22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
28.05.2021 06:00

Evliliğinizin “raf ömrü” kaç yıldır?

Türkiye’de geçen yıl 75 yaşının üzerinde bin 160 erkek “dünya evine” girdi! Bu rakamı TÜİK’in geçtiğimiz mart ayının başında açıkladığı Evlenme ve Boşanma İstatistikleri’nden aldım. Ve hayır, “mart ayı” ile konumuzun hiç ilgisi yok. Aynı istatistik verilerinden anlıyoruz ki evliliklerde erkekler, kadınlara göre 2 yıl 8 ay daha büyük oluyorlar. Bu ortalama rakam tabii. Bu hesapla bin 160 “dede”nin, bin 160 “büyük anne” ile evlendiğini söylememiz de “tamamen” yanlış olmaz. “Tamamen” vurgusuna dikkatinizi çekmek isterim! Bu siyaset gereği yapılan açıklamalar gibi yani. Tamamen doğru olmadığı gibi, tamamen yanlış da olmayabiliyor. Nasıl, siz de mi videolara kaptırdınız kendinizi? O zaman ne demek istediğimi daha fazla açıklamama gerek yok demektir! Felaket tellallığı yapacak değilim ama sorumlu bir gazeteci olarak açıklamak zorundayım, kaba boşanma hızımız binde 1.62 olduğuna göre bu evliliklerden en az birinin ayrılıkla sonuçlanacağını da söylemem tamamen yanlış olmayacağı gibi tamamen doğru da olmayacak. Tabii Mustafa’nın bu konuda yaptığı yoruma da hiç değinmeyeceğim çünkü ortalama ömür beklentisi üzerinden bir hesaplama yapmayı etik bulmuyorum. Ancak şunu da söylememe izin veriniz: Yanlış kişiyle evlenmiş olma olasılıkları çok yüksek! Eski hikayeyi hepimiz biliyoruz. Prenses kurbağayı öper, o soğuk tenli, berbat sesli çirkin yaratıktan muazzam yakışıklı bir delikanlı çıkarır. Bu bir masal değil, gerçektir. Bugün sokaklarımızı kurbağalar işgal etmemişse biliniz ki bunu, bu sevimsiz yaratığı öpmeye iğrenmeyen kadınlarımıza borçluyuz. Her kadın, aslında bir kurbağayı öper ve biz kendimizi prens sanırız. Ve hayır, erkek düşmanı filan değilim; sadece bir erkeğin, hayatındaki kadın sayesinde “bir şey” olabileceğini düşünürüm. Kurbağa metaforu masalın gelişi; onlar muratlarına ererken, biz kerevetlerine çıkalım diye! *** Kurbağa Prens masalında da olduğu gibi masallar hep mutlu sonla biter ve sonunda masalın kahramanları olan kadın ve erkek evlenirler, muratlarına ererler. Sonra başlarına ne geldiğini, ilişkilerinin sürüp sürmediğini bilemeyiz, masallar bunu anlatmaz. Rapunzel, geç saatlere kadar çalışan kocası ve dört çocuğu için saçlarını süpürge mi etti, yoksa kuaföre gidip mizanpli yaptırarak keyfine mi baktı, bunu bilemeyiz. Ve sanırım bu masalları uyduranlar da masalların gerçek sonunu bilmemizi istemiyorlar. Onun için Pamuk Prenses Vol. 2 diye bir masal yok. O pamuklar gibi beyaz şahane kadın ne hale geldi, bilemeyiz. Çünkü arkadaşlar, bunu benden duymuş olabilir ve sevdiceğinize de beni kaynak gösterebilirsiniz: Çünkü kahramanlarımızın buluşmasından sonra büyük olasılıkla anlatılmaya değer bir şey kalmamıştır. William Blake üstadımızın da dediği gibi “ancak söylenmemiş aşklar, aşktır.” Bedri Rahmi’nin bir Denizli köylüsünden duyduğu söz, Blake’in sözüne tur bindirir aslında: Seversin, kavuşamazsan aşk olur! Çünkü, UC Riverside’dan psikoloji profesörü Sonja Lyubomirsky’ye göre huzurlu ve mutlu evliliğin bir raf ömrü var. Ve bu maalesef biz insanların en kötü özelliği diyebileceğim uyum yeteneğimiz ile ilgili. “Hedonik adaptasyon” deniliyor ve insan iyi şeye çok kolay alışıyor. Rahmetli anneannem de Kaliforniya’da üniversite okumamıştı ama ‘”alışmış kudurmuştan beterdir” sözünün felsefi derinliğine sahipti. Çocuğunuza istediği her şeyi alan anne – babalardansanız, el değmemiş bebeklerin, yüzüne bakılmayan topların nedeninin bu hedonik adaptasyon olduğunu bilirsiniz. “Baklava – börek olsa her gün yenmez” özlü halk deyişinin de işaret ettiği bir durum bu. Elbette romantik ilişkiler için de geçerli. İlk buluşmalar, el ele tutuşmalar, kaçamak öpücükler, sonunda kavuşma! Ama insan bu tadına doyulmaz hazza da bir uyum gösteriyor, alışıyor. Hedonik adaptasyon geliştiriyor. Sonja Hanım bu konuyla ilgili bir kitap yazmış, uzun süreli ilişkilerin de böyle bir hedonik adaptasyondan zarar göreceğinden söz ediyor. Cinsel tutkunun ve cinsel uyarının ise hedonik adaptasyona özellikle yakın olduğuna dikkat çekiyor.

O gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni

İlk görüşte aşık olanlardan mısınız, bilmiyorum ama eğer böyle olduğunuzu düşünüyorsanız üzülerek söylemeliyim ki gerçek bir palavracısınız. Dost acı söyler! “İlk görüşte” hissettiğimiz şey, aşk değil bir “cinsel çekim” olabilir. Çünkü arkadaşlar, aşk bir süreç meselesidir. Yolda yürürken kafanıza saksı düşebilir ama durduk yerde aşk düşmez. Cinsel çekim derken salt cinsellikten söz etmediğimi de bilmenizi isterim. Bir erkeğin ya da kadının, birisine karşı neden çekim hissettiğini tam olarak açıklamak zor. İnsanlara sorsak, belki de sorduğumuz insan sayısı kadar değişik yanıt alabileceğimiz bir soru bu. Kimi için kaş – göz, kimisi için boy – pos, kimisi için zeka – akıl, kimisi için meslek – şöhret vs. olabilir bu çekimin nedeni. Diyelim ki “kaş-göz” diyenler en büyük grubu oluştursun, onların içinde de yüzlerce alt küme bulabiliriz. Süreç bu çekimden sonra başlar. Öyle bir çekimdir ki ona direnmeyi bırakın, tam tersine o çekime iyice kapılıp karşımızdakinin içinde eriyip yok olma isteğine dönüşür adeta. Onda, belki de hiç sahip olmadığı özellikleri vehmederiz. “Aşkın gözü kördür” aşamasına geçiyoruz böylece. O her şeyin en iyisidir. Güzeldir, akıllıdır, zekidir, çekicidir, baş döndürücüdür, esprilidir, odur, budur. Ve böylesine mükemmel bir yaratığın nasıl olup da bizim gibi bir sefili, yetersizi beğendiğinden kaynaklanan kuruntular da başlar. Kıskançlık krizlerinin nedeni biraz da budur. Oysa karşımızdakine, hissettiğimiz bu yetersizliklerle ilgili ne düşündüğünü sorsak, alacağımız yanıt büyük olasılıkla boş boş bakan bir çift göz olacaktır. Çünkü o da zaten tam tersini düşünüyordur. Tıpkı, bizim onun hakkındaki düşüncelerimiz gibi. Ama bu gerçek soruyu sormaya kimse cesaret edemez, onun yerine rol yapmaya başlar. Karşımızdaki insanın nasıl birisini arzuladığı ile ilgili tahminlerimizden kaynaklanan bir senaryo yazar, onu oynarız. O da aynısını yapar. Sonra onlar erer muradına, bizler de çıkarız kerevetine. Zamanla rol olarak oynadığımız bazı şeyleri içselleştirip kişiliğimizin bir parçası haline getirmiş olsak bile oyun oynama becerisinin ve takatinin de bir sonu vardır, gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başlar. Ferrari’nin Şahin’e dönüştüğü, “mükemmel erkek” ya da “mükemmel kadın” diye yücelttiğimiz varlığın kendisi gibi olmaya başladığı bir dönem. Marifet, daha sonra bununla birlikte yaşamaya alışmak ile ilgilidir. Romantizmin sonu gelmiştir. Çünkü o kadın, sizin hayallerinizde yarattığınız aslında hiç var olmayan birisi değil, kanlı–canlı, iyi yönleri olduğu kadar yetersiz yönleri de olabilen gerçek bir insandır, bir hayal değildir. Ve unutmayın ki sizinle evlenecek kadın ya da erkek de aynı hatayı yapmıştır, o da yanlış kişiyle evlenmiştir. Pandemi dinlemeyip soluğu evlendirme dairesinde arayan dedelerimiz de bilmeliler ki aslında yanlış kadınla evlendiler. (75’liklere “dedelerimiz” diyorum ya sizden saklayacak değilim, bir arkadaşımı kızdırmak için böyle yazıyorum; çünkü esasen “dedelik” yaşta değil, baştadır!)  “E şimdi ne olacak, hemen boşanalım mı” diye soranlar olduğunu duyar gibiyim. Hayır, bu gerekmeyebilir. Hayallerle yaşamayı bırakıp, gerçeklerle barışabilirseniz tabii.
Mehmet Y Yılmaz
Mehmet Y Yılmaz