22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
19.07.2024 04:38

Eskiden bir numaralı kanser nedeni sigaraydı, artık yiyip içtiklerimiz…

Merhaba. Bu hafta kanseri nasıl önleyebileceğimiz üzerine konuşacağız.

Kanser vakalarındaki artış kaygı verici. Erken başlangıçlı kanser sayısı 1990-2019 döneminde neredeyse yüzde 80 arttı. Amerikan Kanser Derneği bu yıl sadece ABD’de iki milyon yeni kanser vakası görüleceğini tahmin ediyor. Kolon kanseri gibi sindirim sistemiyle ilişkili olanların yanı sıra meme, prostat, rahim ve akciğer kanseri gibi türlerde de kayda değer yükseliş söz konusu. Dikkat çekici gelişmelerden biriyse kansere bağlı ölümlerde kolorektal, yani kalın bağırsak kanserinin ağırlığının giderek artması. Özellikle 50 yaş altı erkeklerde görülen bu kanser türü genç kadınlar için de ciddi endişe kaynaklarından biri.

Erken yaşlarda kanserin artma sebepleri ne olabilir? Bunları önlemek için ne yapılabilir? Gerçek araştırmalarla desteklenen bazı çözüm yolları önereceğim.

Kanserin kök nedenlerine, yani temel sebeplerine dalıp kronik enflamasyonun ve yaşam tarzımızın biyolojik yaşlanmayı hızlandırarak kanseri nasıl tetiklediğine bakacağız. Erken tarama, uygun diyet, çevresel toksinlere maruz kalma oranını azaltma gibi pratik ve stratejik tavsiyelerden bahsedeceğiz.

ABD’de bu yıl her gün 5 bin 480 kişiye kanser tanısı koyulacağı ve 600 bin kişinin bu hastalık yüzünden hayatını kaybedeceği tahmin ediliyor. En yaygın türler ise yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve pankreası etkileyen sindirim sistemi kanserleri. Kadınlarda meme ve rahim kanseri sık görülüyor. Solunum sistemiyle ilişkili kanserler çok yaygın. Ultra işlenmiş gıdalardan oluşan beslenmemiz bunda etken olabilir mi? Açıkçası bana öyle geliyor.

2023’te Lancet tıp dergisinde ultra işlenmiş gıdalar ile kanser riski arasındaki ilişkiyi araştıran 11 çalışmadan 9’unda prostat kanseri hariç tüm kanser türleri ile ultra işlenmiş gıdalar arasında doğru orantı bulundu. Diyetinizdeki ultra işlenmiş gıda oranı yüzde 10 arttığında kanser riski de yüzde 10 artıyor. Örneğin Amerikalıların diyetinin yüzde 60’ı ultra işlenmiş gıdalardan oluşuyor. Çocuklarda bu oran yüzde 67’yi buluyor.

Üstelik diyetin bazı kanser türlerindeki etkisi çok daha vahim. Ultra işlenmiş gıda tüketimindeki yüzde 10’luk artış meme kanseri riskini yüzde 11, kolon kanseri riskini yüzde 30, en ölümcül türlerden olan pankreas kanseri riskini ise yüzde 50’ye kadar yükseltebiliyor. Hal böyleyken resmi beslenme kılavuzları ultra işlenmiş gıdaların sadece kilo aldırıcı etkisine odaklanıp bu korkunç sonuçları yeterince ele almıyor. Mesela obezite, diyabet gibi başka birçok hastalığa da yol açtıkları biliniyor.

