12 Mayıs 2024, Pazar Gazete Oksijen
17.02.2023 04:30

Sanki dev bir patlama Pazarcık’ı alıp uçurmuş

Kahramanmaraş Pazarcık’taki yıkımı anlatmaya kelimeler yetmez. Dağlardan kopup düşmüş kayalar, dereye doğru uçan evler, düzlüklere savrulmuş elektrik direkleri. Merkezde de aynı, köylerde de. “Atlatacağız, insan her şeye alışıyor diyor” bir depremzede ama bu manzara pek alışılabilecek türden değil

Hava buz gibi. Şahin Babat, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde felaket kapılarını çalana kadar şehrin kuyumcular çarşısı olan sokaktaki enkazların arasında bir köşede gün batarken odun alevinin etrafında ısınmaya çalışıyor. “Geceden sabaha kadar buraları bekliyorum” diyen Babat, hırsızlık olaylarına karşın bölgeyi kolladığını söylüyor. Yağmacıların hem ilçeden hem de ilçe dışından ve köylerden geldiklerini söyleyen 64 yaşındaki inşaat işçisi, 6 Şubat sabahı ve öğleden sonrasında yaşadıklarını sindirmek için henüz vakti olmadığını anlatıyor. 

“Kıyamet kopuyor dedim, kalktım. Dışarıya çıktım; bağırtı, çağırtı, çoluk çocuk...” Hayatını değiştiren o saniyeleri böyle hatırlıyor. Evde tek başınayken yakalandığı depremde kendi binasının duvarlarının patladığını, yan binanın da tamamen yıkıldığını söylüyor. Kurtarma ekiplerinin geç geldiklerini ve geldiklerinde de organizasyon sorunları yaşandığını belirten Babat, çok sayıda insanın zaman kaybından dolayı öldüğünü söylüyor. Depremden sonra Pazarcık ilçe merkezinin “cehennem” olduğunu belirtip sözlerine şöyle devam ediyor: “Hiç görmek istemezdin. Ölülerin haddi hesabı yoktu. Şurası arkadaşımın evi. Hanımı, kızı, kendisi. Üçü de gitti. Üç gün ya. Üç gün. Kafası gözüküyor, kolu dışarıda. Yardım gelmiyor.”

Yardım konvoylorını gören gözyaşını tutamıyor

Depremin merkez üssünde enkazın saçıldığı sokaklar kıyamet günü gelmiş hissi yaratıyor. Bir kedi 8 katlı bir binanın tepesinden boş sokaklara miyavlıyor. Kırıkkale’den yardıma gelen iki polis memuru, gördüklerine inanmakta zorlandıklarını söylüyorlar. Bir başka sokağın başında üzerinde taşıdığı telsizi, kafasında beresiyle nöbet tutan Ercan Koç, enkaz bölgesine giriş-çıkışları kontrol ediyor, gazetecilere kimlik soruyor. Kendisi bu işi gönüllü yaptığını söylese de bölgedeki polisler ondan tavsiye alıyorlar. Depreme kadar özel bir güvenlik şirketinde çalıştığını ve işe gitmeyince atıldığını söyleyen Koç, yardımların zamanında geldiğini, devletin ilk günden beri bölgede varlığını gösterdiğini anlatıyor. İlçe merkezinde kurulu çadır kentin girişinde, üzerinde Kızılay üniforması olan ve ismini vermek istemeyen bir gönüllü ise Kızılay’ın neden alanda yeterince faal olmadığını bilmediğini, kendisinin kurumdan bağımsız İzmir’den kalkıp geldiğini ifade ediyor.

Gaziantep’in İslahiye ilçesi köyleriyle birlikte yerle bir. İlçedeki durum, günlerce bombalar altında kalmış bir savaş bölgesinden farksız.. (Fotoğraf: Can Erok)

Şehir merkezindeyken Büyüknacar köyünün feci kayıplar verdiğini duyuyoruz. Yolda radyoda sadece deprem haberi var. Köye giden yollar yer yer çatlamış, yer yer de yarılmış ve içi toprakla doldurulmuş. Bir kadın yol kenarında bir seranın önünde büyük bir tencerede sulu nohut ve patates yemeği ile pirinçli mercimek çorbası pişiriyor. Depremin yedinci gününe kadar yaklaşık 200 kişinin sığındığını ve köye ulaşacak yardımlar için bir toplanma noktasına dönüştüğünü öğrendiğimiz domates serasında yerlerde halılar serili, içerisi sıcak. Seranın sahibi olan 36 yaşındaki Yunus Çavuşoğlu “Mülk yalnızca Allah’ındır. Birilerine dokunabildiysek ne mutlu bize” diyor. Depremden sonra çocuğunu rahatsızlığından dolayı Kayseri’ye bırakıp köye geri geldiğini söyleyen Çavuşoğlu, “Allah razı olsun. Buradan Kayseri’ye kadar tırlar konvoy halinde. Bütün Türkiye kilitlenmiş. Giderken, gelirken hep ağladım” diye anlatıyor. 

