Son zamanlarda alışverişe çıkan herkesin gözü etiketlerde… Çünkü bir sonraki alışverişte aynı fiyatları görmek pek mümkün olmuyor. Neredeyse her ürün grubunda çok ciddi fiyat artışları yaşanıyor ve yaşanmaya da devam edecek. Çarşı, pazar, market alışverişi yapanların fiyatlarından en çok şikâyetçi olduğu gıdaların arasında süt ve süt ürünleri de yer alıyor. Ama sütteki bu gidişattan tek şikâyetçi olan taraf tüketici kesimi değil. Son dönemde başta yem olmak üzere girdileri hızla artan çiftçiler de çiğ süt fiyatlarından hoşnut değil. Hem üreten hem de tüketen fiyatlardan yakınır durumda. Peki, neler oluyor da bu işten kimse mutlu olmuyor? Kırsalda başlayan ve şehirlere uzanan mutsuzluğun neden ve sonuçlarını anlamak için çiğ sütün üretim maliyetinden, raflara ulaşan süt ve süt ürünlerinin fiyatına kadar süreci mercek altına almak gerek.
Süt/yem paritesi tutmuyor
Öncelikle bilmeyenler için neden süt değil de ısrarla “çiğ süt” dediğimize açıklık getirelim. Kırsaldaki üreticinin ineğinin memesinden sağdığı ve artı 4 derecede maksimum 48 saat bekletmek dışında hiçbir işlem görmemiş süte, çiğ süt deniyor. O sütü alan mandıra ya da sanayici de genelde sütü gıda kodeksine uygun şekilde belirli işlemlerden geçirerek ya pastörize ya da UHT olarak tüketicilere süt ya da mamul ürün olarak sunuyor. Süt sığırcılığında toplam üretim maliyetinin yaklaşık yüzde 65-70’ini yem oluşturuyor. Normal şartlarda dünyada standart olan bir süt/yem paritesi vardır. Üretici, 1 litre çiğ süt satarak karşılığında 1.5 kg yem alabilmelidir. O zaman bu işten makul şekilde kâr eder ve üretimini sürdürebilir. Ama Türkiye’de işler bu kadar basit değil. Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Anaç hayvanlar kesiliyor
An itibarıyla üretici 1 litre çiğ süt satarak bırakın 1.5 kilogram yem alabilmeyi, 750-800 gram yemi zar zor alıyor. Üreticinin sütü sağmamak gibi bir seçeneği yok. İnekler günde iki kez sağılmak zorunda. Sağılan sütün uzun süreli stoklanma şansı da yok. Zira çiğ sütün artı 4 derecelik soğuk zincirde ömrü sadece 48 saat. O yüzden Anadolu’da meşhur bir söz vardır, “cenaze bekler, süt beklemez.” Dolayısıyla bu işten hak ettiği geliri elde edemeyen ve zarara uğrayan üreticiler damızlık hayvanlarını mezbahaya ya da kasaba gönderip kestirmek zorunda kalıyor. Hayvancılıkta kullanılan bir diğer meşhur deyim ise “Anası yoksa danası da yok”. Anaç hayvanlar sürünün devamlılığının yanı sıra sadece süt değil et üretimi açısından da kritik önemdedir. Zira dişi hayvanlardan süt elde edilirken, doğurduğu erkek danalardan da et sağlanır. Ama siz anayı kestiğinizde hem etten hem de sütten olursunuz. Kim müdahale edecek?
