2016 Man Booker Ödülü finalisti, 2017 Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü ve 2014 İngiliz Pen Ödülü’nün sahibi Unutmanın Genel Teorisi romanının yazarı José Eduardo Agualusa, Türkçedeki ikinci romanı Yaşayanlar ve Diğerleri (Timaş Yayınları)ile raflarda. Pandemi günlerine ayna tutarak yaşadığımız çağın ruhunu, yaşamla ölüm arasındaki sınırı Mozambik Adası’nda bir araya gelen bir grup Afrikalı yazar üzerinden, büyülügerçekçi bir yolla anlatıyor. Adanın sokaklarında kendi yarattıkları kahramanlarla karşılaşan bu yazarlara ve bu fantastik hikâyeye dair tüm ayrıntıları Agualusa ile konuştuk.
Bu büyülü gerçekçi hikâyeye sizi götüren ne oldu?
Niyetim sözün gücü hakkında bir kitap yazmaktı, kurgunun gücü ile ilgili, İncil’de bulunan ilk cümlenin gerçek anlamından yola çıkarak bir şeyler yaratmak istedim: “Başlangıçta söz vardı.” Romanımda dünyayı yeniden başlatan şey kurgudur. Ayrıca bana edebi toplantılar ve festivaller evreninde biraz oynama ve Afrikalı yazarlara genellikle sorulan bazı sorular üzerinde düşünme fırsatı verecek bir roman yazmak, çok daha büyük ve anlaşılmaz soruları da kitabın sayfalarına bırakmak istedim; zaman, ölüm, hayatın amacı ve anlamı gibi konularla ilgili, felsefi bir yaklaşımdan ziyade daha eğlenceli ve neşeli bir dil kullanarak...
“Coetzee’den çok Marquez’im”
Yalnızlığı ve yalıtılmışlığı neden bir grup yazar üstünden anlatmayı tercih ettiniz?
Çünkü daha önce de söylediğim gibi bu kitap kurgunun gücüyle ilgili. Bu, evrenler yaratan insanlar olan hikâye anlatıcıları hakkında bir kitap ama bunun nasıl olduğunu bilmiyorlar. İstemsizce yapıyorlar. Bu da hiç kuşkusuz, belirli bir yalnızlık hissine sahip oldukları anlamına geliyor.
Bu romanın otobiyografik yanları neler?
Romandaki karakterlerden Daniel Benchimol, çocukluk anılarını ve daha birçok biyografik bilgiyi benimle paylaşıyor. Ama dünyaya bakış açısı nedeniyle benden uzaklaşıyor. Radikal feminist yazar gibi diğer karakterler bana, benim düşünce tarzıma çok daha yakınlar.
Sizin için “Coetzee ile Marquez’i karıştırın, Agualusa’yı elde edeceksiniz,” denmiş. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Coetzee’yi gerçekten seviyorum ve Garcia Marquez’i ise daha da çok seviyorum. Ancak Coetzee, Marquez’in tam tersi. Coetzee kısaca, titizlikle, yalın bir dille gerçekliği işleyen ve seksi biraz üzücü bir aktivite olarak gören Kalvinist geçmişe sahip bir yazar. Marquez ise, Hıristiyan dünyasının mucizelerini Afrika animist dünyasının mucizeleriyle harmanlayan, kreol dilini kullanan bir Afro-Latin yazar. Marquez’in gerçeğe ve hatta gerçekle ilgili hiçbir şeye bağlılığı yok. Onun taahhüdü ışık ve güzellik. Garcia Marquez’de seks bir parti gibi. Sanırım Coetzee’den çok Marquez’im.
Dublin Edebiyat ve İngiliz PEN gibi ödüller, Uluslararası Man Booker Ödülü finalistliği, 30 dile çevrilmiş olmak nasıl bir farkındalık yarattı?
Kitaplarımın dünyada karşılanış şekli değişti, değişmeye devam ediyor… Ama benim edebiyatla olan ilişkim hiç değişmiyor. Gençliğimde olduğu gibi aynı tutku ve neşeyle yazmaya devam ediyorum: Yazıyorum çünkü yazarken bulduklarıma şaşırıyorum. Hayat hakkında, insanlık hakkında, kendim hakkında keşfettiğim şeylere... Yazmak bir mucize. ∙
Yaşayanlar ve Diğerleri / José Eduardo Agualusa / Çeviren: Bengi De Sa Matos Paixao / Timaş Yayınları / Roman / 272 Sayfa