28 Mart 2024, Perşembe
12.11.2021 04:30

Son kale de düşer mi?

Fiyat istikrarı açısından maliye politikasının para politikası ile eşgüdüm içinde olmasının ne kadar önemli olduğunu son dönemde yaşadığımız gelişmeler bize bir kere daha gösterdi. Para politikasının hızla gevşetildiği bu dönemde bir de yüksek bütçe açıkları ve buna bağlı olarak artan iç borçlanma ihtiyacı karşımıza çıkacak olsaydı, kur ve faizlerin bugün olduğu yüksek seviyelerin bile çok daha üzerinde bir noktada olacağı kesindi. Bu nedenle ekonomi yönetiminde teknokrat kökeni ve temkinli yaklaşımı ile bilinen Hazine ve Maliye Bakanı Elvan’ın bugüne kadar mali performans açısından sergilediği tablonun katkısını azımsamamak gerekiyor.  Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 3.5 öngörülürken son durumda yüzde 1.5 civarında gitmesi birçok ürün ve hizmette sübvansiyon uygulanmasına ve/veya geçici vergi indirimlerine gidebilme esnekliği sağlıyor. Nitekim Elvan son açıklamasında, vergi indirimleri ve fiyat ayarlamalarıyla 125 milyar liralık kamu gelirinden vazgeçildiğini belirtmişti. Bu noktada 90’lı yıllarda uygulanan sübvansiyon politikalarına benzer uygulamaları sağlıklı ve sürdürülebilir bulmadığımı belirtmeliyim, ama bu ayrı bir yazının konusu.  Bu durumun enflasyonu baskılamanın yanında iç borçlanma baskısını azaltmaya da yardımcı olduğu gözleniyor. 2020 yılında iç borç çevirme (yeni iç borçlanmanın yapılan iç borç geri ödemesine kıyaslanması) oranı yüzde 145.3 ile 2001 krizinden beri görülen en yüksek orana işaret etmişti. Bu yıl ise, iç borç çevirme oranlarında bütçe performansına bağlı olarak gerileme gözlenirken, Ocak-Ekim gerçekleşmesi yüzde 93.3 ve son 12 aylık oran ise yüzde 87.9 ile belirgin iyileşme gösterdi. Bu ise, ilk on ayda piyasaya 25 milyar TL bırakıldığı anlamına geliyor.  Hazine önceki günlerde 2021 yılı borç geri ödemeleri ve finansman programı tahminlerini güncellerken, 2022 yılı programı büyüklüklerini de yayınlamıştı. Buna göre, bu yıl iç borçlanma 541.6 milyar TL, dış borçlanma ise 77.6 milyar TL olarak planlanmıştı. İlk dokuz aylık dönemde bütçe performansının beklenenden iyi olması ve itfa gerçekleşmesinin öngörülenden 37 milyar düşük kalmasıyla iç borçlanma yaklaşık 161 milyar TL düşüşle 380.3 milyar TL tahmin edilirken, dış borçlanmanın ise 83.4 milyar TL ile program tahminini aşması bekleniyor. Gelecek yıl ise iç borçlanma 397.1 milyar TL ve iç borç çevirme oranı yüzde 103 öngörülüyor. Dış borçlanma ise eurobond ihracı olarak 11 milyar dolar seviyesinde planlanıyor.  Bu noktaya kadar bu yılın bütçe performansını övdüm ama, son dönemde gelecek yıl bütçe açığının belirgin yükselebileceğini düşündüren açıklamalar gelmesi yukarıda bahsettiğim borçlanma hedeflerini gerçekçi görünmekten uzak kılabilir. Reuters’ın Kasım ayı başında yayınladığı habere göre, hükümet asgari ücret artışı, enflasyondan daha çok etkilenen dar gelirlilerin üzerindeki vergi yüklerinin azaltılması ve emeklilikte yaşa takılanlara yönelik düzenlemeyi de içeren bir dizi çalışma başlatırken, benzer ülkelerden daha iyi konumdaki bütçede genişlemeci adımlara hazırlanıyor. Reuters’a bilgi veren iki yetkiliden edinilen bilgiye göre de çalışılan önlemler arasında dar gelirli ve dezavantajlı grupların gelirinin artırılması, 2.000 TL altı emekli maaşı kalmaması, asgari ücret artışları, alt gelir grubuna vergi destekleri sağlanması yer alıyor. Artan enerji fiyatları kaynaklı olarak sosyal desteklerin de artırılması planlanırken, AKP döneminde ilk kez emeklilikte yaşa takılanlara sınırlı da olsa avantaj sağlanması yönünde bir çalışma da gündeme alındı. Yapılan çalışmanın sonucunda ortaya çıkacak maliyetlere göre hangi desteklerin sağlanacağına karar verilecek. Kısacası, son günlerde genişlemeci politikalardan yana esen siyaset rüzgarının şiddetini ne ölçüde artıracağı ve bütçe politikasına ne kadar yansıyacağı, başta ekonomi yönetiminde Elvan’ın fonksiyonunu daha ne kadar sürdürebileceği olmak üzere, gelecek yılın ekonomik görünümü açısından ana belirleyicilerden biri olacak gibi durmaktadır.

Asgari ücret, azami etki

Türkiye’de ücret gelişmeleri açısından izlenen en önemli göstergelerden biri asgari ücrettir. Asgari ücret, talebin yanı sıra büyük ölçüde maliyet kanalıyla enflasyonu etkilemektedir. Ayrıca, özel sektör ücret artışları için de referans niteliğindedir. Tarım dışı sektörlerde çalışan ücretlilerin yaklaşık yüzde 42.8’i asgari ücretli ve altı çalışanlardan oluşmaktadır. Bu oran sanayi sektöründe yüzde 50 ve inşaatta yüzde 53.9 düzeyindedir. Hizmet sektöründe asgari ücret ve altı çalışan oranı diğer ana sektörlere göre daha düşük görünmekle birlikte, konaklama ve yiyecek hizmetlerinde bu oran yüzde 72’ye ulaşmakta, benzer biçimde toptan ve perakende ticaret sektöründe yüzde 64 ile yüksek bir pay izlenmektedir. Türkiye’de asgari ücrete en duyarlı emek yoğun sektörler arasında; konaklama ve yiyecek hizmeti, diğer hizmet faaliyetleri, insan sağlığı hizmetleri, toptan ve perakende ticaret, idari ve destek hizmet faaliyetleri, giyim, mobilya ve deri sektörleri olarak belirmektedir.       TCMB’nin bu konudaki çalışmalarına göre, nominal asgari ücrete gelen yüzde 1’lik pozitif bir şok bir yıl sonunda tüketici enflasyonunu 0,06 ila 0,08 puan civarında yükseltmekte; etki büyük ölçüde iki çeyrek içerisinde tamamlanmaktadır. Analiz, ücret ve istihdam etkisini birlikte içeren toplam işgücü ödemeleri üzerinden yapıldığında ise, 1 puanlık pozitif şokun tüketici enflasyonunu bir yıl sonunda 0,2 puan artırdığı izlenmektedir. Dolayısıyla, son günlerde konuşulduğu gibi asgari ücrette yüzde 30 civarında bir artışa gidilirse bunun enflasyonist etkisi 3 ila 6 puan aralığında oluşabilecektir.