Malumat’ın asıl işi, gözden kaçan ayrıntıları yakalamak, satır arasındaki verileri su üstüne çıkartmak… Bu bilgilerin işe yarar hale gelmesine vesile olmak… Aşağıdaki yazı her ne kadar bir izlenim gibi dursa da, son 5 yılda 100’e yakın kez katedilen bir rotada oluşturulan bilgi birikimini içeriyor. Buyurun, veriye değil ama gözleme dayalı Malumat’a…
Orta şerit işgalcileri: Dünya yansa, yer yarılsa Gebze- İzmir Otoyolu’nda orta şeritten vazgeçmezler. Hızlarının ne olduğu önemsizdir. Onlara göre sol şerit hızlı gidenlerin, sağ şerit ise ağır vasıtalarındır. Kimisi 80-90’la orta şeritten giderken sağından 110’la domates yüklü kamyon geçer, yine umursamaz. Şeridi malı gibi görür. Halbuki kural nettir: Her sürücü aracının sınıfı ve hızına uygun şeritte seyretmeli. Sağınızdan bir araç geçiyorsa yanlış şerittesinizdir. Siz yanlış şeritte olduğunuz için sizden hızlı ama sol şerit hızına yetişemeyen araçlar sağınızdan geçmek zorunda kalıyordur. O an bulunmanız gereken yer en sağ şerittir. Orta şerit işgali, Gebze-İzmir Otoyolu’nun en büyük risklerinden biridir.
06 veya TC plakalılar: Çoğu, Mercedes ve Audi’nin üst modelleridir. Renkleri siyahtır, şaşmaz. Sol şeritte 140’la giderken çok uzaklardan seri selektör yaptıklarını fark edersiniz. Sağı kontrol edip yol vereyim demeye kalmadan bir de bakmışsınız “devlet ensenizde”dir. Bir de bunların 34 plakalı, çakarlı versiyonları göze çarpar. Dikiz aynasında tampona yapışmış devlet ya da entourage’ındaki bir aracı gören şoför can havliyle sağa atar kendini. “Az önümde sağda gideni geçip öyle yol vereyim” demeye yürek yetmez. En kötüsü de sağa geçince bir orta şerit işgalcisinin arkasında kalmaktır. Yeniden sola geçene kadar tıngır mıngır gidersiniz.
Gurbetçiler: Genellikle Mercedes ve Audi’nin Türkiye’de hiç rastlanmayan modellerini Arap atı kırbaçlarmış gibi kullanırlar. Siyah yerine pastel renkli SUV’ları tercih ederler. Hız sınırına uyanlarına nadiren rastlanır. Sol şeritten Alman tankı gibi öyle kararlı gelirler ki, sağınız doluysa ister istemez son duanızı etmeye kalkışabilirsiniz. Daha az sayıdaki Doğu Avrupa plakalılar kadim gurbetçilerden daha da hızlıdırlar. Tüneller de yavaşlatmaz onları. Otoyolda hız sınırını aşmamak için gözünü kadrandan ayırmayan yerli sürücü “Bunlar cezadan muaf mı acaba?” diye kendine soramadan edemez. Sahi, Emniyet Genel Müdürlüğü yabancı plakalı araçlara kesilen cezaları neden açıklamaz?
Makasçılar: Genellikle İç Ege ve Doğu Marmara plakalıdırlar. 170-180’le makas atarken durmaksızın selektör yaparlar. Her an sağınızda belirebilirler. Dikiz aynasında bu türü gördüğünüzde sürekli sağ arkanızı kollamanız tavsiye olunur.
İstasyonları AVM sananlar: Yazın özellikle pazar günü İstanbul dönüşlerinde otoyolda yakıt almak meseledir. Her istasyonda, her pompanın önünde 4-5 araçlık kuyruk olur. Tamam olabilir de, kuyruk bir türlü ilerlemez. İnip bakarsınız, ne oluyor diye. Depo dolumu bitmiş bir araç pompanın önünde kapıları kilitli duruyordur. Sürücü ya çocuklarına dondurma seçiyordur, ya kahve alıyordur, ya da çikolata-sandviç reyonları arasında seçenekleri değerlendiriyordur. Sıra bekleyenlerden ya haberi yoktur ya da -muhtemelen- umurunda değildir. Oysa artık her benzin pompasında POS cihazı var. Beko yapmış, tezgah üstü POS’lardan daha hızlı, tıkır tıkır çalışıyor. Neden yakıtınızı doldurup, ödemenizi yapıp pompanın önünden ayrılmaz, alışveriş işini sonraya bırakmazsınız?