Tam da bu farkındalık için fonksiyonel tıp yaklaşımına ihtiyacımız var. Bunun için de kök nedenlere inmek gerekiyor. Mesele kanserden ibaret değil. Örneğin tip 2 diyabet geçmişte yetişkinlerde başlayan bir türdü ve çocuklarda asla görülmezdi. Onun da son dönemde çok yaygınlaşmasının sebebi kötü beslenme.
ABD Kanser Araştırmaları Derneği’nin yeni araştırmasına göre 1965 ve sonrasında doğan kişilerin hücreleri daha hızlı yaşlanıyor olabilir. Bu da kanser yaşının düşmesindeki sebeplerden biri. Başka araştırmalar da hücrelerdeki hızlı yaşlanmanın erken başlayan kanser riskini ciddi ölçüde artırdığını ortaya koyuyor. Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan çalışmaya göre hücrelerin erken yaşlanmasıyla birlikte akciğer kanseri riski yüzde 42, sindirim sistemiyle ilişkili kanser riski yüzde 22, rahim kanseri riski yüzde 36 artıyor. Tüm bu değişimlerde genetiğin rolü ise çoğu zaman sanılandan daha düşük.

Hızlı yaşlanmanın ana sebebi genetik değil epigenetik. Yani gen ifademizin bizim yaptıklarımıza bağlı olarak değişmesi. Yediklerimiz, yaşam tarzımız ve çevremiz kanser genlerinin aktive olmasına yol açabiliyor. Tüm bunların kanser üzerindeki etkisi büyük.

Şeker ve nişasta tüketimi ilk sıralarda yer alıyor. Çevresel toksinlere de giderek daha fazla maruz kalıyoruz. Petrokimyasallar, plastikler, ftalatlar, ağır metaller çok yaygınlaştı.

10 civarında temel yaşlanma göstergesi var. Bunlar aslında bütün hastalıkların ortaya çıkışında rol oynuyor. Mesela kan şekeri dengeden çıkınca insülin de mahvoluyor. Neticede insülin direnci görülmeye başlıyor. Bu durum karaciğer, kalın bağırsak, pankreas, meme, rahim gibi birçok kanser türüne yakalanma riskini çok yukarı çekiyor.

Geçmişte kanserin birinci sebebi olarak sigara gösterilirdi. Bugünlerde yiyecekler onu geçti. Toplam kanser vakalarının yüzde 4 ila 8’i obeziteye bağlanıyor. Bence gerçek oran daha da yüksek. Çünkü obezite sorunu yaşayanların erken yaşta kolon kanseri ve rektum kanserine yakalanma ihtimali yüzde 40 artıyor. Daha da önemlisi, kanser hastalarının ciddi bir bölümünde tip 2 diyabet veya glikoz toleransında bozulma görülüyor.

İnsülin direncinin görülme oranı hızla yükseliyor. Örneğin ABD’de nüfusun yüzde 90’ını bir şekilde etkiliyor. Her yıl tip 2 diyabet oranları neredeyse yüzde 5 artıyor ve 2022 yılından beri gençlerde de çok daha sık görülmeye başladı.

Çoğu kronik hastalığın ortak noktası insülin direnci. Bu yüzden fonksiyonel tıp yaklaşımına uygun olarak hastalara gerekli kan ve laboratuvar testlerini yapıyoruz. İnsülin direncini tespit etmek için insülin seviyelerine, kan şekerine, lipoprotein ayrışmasına bakıyor, enflamasyon ve besin düzeylerini ölçüyoruz. Bunların hepsi kanserde de önemli rol oynayan faktörler.

Peki insülin niye zararlı? Aslında bir hormon insülin. Ancak miktarı aşırı hale geldiğinde kanser hücrelerinin de büyümesine yol açıyor. Hücre bölünmesini ve büyümesini artırıp otofaji adlı sürece engel oluyor. Otofaji vücuttaki yaşlı ve hasarlı hücrelerin temizlenmesi demek, yani sağlığımız için çok önemli bir işlem.
Kanser konusunda bir gerçeğin farkına varmak çok önemli; aslında her birimizin vücudunda kanser var. Ama bağışıklık sistemimiz düzgün çalıştığı sürece hastalık ortaya çıkmıyor. Çünkü bağışıklık sistemi doğal katil hücrelerimize emir vererek vücut için zararlı olan hücreleri yok etmesini söylüyor. Normalde bu görevi başarıyla yerine getirebiliyoruz. Fakat doğru yaşam tarzı ve beslenme olmayıp da bağışıklık sistemini geliştiremediğimizde başımız derde giriyor.

