2023 seçimleri sonrasında Mehmet Şimşek görevi Nureddin Nebati’den devralırken “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştı” demişti.
Ancak ekonomi politikalarının rasyonele dönüşü beklendiği gibi hızlı olmadı. Seçimin hemen öncesinde %40 olan enflasyonun sonrasında Türk lirasında oluşan büyük değer kaybı sonucunda çok daha artacağı ortadaydı. Buna rağmen TCMB politika faizini ürkek adımlarla önce %15’e sonra %17,5 e yükseltebildi. Körfez ülkeleri ve Batı’dan yüklü dış kaynak geleceği ümidiyle enflasyonla mücadelede çok önemli altı ay kaybedildi. Faizler beklenen enflasyona yakın düzeye ancak 2024’te getirilebildi.
Rasyonel zemine dönmedeki çekingenlik sonucunda 2023 enflasyonu %64,8 oldu. Bu oran 2001’den bu yana kaydedilen en yüksek yıl sonu enflasyonu olarak tarihe geçti. Bir hastalıkla başa çıkabilmek için önce doğru teşhis konması gerekir. Merkez Bankası’nın 8 Şubat’ta yaptığı yılın ilk enflasyon raporu toplantısında bu teşhis kondu ve 2023 enflasyonunun temel belirleyicileri sıralandı.
Bu tabloya göre dört belirleyici unsur ön plana çıkıyordu. Bunlar
• Döviz kuru,
• Dönemsel fiyatlama davranışları,
• Talep ve
• Ücretlerdi.
TCMB çalışmasına göre bu dört etken %65’e ulaşan 2023 enflasyonunun dörtte üçünden sorumluydu.
TCMB elindeki para politikası araçlarıyla ilk üçünü doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebiliyor. Ücretler ise kamu ve özel sektör tarafından belirleniyor. Daha önceki yazılarımda sizlerle son yıllarda tüm ücretlerin asgari ücrete nasıl yakınsadığını paylaşmıştım. Ağırlığı bu kadar arttığı için uzun süredir reel sektör de ücret politikalarını artık tamamen siyasetin asgari ücret kararına endeksliyor.
2025’te kamunun memur, emekli maaşları ve asgari ücret artışlarındaki tavrı Merkez Bankası’nın para politikası kararlarını şekillendirecek. Artışlar orta vadeli programdaki hedeften çok saparsa TCMB muhtemelen faizleri daha uzun süre enflasyonun çok üzerinde tutacak.
Hazine ve Maliye Bakanı çıktığı programlarda her ne kadar çalışanların ve emeklilerin enflasyona ezdirilmeyeceğini söylese de ücretlerin beklenen enflasyona göre belirlenmesi gerektiğini de mutlaka araya sıkıştırıyor.
Orta Vadeli Program’da 2025 enflasyon tahmini %17,5 olarak belirlendi. Merkez Bankası’nın tahmini de %14-%21 bandında.
Peki bu yıl %40’ı aşacak olacak olan enflasyonun ardından 2025 için ücretlere %20’ye yakın bir artış yapılabilir mi? Siyasetin bu kararı hem alması hem de arkasında durması oldukça zor. Gerçekleşen enflasyona yakın bir artış yapılırsa da enflasyon hedeflerinin daha ilk günden itibarının kalmayacağı ortada. Bu nedenle enflasyonla mücadele programının en sancılı karar süreci ocak ayında asgari ücret ve maaşlar konusunda olacak.
Ekonomi yönetimi şimdiye kadar yapılan artışlarla çalışanların enflasyona ezdirilmediğini savunuyor. Çalışanlar ise son yıllarda alım güçlerinin azaldığından şikayetçi. İşverenler de işgücü maliyetlerinin çok arttığını ve rekabetçiliklerini kaybettiklerini söylüyor. Acaba kim haklı? O zaman gelin hep beraber enflasyonun çığırından çıkmaya başladığı 2018 yılını başlangıç noktası alarak bu üç görüşü değerlendirelim.
İşverenlerin gözünden
İşverenler ve özellikle ihracatçılar asgari ücret döviz bazında arttığı için rekabetçiliklerini kaybettiklerinden şikayetçi. Asgari ücretin işverene maliyeti 2018 başında yaklaşık 660 dolar iken şu anda 780 dolara çıkmış. Aradan geçen 7 yılda ABD’de oluşan %30’a yakın enflasyon hesaba katılınca aslında döviz bazında reel bir artıştan söz etmek mümkün değil. İşverenler açısından asıl sorun, 2020/2022 arasında uygulanan politikalarla 400-500 dolar aralığına düşen maliyetlerinin son birkaç yılda hızla yükselmesinden kaynaklanıyor. Görünen o ki, işverenler için 2020 sonrasında uygulanan negatif faiz politikası ile ulaşılan ucuz kaynaklar, reel değer kaybeden Türk lirası, aynı anda düşen reel ücretler ve artan iç talep nedeniyle oldukça kârlı geçen yıllar artık geride kalmış. 2020-2022 arasında yelkenleri şişiren rüzgarlar artık karşıdan esmeye başlamış.