Belki aklınıza ilk olarak Ulusal Süt Konseyi (USK) ya da Tarım Bakanlığı gelebilir. Mantıklısı da bu ama şu an fiyatlara yönelik kararı veren tek yetkili merci Gıda Komitesi. Dolayısıyla Tarım Bakanlığı kararda sadece bir taraf konumunda yer alıyor. Asıl onay Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan çıkıyor. USK ise çıkan kararı kamuoyuna deklare eden sembolik bir yapıya dönüştü. USK Yönetim Kurulu, en son 16 Haziran’da toplanarak, 1 Temmuz – 31 Aralık 2021 tarihleri arasında kalite esaslı soğutulmuş çiğ süt tavsiye satış fiyatı 3.20 TL/Litre olarak Gıda Komitesi’nin kararını açıklamıştı. Aynı dönem için çiğ süt destekleme primi de 20 kuruşa indirildi (Daha önce 30 kuruştu). Ancak kurdaki yükseliş neredeyse her gün yem fiyatlarına zam olarak yansıdığı için sektör açısından söz konusu tavsiye fiyatının bir anlamı kalmıyor. Kesif yem maliyetleri yılbaşından bu yana yaklaşık yüzde 70 arttı. Kaba yemde de çok farklı bir durum yok, yüzde 60 civarında artış söz konusu. Aynı dönemde enerji maliyeti yüzde 50 artarken, mazot gibi temel girdiler de yüzde 40 arttı. Ama aynı dönemde üreticinin sattığı çiğ sütün fiyatı sadece yüzde 14 yükseldi. Üretici yüksek maliyetler ile düşük satış fiyatı arasında sıkışıp kalmış durumda. Daha yalın ifadeyle çiftçi, ne işletmesi için satın aldığı girdilerin fiyatları ne de ürettiği çiğ sütün satış fiyatlarında söz sahibi değil. Litre başına 55 kuruş zarar
Bugünkü şartlarda 1 litre çiğ süt üretim maliyeti 3.75 TL. Bu da şu demek oluyor: Bırakın kârı, çiftçi ürettiği her 1 litre sütte 55 kuruş zarar ediyor. Kim bu şartlar altında üretime devam eder? Kim bu koşullar altında bu işi yapmak ister ya da çocuğunun yapmasına razı olur? Şimdilerde USK’nın yeniden acilen toplanması ve Gıda Komitesinden gelecek revize edilmiş fiyatı açıklaması bekleniyor. Beklenti, bugünün şartlarında litre başına prim dahil en az 4.95 TL. Ama bizce burada asıl önemli olan, belirlenecek olan referans fiyattan ziyade, süt/yem paritesini baz alarak girdilerdeki fiyat değişimine paralel, esnek bir fiyat politikası izlenmesi. Zira kur baskısı altında hızla artan girdi maliyetleri, belirlenen fiyatı kısa süre içerisinde değersiz kılıyor. Resmi artış ve hissedilen artış
Şimdi gelelim işin tüketici boyutuna… Hani yazın termometre 30 derece gösterir ama hissedilen sıcaklık 39 derecedir ya… İşte bu aralar TÜİK rakamları ile vatandaşın hissettiği fiyatlar da buna benziyor. TÜİK’e göre Ekim ayı itibarıyla yılbaşından bu yana raflardaki süt fiyatı yüzde 18 artarken, peynir fiyatları da çeşidine göre değişmekle birlikte yüzde 15 ila 23 arasında yükseliş gösterdi. Tereyağında ise yüzde 10’luk bir artış söz konusu TÜİK’e göre… Tabii vatandaşın bu oranlara ikna olması biraz zor... Çünkü markete girdiğinde cebinden çıkan parayı biliyor. Reelde herkesin hemfikir olduğu süt ve süt ürünlerindeki fiyat artışları yılbaşından bu yana yüzde 60-70’den aşağı değil. Yani hissedilen zamlar resmi oranlardan çok daha yüksek. Aradaki farkın nedeni
Çiftçinin çiğ süt fiyatı yüzde 14.3 artarken, raflardaki fiyatı nasıl yüzde 60-70 artıyor? İşte burada da değer zincirinin diğer halkalarına bakmak lazım. Sütü işleyen mandıra ya da sanayicinin nakliye, enerji, ambalaj dahil tüm girdileri artıyor ve bu, fiyatlara bir şekilde yansıyor. Perakendeye gelen üründe de benzer şekilde diğer işletme giderlerindeki artış fiyatlara yansıtılıyor. Burada her şey normal. Anormal olan sanki çiftçinin girdi maliyetleri hiç artmıyormuş gibi satış fiyatlarının baskılanarak sabit tutulması. Ama asıl risk bundan sonrası için geçerli. Eğer anaç hayvanlar kesime gitmeye devam eder ve süt arzında daralma yaşanmaya başlarsa o zamanki fiyat artışları bugünleri mumla aratabilir. “Üretmemek üretmekten daha kârlı”