Mesela kan şekerimiz çok yükseliyor ve bu kanser vakaları için büyük bir sorun. Kanser hastalarının yüzde 39’unda kan şekerinin yüksek olduğu görülüyor. Çünkü kan şekeri insülin direncine, serbest radikallere ve giderek daha fazla enflamasyona yol açıyor.

Alkol de önemli bir etken. Lancet’te yayınlanan bir makaleye göre 2020 yılında dünyada görülen kanser vakalarının 750 bininin içki tüketimiyle doğrudan ilişkili olduğu saptandı. Yoğun alkol tüketiminin çoğu kanser türünde çok önemli bir faktör olduğu bilimsel verilerle sabit.

Peki alkol neden kanser riskini artırıyor? Alkol veya etanol vücutta metabolize edildiğinde asetaldehit adlı son derece reaktif ve toksik bileşik ortaya çıkıyor. Asetaldehit DNA’mızda hasara yol açabildiğinden, sebep olduğu zararlı mutasyonlar kanseri beraberinde getirebiliyor. Dahası, DNA onarım mekanizmalarının işleyişini sekteye uğratıyor. Alkol metabolizmasının zararları ise özellikle karaciğer hücrelerinde görülüyor.
Alkol ayrıca lipitler, proteinler, DNA gibi hücre bileşenlerinde hasar yaratıp enflamasyonu artırıyor. A, C, D vitamini ve folat gibi son derece önemli besinlerin emilimini baltalıyor. Bağışıklık sisteminiz için ihtiyaç duyduğunuz minerallerin vücuttan daha fazla atılmasına yol açıyor.

Üstelik alkol tüketimi arttıkça östrojen seviyesi yükseldiğinden meme kanseri riski artıyor. Hatta çok fazla alkol tüketen erkeklerde bile östrojen artışı sebebiyle meme kanseri görülebiliyor. Bunun sebebi alkol tüketimi sebebiyle vücutta ekstra yağ birikmesi. Bu yağlar östrojen üretimini beraberinde getiriyor. Bu yüzden meme kanserinde kontrol edebileceğiniz en önemli risk faktörlerinden biri alkolden kurtulmak. Günde bir kadeh veya bardak içki içmek bile meme kanseri riskini yüzde 10 artırıyor.

Kronik içki tüketiminin başka sorunlara da yol açtığını biliyoruz. Yüksek miktarlar karaciğerde siroza ve böbrek yaralarına, karaciğer kanserine sebep olabiliyor. Öte yandan alkol ağız, gırtlak, yemek borusu, mide, kalın bağırsak ve rektumdaki mukus zarlarına hasar veriyor. Sindirimle ilgili kanser riskini artırması bu yüzden. Üstelik Covid-19 pandemisi döneminde alkol tüketiminin arttığını biliyoruz. Bu da pandemi sonrası artan kanser vakalarının sebeplerinden olabilir.

Koronavirüsün düşük seviyeli kronik enflamasyona doğrudan yol açıp açmadığını bilmiyoruz. Ancak bu sürecin sitokinleri artırdığını biliyoruz. Üstelik virüsten kurtulduğumuzu düşündüğümüzde bile “uzun Covid” etkileri devam edebiliyor. Öte yandan Covid sonrası kanser vakalarının artışında besin eksiklikleri de rol oynuyor olabilir. Özellikle D vitamininin tıpkı Covid’e karşı olduğu gibi kansere karşı da son derece koruyucu olduğunu hatırlatalım. D vitamini seviyenizi görmek için gerekli testleri muhakkak yaptırın.
Gerçek rakamları bilmek şart çünkü bunlar tahmin edebileceğimiz şeyler değil. Üstelik herkesin D vitamini ihtiyacı farklı. Ama çoğu insanda yeterince bulunmadığını biliyoruz. D vitamini çok kritik çünkü kanserle mücadelede çok sayıda işlevi bulunuyor. Kansere karşı bizi koruduğuna dair de bolca veri mevcut. Kısacası D vitamininin az olması kansere yakalanma riskinin artırırken yüksek miktarda bulunması riski azaltıyor.