Güney Ege istasyonları: Bir bölümü yaz-kış aynı personel sayısıyla çalışır. Boş diye girersiniz, bu kez de pompacı beklersiniz. İçeride genelde tek kasa vardır, yazları sürekli kuyruk olur. Yine de bu istasyonlarda duraklama süresi Gebze-İzmir’dekilere göre çok daha kısadır.
Kuzey Marmara Otoyolu: Anadolu tarafı Serengeti bozkırlarından beterdir. Kural yoktur, hemen her yerden bir predator çıkabilir. Gebze-İzmir Otoyolu, Kuzey Marmara’nın yanında İsviçre dağ köyü misali huzur ve güvenli sayılır. Kimi bağlantı noktalarında 6 şeride çıkan Kuzey Marmara’da, isteyen herkes istediği hızda istediği şeridi kullanmakta serbesttir. Bu yolda önünüze baktığınız kadar, dikiz ve yan aynalara da bakmanız şarttır. Radyoyu kapatıp, varsa araçtaki çoluk çocuğu kontrol altına aldırıp, 360 derece çevrenize hakim olmanız hayatta kalmanın yegane yoludur. Bu otoyolun gişeleri de tuhaftır. Giriş gişelerinin reaksiyon süresi, Gebze-İzmir yoluna göre çok uzundur. O bariyer illa inip kalkacaktır. Ücret ödeme gişeleri de tuhaftır. Bakiyeniz yoksa geçit vermez. Bir görevli kabin penceresini açar ve nakit veya kredi kartıyla ödemeyi alır. Nedense çoğu sürücü “plakaya yaz” seçeneğini kullanmaz. Cepten cüzdan çıkartılır, ödemesi en uzak vadedeki kart titizlikle seçilip uzatılır. Çoğunlukla araç gişeye yeteri kadar yakın değildir. Eller birleşmeyince kapı açılır, vücudun yarısı dışarı çıkarılarak mesafe kazanılır, kart görevliye verilir. POS işlemi biter, kart geri uzatılır. Sürücü, kartını aynı titizlikle cüzdanına yerleştirir. Sonra slip’ini bekler. Onu da alıp özenle cüzdanına koyar ve nihayet devam eder. Aslında bir anlamda cangılın nefes alma noktasıdır gişe önleri. Çoğu sürücü camını açıp bir sigara yakar, navigasyondan rotasını kontrol eder, kalan süreyi görür, yolunu gözleyen eşine dostuna mesaj yazar. Kimse de sormaz: Neden bu otoyolda Gebze-İzmir gibi “Bakiyen yetersizse butona bas, geç” opsiyonu yoktur? Neden yoğun günlerde Gebze-İzmir’deki gibi gişe önlerinde araçları yönlendiren elemanlar görevlendirilmez? Neden gişe giriş-çıkışlarında daha yüksek teknoloji kullanılmaz?
Kuzey Marmara’nın en güzel tarafı ise istasyonlarıdır. En yoğun günlerde dahi in cin top oynar. Aracınızın yakıt sarfiyatı elveriyorsa, yoğun günlerde İzmir-Aydın otoyoluna girmeden Germencik dolaylarında deponuzu doldurup mola vermeden Kuzey Marmara’ya çıkmak en az yarım saat kazandırır.
Pierre Caland’ın açıklaması
Geçen hafta Bodrum Yalıçiftlik’teki bir arsayı satışa çıkartan Lübnan asıllı Pierre Caland’la ilgili bir malumat yayınlanmıştı. Yazıda dedesiyle ilgili Wikipedia’da yer alan şu iki cümle de kullanmıştı: “Dedesi, özgür Lübnan’ın ilk Cumhurbaşkanı Bechara el-Khoury. Her ne kadar ulusal kahraman sayılsa da yolsuzluk ve seçim hileleri ile de anılıyor.”
Caland’ın yazıya tek itirazı dedesiyle ilgili bölüme oldu. Şöyle diyor Caland: “Dedem Osmanlı topraklarında doğdu. 1909-1912 arasında Fransa’da hukuk eğitimi aldı. Lübnan’a dönüp kurduğu hukuk bürosu Orta Doğu’nun en büyüğü haline geldi. 1943’te bağımsız Lübnan’ın ilk cumhurbaşkanı oldu. 1949’da yeniden seçildi. 1953’te küçük bir grubun muhalefeti üzerine, kan dökülmesini engellemek için koltuğunu bıraktı. Öldüğünde çocuklarına oturduğu evin dışında bırakacağı bir miras yoktu. Yolsuzlukla adı geçen biri değildi.”