Yıllar önce İzlanda’ya seyahate gitmiştik, gitmeden evvel elbette dersimize çalışmış ve bölge insanının epey rasyonel bir bakış açısı olduğu bilgisini almıştık. Nitekim daha otele girer girmez resepsiyondan bir broşür rica ettim. Kız "Nerenin broşürü?" dedi. E otelin dedim. Hangi otelin dedi. Ben şok. E bu otelin? dedim. Meğer Etiler kadar Reykjavik'te aynı otel zincirinin birkaç oteli daha varmış. Kız haklı beyler! Ertesi sabah aynı kıza hava durumunu öğrenebilir miyim? diye sordum, düşün o zamanlar Google yok! Kendim kaşındım. Nerenin? Reykjavik’in. Hangi bölgesinin? Ay sokak sokak değişiyor mu burada hava yahu? Balina izlemeye gidecekseniz okyanusun, dağa kızak turuna çıkacaksanız dağların, şelalelere gidecekseniz oralarınki farklıdır. Kız yine haklı beyler.
Ah İzlandalılar!
Restorana gittik, Cem Yılmaz parodisi gibi hikaye! Arkadaşımız garsona karides sipariş edip "Doyar mıyım?" diye sordu. Bu defa garson ve biz şok! Gerçi Türkiye’de garson yeter der, az gelir der, ortaya yaptırayım der, sorumluluk alır. Ne de olsa bir fikri vardır öğün alışkanlarımıza dair. İzlandalı garsonda gözler fal taşı, "Ben nereden bileyim?" dedi. Bazı anketler vardır, en sevdiğiniz yemek nedir, en sevdiğiniz renk hangisidir diye. Hiç cevap veremem, İzlandalılar da veremez tahmin ediyorum! Sanırım daha önce yazmıştım, İtalyan bir firma dev bir yumurta formunda, gayet özgün tasarımlı bir tabut tasarlamış, en sevdiğin ağaç fidanını veya tohumu seçiyorsun, sen tabutla beraber tohumun altında humusa dönüşürken tohum ya da fidan da senin sayende gübrelenip serpiliyor. Mezar taşın değil bir ağacın oluyor. Sen ağaç oluyorsun. Mezarlık da orman! Burada böyle bir imkan olsa hangi ağacı seçerdim diye düşünüp duruyorum. En sevdiğim ağaç hangisi? Sevdiklerimden eledim eledim, bizim buraya uygun ancak iki taneye kadar indirebildim. Bizim köyün adı Çıtlık, adını çıtlık ağacından almış. Çitlembik de deniyor. Celtis australis. Kanabis yani kendirgiller familyasından. Yaprak döküyor, siyah yemişleri yeniyor, 6-7 metrelere ulaşan, budanmazsa tek gövdeli, budanırsa çok gövdeli, gövdesi biraz huş gibi desenli bir ağaççık. Biraz da istilacı. Daha doğrusu hızlı çoğalan bir tip. Annemler çocukken birbirlerini zımbalamak için yemişlerini pipet ucuna koyup birbirlerine atarlarmış. Odunu işlenebildiği için kolye, nazarlık, baston gibi aksesuarlarda kullanılmış.
Müthiş ağaçlar var
Menengiç; pistachia terebinthus. Bizim buralarda epey yaygın. Gövdesini 3-4 kişi ancak kucaklayacağınız genişlikte gövdeleri ile yaşını başını almış, müthiş ağaçların yanında yaşıyoruz. Belki hatırlarsınız geçen senelerde insafsız, ahlaksız bir Akbük koyu işletmesi, engel oluyor diye tesisinin önündeki kaç yüz yıllık menengiçleri kesiverdi. Olay oldu ama esas olan ağaçlara oldu. Yaprak döküyor, baharda taze çıkan filizleri yenebiliyor. Pistachia lentiscus (sakız ağacı) ve pistachia vera (Antep fıstığı ağacı) ile akraba. Kırmızı yemişleri ile kurda kuşa sincaba, hatta insana faydalı enfes bir ağaç. Bizim evin bulunduğu vadi eskiden pazar yeri imiş, hatta Namnam Deresi yakın zamanda ıslah edilene kadar yağmurlarla taşınca bizim vadi göl olurmuş. Pazarın bazı yerlerinde kayıklarla gezilirmiş. Vadi yanındaki kayalıklarda mezarlıklar var. Hepsi kayalıkta değil elbet, bizim evin yanında da bir mezarlık var. Adı da Pazaryeri Mezarlığı. Dev iki tane menengiç ağacının etrafında üç beş mezar taşı. Menengiçlerden birinin altı hala müsait görünüyor. Gözüme kestirdim, muhtarla konuşacağım. Zaten koyun beni bir yumurtaya, tepeme de bir fide saplayıp öyle gömün desem imam ayrı, köylü ayrı yadırgar. Ben yine eski usul girerim toprağa ama en azından yerim evimin yanı, asırlık menengiç ağacının altı olur. Humusumu da kim isterse o kullanır! Zaten çok da bir şey çıkmaz benden. Eni topu 160 cm, o da yaşlandıkça kısalacak!