Peki D vitamini kanserle mücadelede nasıl bir işe yarıyor?

Kanser hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını önleyerek kanserin metastazını ve yayılmasını azaltıyor. Sağlıklı hücrelerin olgunlaşmasını tetikleyerek hücrelerin normalleşmesini sağlıyor. Böylece kanser hücreleri ölmüş oluyor. Ayrıca tümörlerin içinde kan damarlarının oluşumunu ve büyümesini önlüyor. Buna ek olarak kanserler ilişkilendirilen enflamasyonu önlüyor ve kanserin hem ortaya çıkma hem de ölümle sonuçlanma olasılığını azaltıyor. D vitamini serum seviyesi en az 40 nanogram olan kadınların kanser riski, 20 nanogramdan az olanlara göre yüzde 71 daha düşük. Cilt kanseri hariç tüm istilacı kanser türleri buna dahil.

Çok sayıda kontrollü deney üzerinde yapılan analizler D vitamini takviyesi alan kalın bağırsak kanseri hastalarında hastalığın ilerleyişinde ve ölüm ihtimalinde yüzde 30 azalma olduğunu gösteriyor. Yani kansere yakalandıktan sonra alınan D vitamini bile riski düşürüyor.

E vitamini arttıkça da kolon kanseri riski azalıyor. E vitamini 50 nanogram ve üzeri olduğunda bu etki net bir biçimde görülüyor ve kalın bağırsak kanseri riski yüzde 60’a kadar azalıyor. Bu yüzden 30 nanogram olarak belirtilen optimum seviyeyle yetinmemekte fayda var.

Kansere yol açan bir başka önemli etken ise hareketsiz yaşam tarzı. Elimizdeki en iyi mücadele araçlarından biri egzersiz. Çünkü antienflamatuar etkisi var. Üstelik antioksidan üretmemizi sağlıyor. Bununla da kalmayıp kan ve lenf akışını destekliyor ve kan şekerini düzenleyerek detoks süreçlerine yardımcı oluyor. Hareketsiz yaşam sürenler bütün bu fiziksel, metabolik, hormonal ve genel faydalardan mahrum kalıyor.

Kanser vakalarının yaklaşık yüzde 10’u ise genetikten kaynaklanıyor. Ancak belli genlerinizin bulunması illa kanser olacağınız anlamına gelmiyor. Üstelik genetiğin etkisi de sanıldığı kadar yüksek olmayabilir. Danimarka’da toplam 88 bin tek yumurta ikizi üzerinde yapılan çalışmada 44 bin çift ikizin sadece yüzde 10’unda kanserlerin birbiriyle eşleştiği görüldü.

Kanser vakalarının yüzde 90’ı ise çevresel, yani genetik harici etkenlerden kaynaklanıyor. Gençlerde giderek daha çok görülme sebebi de bu.

Buna karşı öncelikle doğru tahlilleri yaptırmak gerekiyor. Aksi halde temelsiz tahminlerden öteye gidemezsiniz. Test sonuçları size kanser riskini gösterecektir. Örneğin insülin direnci çok önemli ve açlık insülini insülin direncini öngörmekte son derece yararlı. Yine lipit paneline bakmakta büyük fayda var. Bunun yanı sıra lipoprotein fraksiyonasyonu, kan şekeri, hemoglobin A1C seviyeleri ve kan sayımı önemli. D vitamini, Omega 3, B12 folat ve B6, çinko, demir ve magnezyum seviyelerimizi bilmek de mühim.
C-reaktif protein, kortizol, leptin, ürik asit, ayrıca kortizol, östrojen gibi hormon seviyelerini de ölçtürmeliyiz. Karaciğer yağlanmasının da kanser riskinde önemli olduğunu biliyoruz. Enzim ve ağır metal rakamlarınızı görün. Bahsettiğim hemen hemen bütün değerleri kapsamlı birkaç testle görmek mümkün.
Dünya Sağlık Örgütü kanser vakalarından yüzde 30 ila yüzde 50’sinin sağlıklı yaşam tarzı benimseyip kanserojen ve çevresel toksinlerden uzak durmakla önlenebileceğini söylüyor.

