çalışmasında tüm alan, renk algınızı sarı, siyah ve gri tonlarına indirgeyen sarı bir renkle kaplanıyor. Orada ne kadar uzun süre kalırsanız, ince farkları o kadar çok görmeye başlıyorsunuz ve gözleriniz renge uyum sağlayarak, sarı tonu bir dereceye kadar düzelten bir tür beyaz dengesi gerçekleştiriyor. Bana göre bu, algımızın koşullara bağlı olduğu gerçeğini açık hale getiriyor.
Işığı, suyu, havayı, alanı ve algıyı kullanımınız çoğu zaman sanatsal pratiğinizin merkezinde yer alıyor. Bu unsurlar Senin beklenmedik karşılaşman’daki sanat eserlerinde nasıl ortaya çıkıyor ve izleyicinin deneyimini şekillendirmede nasıl bir rol oynuyor?
Bu sergi için, birçoğu müzenin Boğaz’daki konumunu ve benim navigasyon ve okyanusa olan ilgimi yansıtan geniş bir eser yelpazesi seçtim. Ayrıca, ışık deneyleri ve 2024 tarihli Dusk to dawn, Bosphorus (Alacakaranlıktan şafağa, Boğaz) adlı cam çalışmayla bağlantılı yağlı boya veya sulu boyayla yapılan pek çok renk deneyi de var. Geometri araştırmalarım aynı zamanda mekanla ve onu nasıl oluşturup yön bulduğumuzla da ilgili. Less ego wall (Daha az ego duvarı) (2015) gibi bir çalışma, fiziksel bir sınır görevi görürken görüntüleri kaleydoskobik olarak karıştıran ‘aynalar ile karmaşık, alanı dolduran bir çok yüzlü’ kullanarak, mekansal farkındalığımızı karmaşıklaştırıyor.
İstanbul tarihi ve kültürüyle çok zengin bir şehir. Öte yandan İstanbul Modern de eşsiz bir mimariye sahip. İstanbul şehri ve İstanbul Modern’in kendine özgü bu karakterleri bu sergide yer alan sanat eserlerini ve yerleştirmeleri nasıl etkiledi?
İstanbul’un Boğaz’daki eşsiz konumu çok ilgimi çekiyor. Navigasyon, yönlendirme ve deniz temaları uzun zamandır sanatsal pratiğimin merkezinde yer alıyor ancak benim için bu şehirde bu temalar özel bir yankı da uyandırıyor. Senin beklenmedik karşılaşman’da ziyaretçiler, sanat eserleri arasında yön bulmanın ardından dikkatlerini, dünya çapındaki destinasyonlara giden gemilerin geçtiği dışarıya çevirebiliyor. Benzer şekilde, dalgaların karaya attığı odunları içeren birçok çalışmaya yer verdim. Bu büyük ağaçları yıllar içinde İzlanda kıyılarından topladım; Arktik Okyanusu’nda uzun mesafeler katettikten sonra karaya vuruyorlar. Büyüleyiciler; yıpranmış yüzeyleri rüzgar, su ve güneş tarafından ağartılmış ve şekillendirilmiş. Bunlar için, insan yerine doğanın şekillendirdiği sanat eserleri diyebilirsiniz. Son yıllarda, dünyalarımızı ‘insan-olmayanlarla’ nasıl algıladığımız ve birlikte nasıl yarattığımız konusuna giderek daha fazla ilgi duymaya başladım.
“Sanatı bir dil olarak görüyorum”
Bir sanatçı olarak, sanatın kendisi için yaratmak ile sanatı toplumsal yorum veya aktivizm için bir platform olarak kullanmak arasındaki dengeyi nasıl idare ediyorsunuz? Sergi bu anlamda herhangi bir özel mesaj veya harekete geçirici bir yan taşıyor mu?
Sanatı bir dil olarak görüyorum. Düşünmeyi kışkırtmanın veya başka şekillerde kolayca anlaşılamayacak bir şeyin hissedilmesine yardımcı olmanın bir yolunu sunuyor. Hepimiz bir sanat eserinin ruhumuza dokunmasını ve ondan etkilenmeyi biliriz. Bu gerçekleştiğinde, sanki bu fikirlere kendi başımıza ulaşmışız gibi hissederiz. Eser bizi anlamın ortak üreticisi olarak görevlendirir. Bu, bir şeyin bize kelimelerle açıklanmasına nazaran daha doğrudan ve anidir. Sanat soyut olanı somut hale getirebilir. Size buzulların eridiğini söyleyebilirim ya da Buzulların Erimesi Serisi, 1999/2019’da olduğu gibi, yirmi yılda buzulların ne kadar eridiğini gösterebilirim. Veya The presence of absence pavillion (Yokluğun
varlığı pavyonu), 2019’da bir adım daha ileri giderek, sizi erimiş buzdan kalan ‘boşlukla’ temasa geçirebilirim.
“Sanat, hikayeler anlatarak öznel kararlarımızı şekillendirebilir”
Ice Watch (Buz Gözlemi) projeniz, Grönland buz parçalarını kamusal alanlara taşıyarak izleyicileri iklim değişikliğinin somut etkileriyle buluşturmuştu. İzleyicilerin, özellikle çevre aktivizmi bağlamında çalışmalarınızı deneyimlerken ne elde etmelerini umuyorsunuz?
Jeolog Minik Rosing ile üç kez buz gözlemi yaptık. Bu devasa buzul bloklarını Grönland’dan kamusal, kentsel alanlara getirerek, yoldan geçenleri eriyen buzla doğrudan etkileşime geçmeye davet ettik. BM IPCC’nin İklim Değişikliği’ne dair beşinci raporunun yayınlanmasına dikkat çekmek amacıyla, Grönland’daki Nuup Kangerlua fiyordunun sularından, serbest yüzen buzullardan kopan birkaç bloku çekip 2014’te Kopenhag’daki kamusal alanlara taşıdık. Bu kırılgan ama güzel buz bloklarıyla karşılaşmanın iklim değişikliğinin etkilerini bir şekilde hissedilir hale getireceğini umuyordum. Sanatın hikayeler anlatarak öznel kararlarımızı şekillendirmeye yardımcı olabileceğine inanıyorum.
Sergiyi 9 Şubat’a dek İstanbul Modern’de ziyaret edebilirsiniz.