Tüm Süt, Et ve Damızlık Sığır Yetiştiricileri Derneği Başkanı Sencer Solakoğlu, Türkiye’de gıda enflasyonunu frenlemek için üretici fiyatlarının baskılandığını belirterek, “Zaten maliyet baskısı altında olan üretici, satış fiyatlarına maliyet artışını yansıtamıyor ve zarar ediyor. Üretmemek üretmekten çok daha kârlı hale geldi. Üretici fiyatları baskılanarak gıda enflasyonu sorunu çözülemez” diyor. 2008-2009 döneminde süt hayvancılığında yaşanan krizi hatırlatan Solakoğlu, “Yem fiyatları anormal şekilde artmış, süt fiyatları dibe vurmuş, üreticiler damızlıklarını kestirmiş, neticede et fiyatları da zirve yapmıştı. 2010 yılı ortalarında ithalat kapıları ardına kadar açılmıştı. Bu krizin ülkemize sadece ithalat maliyeti 9.2 milyar dolar olmuştu. Bugün 2008 yılından daha kötü bir dönemdeyiz. Eskiden ithal besi hayvanı dışarıda ucuzdu. Artık değil. Bir sıkıntı da yakın ülkelerde ithal edilecek hayvan varlığının çok sınırlı olması. Eskiden paran varsa alıyordun. Şimdi paran varsa bile alamayabilirsin” uyarısında bulunuyor. “Fırsatını bulan üretici ahırını kapatıyor”
Türkiye Süt Üreticileri Merkez Birliği Genel Başkanı Tevfik Keskin, referans fiyatın 3.20 TL olmasına karşın kesintilerle birlikte üreticinin eline geçen rakamın 3 TL’nin altında olduğunu söylüyor. Keskin, “Yeme haftada 1-2 kere zam geliyor. Sadece son 1 ayda yeme yüzde 20’nin üzerinde zam geldi. Bir ay içerisinde 19 protein süt yeminin çuval fiyatı (50 kg) 150 TL’den 190 TL’ye çıktı. Gıda Komitesi üreticilerin elini kolunu bağlıyor. Üreticilerin büyük çoğunluğu milli bir servet olan inek ve düveleri kesime gönderiyor. Fırsatını bulan ahırını kapatıyor. Yakında kırsalda bu işi yapacak kimse kalmayacak” diyor. 40 yıllık çiftçiyim böyle kriz görmedim
Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, mevcut krizin büyüklüğünü şu sözlerle özetliyor: “40 yıllık çiftçiyim. Türk çiftçisi 40 yıldan bu yana ilk kez bu denli büyük bir kriz yaşıyor. Bu sadece çiftçimizin sorunu değil. Bu 84 milyonun sorunu. Çünkü biz üreticiyi kurtaramazsak, tüketiciyi de kurtaramayız. 2008’de bir facia yaşadık. 1 milyona yakın ineğimiz kesildi. Müdahale edilmedi, seyirci kalındı. Şimdi krizin daha büyüğünü yaşıyoruz. Tehlike var, facia yaşanıyor, üretici ineklerini kestiriyor, mezbahalar inek dolu, seyirci kalmayın.” 2008 krizinden hiç ders alınmadığı görülüyor
Türkiye Ziraat Odaları Birliği, altı sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle ortak bir açıklama yayınladı. “Şu an üreticilerimiz başta yem olmak üzere girdi maliyetlerini karşılayabilmek için her ay hayvanlarını kestirerek veya satmak zorunda kalarak hızla sektörden çıkmaktadır” denilen açıklamada, “Geldiğimiz nokta, 2008 krizinden hiç ders alınmadığını göstermektedir” ifadesine yer verildi. Sektör temsilcileri, “Uzun süre çiğ süt fiyatlarını sabitlemek, Ulusal Süt Konseyi’nin özenle hesapladığı maliyet kalemleriyle oynayarak maliyeti düşürmeye çalışmak üreticiyi üretimden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Çiğ süt fiyatlarını enflasyon gerekçesiyle frenlemek aslında dolaylı yoldan enflasyon ithal etmektir. Eğer fiyatlar önümüzdeki dönem için hak ettiği oranda revize edilmeden bu şekilde uygulanmaya devam edecek olursa ne yazık ki hayvanların kasaba gidişi hızlanacak, bunu et krizi takip edecektir” dedi.