Yazının başlığını spekülatif bulabilirsiniz. Ama içinde bulunduğumuz durum ve işin ciddiyeti ancak bu başlıkla anlatılır gibi geliyor bize. O yüzden en son söyleyeceğimizi en başta belirtelim ki başlık yanlış anlaşılmalara sebep olmasın. Önümüzdeki dönemde ekmek fiyatı 5 TL olur mu olmaz mı şimdiden söylemek güç ama 2.5 TL seviyesinde kalması da pek mümkün gözükmüyor. Mümkün gözükmediği kanısına geçen hafta sonu Antalya’da gerçekleştirilen Türkiye Hububat Kongresi’ni izledikten sonra vardık. Kongreye, kamu, özel sektör paydaşları, çiftçi ve akademisyenler dâhil yerli ve yabancı yaklaşık bin delege katıldı. Ana temanın “İklim Değişikliği ve Küresel Salgın” olarak belirlendiği kongrede deyim yerindeyse tüm sektör temsilcileri eteğindeki taşları döktü. Biz de 5 oturumdan oluşan ve iki gün süren kongrede önemli notlar aldık. Bazı dönemler vardır ki bir şey ters giderken her şey üst üste gelmeye başlar. İşte bu aralar öyle bir sürecin tam ortasındayız. Son 2 yıla dönüp baktığımızda pandemi, tüm dünyada tarım ve gıda sektörü açısından piyasa dengelerini alt üst etti.
Fiyatları tetikleyen faktörler
Küresel iklim değişikliğinin olumsuz etkileri bu dengeyi daha da bozdu ve bozmaya devam edecek. Böyle bir ortamda ülkeler açısından tarım ve gıda, ulusal güvenlik meselesi haline dönüştü ve refleksler de ona göre gelişiyor. Çin, Mısır, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye gibi ülkeler arz açığına karşı stoklarını sağlamlaştırarak fiyat istikrarı sağlamak için ithalata yoğunlaşmış durumda. Arza yönelik riskler artarken, yükselen ithalat talebi piyasaları daha da alevlendiriyor. Lojistik tarafında yaşanan konteyner krizi, navlun fiyatlarındaki artış ve limanlardaki yoğunluk kısmen azalsa da fiyatlara baskısı hala sürüyor. Pandemide yaşanan kapanmalar sonucu duran ekonomi çarklarını harekete geçirmek adına Merkez Bankalarının izlediği genişlemeci para politikaları ise yatırım fonlarını tarımsal emtiaya da yönlendirdi. Bu faktörler tüm dünyada tarım emtia fiyatlarını dolar bazında yukarı çekerken, bunlar yetmezmiş gibi kurdaki sert yükselişler bizim tarafta işin tuzu biberi oluyor.Buğday 9 yılın zirvesinde
Şimdilerde, önümüzdeki döneme dair fiyatları yukarıda tutacak iki yeni riskli faktör daha var. İlki enerji sektöründeki darboğaz, ikincisi de buna bağlı olarak kimyevi gübredeki arz-fiyat dengesizliği. Gübre fiyatlarında yaşanan aşırı yükseliş tüm ülkelerin tarımsal üretimini yakından ilgilendiriyor. Yüksek maliyetli gübre demek, çiftçi açısından daha az kullanım sonucu düşük mahsul üretimi demek, bu ise daha da yükselecek gıda fiyatları anlamı taşıyor. İşte böyle bir ortamda buğday fiyatları son 9 yılın zirvesinde geziniyor. FAO Küresel Gıda Fiyat Endeksi’ne göre 4 aydır aralıksız yükselen buğday fiyatları, Ekim’de aylık bazda yüzde 5, yıllık bazda ise 38.3 arttı. Böylece Kasım 2012’den bu yana buğday fiyatlarında en yüksek seviye görüldü. FAO, Ekim ayındaki yukarı yönlü fiyat hareketlerinin temel gerekçeleri arasında başta Kanada, Rusya Federasyonu ve ABD olmak üzere büyük ihracatçı ülkelerde azalan üretim beklentileri, küresel pazarlarda daha zor bulunabilirlik riski, güçlü talep ile artan kaygı ve spekülatif yansımaları öne çıkarıyor. Türkiye’de de durum çok farklı değil. Buğday üretiminde son 14 yılın en kötü sezonunu geçiriyoruz. Buğday fiyatları hasat sezonuna göre neredeyse ikiye katlandı. TMO’nun ton başına 2.250 TL müdahale alım fiyatı açıkladığı ekmeklik buğday fiyatları borsalarda 4 bin 500 TL seviyesine yaklaşıyor. Kasım 2020’de 230 dolara ithal edilen buğday şimdilerde 350 dolar eşiğini aştı 400 dolara doğru gidiyor.