Bunun için her şeyden önce sigarayı bırakın. Alkolden uzak durun. İçki içiyorsanız bile minimum seviyede tutmaya gayret edin çünkü kırmızı şarap dahil hiçbir içki için güvenli doz diye bir şey olmadığını biliyoruz.
Düzenli ve dengeli beslenin. Gıdaların ilaç olduğunu biliyoruz. Doğru yiyecekler sizi iyileştirebilirken yanlış beslenmek zarar verebilir. Ultra işlenmiş gıdalardan, nişasta, şeker, işlenmiş tahıllardan uzak durun. Tahıl tüketecekseniz işlenmemiş olmasına dikkat edin. Nişasta yiyecekseniz miktarı hep çok az tutun. Şekeri çok nadir ve az tüketin. Fast food, tatlandırılmış içecekler, sosisli sandviç, hamburger ve kalitesiz etlerden uzak durun. Hamburger gibi ürünler tüketecekseniz kaliteli etlerden yapıldığından emin olun.
Süt ürünlerinde de ekstra hormon ilavelerine karşı dikkatli olun. Pestisit de içeriyor olabilirler. Bu yüzden olabildiğince organik ürünler tüketmeye çalışın. Genel olarak içindekiler listesi çok uzun olan ambalajlı ürünlerden uzak durun.

Yapay tatlandırıcılar özellikle sabıkalı. Yüksek fruktozlu mısır şurubu, gazlı içecekler ve meyve suları hiç iyi değil. Meyve suyu yerine lifleri almak ve aşırı şeker yükünden uzak durmak için meyvenin kendisini yiyin. Meyve tüketerek fitobesin ve polifenol almak da mümkün. Şekerli soslardan uzak durun.
Bunların yerine gerçek gıdalar tüketin. Fitokimyasal ve antioksidan içeriği yüksek yiyecekler kanser ve diğer hastalıklarla mücadelenize yardımcı olacak. İşlenmiş gıdalar ise sizi öldürmese bile ya hasta edecek, ya da sağlıksız olup kendinizi kötü hissetmenize yol açacak. Olabildiğince evde, kendi yemeğinizi pişirmeye ve dışarıdan yememeye çalışın.

Ayrıca bitkisel gıdalarınızı olabildiğince çeşitlendirin. Ne kadar renkli olurlarsa faydaları da o kadar çeşitlenip artar. Fitokimyasal içerikleri bizim için çok faydalı. Meyvelerin lif içeriği de aynı şekilde kritik. Bunları tüketmek bağırsak mikrobiyomunuzun sağlıklı kalmasını sağlayacak.

Karalahana, karnabahar, brokoli, lahana, karahindiba, ayrıca tam tahıllar ve baklagiller tüketmenizi öneriyorum. Ancak glifosat gibi herbisitlere maruz kalmamış sebze-meyveler tüketmek önemli. Ayrıca bolca enflamatuar madde içeren cüce buğdaydan uzak durun.

Su ve hava filtreleri kullanarak ve plastik kullanımını azaltarak toksinlere maruz kalma oranınızı azaltabilirsiniz. Gıdanın yanı sıra temizlik ve bakım ürünlerinde de toksik içerikli ürünlerden uzak durmaya çalışın. Bu basit değişikliklerin zaman içinde büyük fark yaratacağını aklınızdan çıkarmayın.

Unutmayın, bugün kanserin sebepleri hakkında çok şey biliyoruz. Dolayısıyla bu hastalığı önlemek için birçok şey yapabiliriz. Proaktif olmak, yani önceden doğru davranmak sağlığımızı olumlu etkileyecek.

Görüşmek üzere. 

Mark Hyman
Mark Hyman