Hükümetin gözünden
Enflasyonla başa çıkamayan iktidarlar eninde sonunda “Vatandaşımızı enflasyona ezdirmedik” sloganına sarılırlar. İktidarın gözünden bakınca 2018’den bu yana asgari ücretin tüketici enflasyonuna göre gelişimini Tablo 3’te görebilirsiniz.
2022 ocak ayında 4.253 TL olan net asgari ücret, 2023 de 8.506 TL’ye, 2024 başında ise 17.022 TL’ye yükselmişti. Bu TÜİK’in hesapladığı manşet enflasyonundaki artışların daha üzerindeydi.
Ancak iki yıl üst üste %100’e varan artışlar özellikle alt ve orta kademelere yansımadı. Bu nedenle tüm ücretler hızla asgari ücrete yakınsadı.
Ekonomi yönetimlerinin gözünde emek piyasası tamamen asgari ücretten oluşuyor. Bu yaklaşımla asgari ücreti 2018 başından bugüne tüketici enflasyonu ile karşılaştırınca “Vatandaşları enflasyona ezdirmedik” sloganının içi boş olmadığı görülüyor.
Çalışanların gözünden
Asgari ücretteki özellikle son iki yıldaki reel artışlara rağmen çalışanlar alım güçlerinin düştüğünden şikayetçi. Bu nasıl oluyor? Bunun en başta gelen nedeni gelir gruplarının bütçelerinden çeşitli mal ve hizmetlere ayırdıkları payların çok farklı olması. Asgari ücretle ve buna yakın ücretle çalışanlar genellikle gelir dağılımında piramidin altında kalanlar oluyor. Bu grupların harcamalarında gıda, kira ve ulaştırma hizmetleri aslan payını alıyor. Tablo 4’te TÜİK’in sıralı gelir gruplarına göre harcama kalemlerini görebilirsiniz. En düşük gelirli %20 nüfusun gıdaya ayırdığı pay en yüksek gelirli %20’nin iki katından fazla. 2018 başından bu yana fiyatlar genel seviyesi 7.5 kata çıkarken gıdada artışlar 9.5 kata ulaştı. Kiradaki artışlardan da en fazla gelir piramidinin altındakiler etkileniyor. Özellikle yeni kiralamalarda kira enflasyonu TÜİK’in hesapladığından çok daha yukarıda. Bu grup gıda, kira ve ulaştırmaya bütçelerinin dörtte üçünü ayırmak zorunda.
Ortalama ücret 2022 sonunda asgari ücretin 1.3 katına kadar geriledi. Son iki yılda asgari ücrete yapılan artışlarla muhtemelen çok daha aşağıya gelmiştir. Bu oran 5 yıl önce 1,6 kat düzeyindeydi. Bu da çalışanların alım güçlerini düşüren en önemli etkenlerden biri. Sendikalar ve hükümet asgari ücretin ne olacağını tartışırken bu yakınsamadan etkilenen milyonlarca çalışanın durumu masaya gelmiyor.
TÜİK’in manşet ve gıda enflasyonu verilerinden biraz uzaklaşarak bu kez asgari ücret alan bir çalışanın gelirini Türk-İş in dört kişilik aile için hesapladığı açlık sınırı ile karşılaştırdığımızda ise çok farklı bir görünüm ortaya çıkıyor.
Bu kez ortada reel bir artış olmadığı görülüyor. 2018’den bu yana hemen her yılın eylül ayında asgari ücret açlık sınırının %80-%85’i seviyesine düşmüş. Bu yıl da farklı değil. Ortalama ücret alan bir çalışanın 2018-2024 arasındaki dönemde geliri ise açlık sınırına göre reel olarak %20-%30 düşmüş durumda.
Sonuç olarak işverenler, hükümet ve çalışanların gözünden bakınca her kesimin kendini bir şekilde haklı çıkaracak verilere sahip olduğunu görüyoruz.
Sadece asgari ücretin seviyesine odaklanan politikalar nedeniyle çoğu zaman çalışanların düşen alım gücünün asıl nedenleri gözden kaçıyor. Asgari ücrete enflasyonun üzerinde artışlar yapılsa da ücretlerdeki yakınsama nedeniyle muhtemelen ortalama reel ücretlerde artış ya çok daha düşük oluyor veya hiç olmuyor. Çalışanların gıda ve kiraya ayırdıkları pay arttığı için harcanabilir gelirleri artmıyor.
Hükümetin, sendikaların, işverenlerin ve çalışanların sadece asgari ücreti tartıştığı bir ortamda ekonomi yönetiminin de enflasyonla mücadele programının kaderini buna bağlaması sürpriz değil. Umarım gün gelir asgari ücret görüşmelerinde alınacak kararın tüm istihdam piyasasına ne şekilde yansıyacağını tartışacağımız günler gelir.