Kuraklık riski sürüyor
Kongrede, 2022 su yılının geçen yıla göre daha sıkıntılı geçebileceği noktasında uyarılar yapıldı. Buğday üretiminin yüzde 77’si kuru tarım alanlarında yapıldığı için kuraklık riski başta hububat ürünleri olmak üzere tüm tarımsal üretimi hala tehdit ediyor. Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Soylu, artık ekilişlerin ekim ayından kasıma kaymaya başladığına dikkat çekerken, “Maalesef bu yıl da ekilişlere olumlu başlayamadık. Gübre fiyatları çok yükseldiği için taban ve üst gübre kullanımında çiftçi ciddi şekilde frene basıyor. Bu da üretim miktarını ve kaliteyi olumsuz etkileyebilir” diyor. Sulu ve kuru tarımda çiftçinin buğdaya göre daha düşük maliyetle üretilen arpayı tercih ettiğinin altını çizen Prof. Dr. Soylu’ya göre, bu durum buğday rekoltesini olumsuz etkileyecek bir diğer faktör. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), yıl sonu enflasyonunu belirli bir oranda tutabilmek adına un, ekmek ve diğer unlu mamullerin fiyatlarını Kasım-Aralık ayında frenlenmeye yönelik yüklü bir kamu zararının göze alındığı politika izliyor. Peki ya 2022'de ne olacak? Yazının başında saydığımız küresel faktörlerin üzerine kendi yerel gerçeklerimizi de eklediğimizde buğday-un-ekmek denkleminin çoktan bozulduğunu görmek mümkün. Buğday ekilişleri hala devam ediyor ve 2022 hasat sezonuna daha yaklaşık 7 ay var. Bırakın orta ve uzun vadeyi, kısa vadede bile kimse önünü göremiyor. Bugün 350 dolar seviyesini aşan ithal buğday fiyatlarının Mart-Nisan 2022 dönemindeki seviyesini geçmiş yıllardaki tecrübeye göre tahmin etmek sektörü kaygılandırıyor. Zira TMO, Nisan 2008’de gerçekleştirdiği buğday ithalatında 525 dolar seviyelerini görmüştü. Özetle, mevcut ortamda buğday, un ve ekmek fiyatları önümüzdeki ayların da çok tartışılan ve konuşulan mevzusu olmaya devam edecek.
Çiftçi buğday ekiminden kaçıyor
Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (TUSAF) Başkanı Eren Günhan Ulusoy, 2000 yılında 9.4 milyon hektar olan buğday ekim alanlarının 2020’de 7 milyon hektara düştüğüne dikkat çekiyor. Ulusoy, “2021/22 sezonu için de ilk gelen veriler maalesef umut verici değil. Buğday, un, ekmek zincirinde ürün fiyatlarının sürekli baskılanması ancak ekilebilecek alternatif ürünlerde ve diğer yem bitkilerinde aynı regülasyonun yapılamaması, fiyatların buğday aleyhine gelişmesine sebep oldu. Bu nedenle alternatif ürünlerin dekar başı gelirinin yüksek seyri, çiftçimizin buğday ekiminden kaçışını hızlandırdı” diyor.Kamu zararı tercihleri
2022 yılı, 2021’den daha zor geçecek gibi görünüyor. Ufukta gıda arz güvenliği ve fiyatlar açısından yeni riskler belirmişken, olağanüstü dönemlerde olağan politikalar izlemek sürecin faturasını daha da kabartabilir. Artık “bekle ve gör” politikası yerine erken refleksler gösterilerek pro-aktif bir politika izlenmesi elzem. Neredeyse her ülke tarımsal üretim ve gıda fiyatları konusunda benzer risklerle karşı karşıya. Ve her ülke kamu zararını göze alarak kendi çiftçisini korumak ve üretimi her şeye rağmen devam ettirmek adına kendince bir takım erken önlemler alıyor. O yüzden Türkiye’nin bu ortamda izleyeceği kamu zararı politikası gıda arz güvenliği ve fiyat istikrarının da belirleyicisi olacak. Dolayısıyla şu sorunun yanıtı önemli. Türkiye, üreticiyi ve üretimi destekleyerek mi yoksa ithalat yaparak mı kamu zararı yazacak?