Köyün yukarı noktalarına giderken dağdan kopup düştüğünü öğrendiğimiz koca kayalar yolların kenarlarında duruyorlar. Kıvrımlı yolun etrafındaki geniş obada yeşil çimenlerin üzerinde yer yer kar var. Zemin, yol kenarındaki bankları üzerinden atmış, devirmiş. Köydeki direklerin çoğu uçmuş. Facia burada en az 300 can kaybına sebep olmuş. Göçük altında kalan birçok kişinin donarak öldüğünü duyuyoruz. Köyün yukarılarına çıktığımızda etrafımız bembeyaz oluyor. Dışarıda acıtan bir soğuk var. Depreme Pazarcık’ta yakalandığını söyleyen İsmail Akyol, tahribatın çok büyük olduğunu anlatıyor. “Bir genç kızımızı burada kaybettik. Onun yanında bir karı koca kaybettik. Diğer yanda da öz akrabamızı” diyen Akyol, çatısı düşmüş ve tamamen yıkılmış evlere işaret ediyor. Köyde sanki devasa bir patlama olmuş ve her şey yerinden olmuş gibi. Bazı evlerin önünde AFAD’ın çadırları var.

Bize refakat eden köy öğretmeni Mevlüt Çavuşoğlu, doğup büyüdüğü evin son durumunun ne olduğunu bilmediğini ve bilmek istemediğini söylüyor. Önünden geçerken dayanamayıp durup bakıyor ve yıkıldığını görüyor. Ev dereye doğru uçmuş, gitmiş. Yanındaki sağlık ocağının dış cephesi çatlamış. Çavuşoğlu’nun “Halamın öldüğü ev” diye gösterdiği ev yerle bir olmuş. Dar bir otoyolu izliyoruz. Yanımız kar. Çavuşoğlu, birden durup “Atlatacağız inşallah. İnsan her şeye alışıyor” diyor. Yoldaki yarıkları göstererek yardımın ilk günlerde kendilerine ulaşmasının mümkün olmadığını belirtiyor ve “Japonya olsa gelemezdi” diyor. Deprem olduktan sonra karda bir süre yalın ayak kaldığını söyleyen öğretmen ekliyor: “Düşünsenize, bu soğukta ölülerimiz yatıyordu. İnsanlar karla kaplanmış mezarların başında dua ediyorlar. Birisi, yakınının mezar taşına Türk bayrağı sarıyor. İnsanlar ve hayvanlar yardım çağrısında bulunurken, bağırarak öldüğünü öğreniyoruz.”

ABD’li gönüllülerin ‘temiz su’ mücadelesi

ABD merkezli, kar amacı gütmeyen Hristiyan yardım kuruluşu Water Mission görevlilerini görünce, deprem sonrasının en önemli başlıklarından olan hijyen ve temiz suya erişim konusunda bilgi alma fırsatı buluyoruz. 2001’de Honduras’taki kasırganın yarattığı tahribatı onarmak üzere faaliyete geçen kuruluşun temsilcileri, Washington’daki Türk Büyükelçiliği’nden gelen talep üzerine alanda bulunduklarını ve konuşmamızdan hemen önce Mersin valisiyle geniş çaplı bir toplantı yaptıklarını ifade ediyorlar. John Conway, Haiti’deki depremde, göçmen krizlerinde, Bahamalar’daki kasırgada ve çok sayıda afet bölgesinde deneyim kazandıklarını anlatıyor. “Bu depremden etkilenen hangi şehre giderseniz gidin, yıkım çok büyük. İnsanların gidecekleri yerleri yok. Hijyen büyük bir sorun haline gelebilir. İnsanlar tuvaletlerini dışarıya yapıyorlar çünkü başka imkanları yok” diyen Conway, tüm bu olumsuzluklar içinde polisinden arama-kurtarma görevlisine Türk insanının birbirine kardeş gibi kenetlenmesine imrenerek baktığını söylüyor ve ekliyor: “Tarihsel olarak bizim gözlemimiz bu yönde değil. İnsanlar afet dönemlerinde kendi başlarına kalırlar ancak burada güçlü bir dayanışma var.”

Sahada mühendis ekipleriyle çalıştıklarını anlatan Conway, evlerine giremeyen bölge vatandaşlarının Gaziantep’te toplanma ihtimalini gözettiklerini, bunun için de şimdiden orada konteynerler hazırlandığını ve tuvaletlerin yerleştirildiğini söylüyor. Sedimentasyon filtreleri ve ters ozmoz gibi tekniklerle su kirliliğine karşı önlem alacaklarını anlatan Conway, etkilenen bölgelerden su numuneleri topladıklarını ve bunları analiz etmeye başladıklarını söylüyor. Bugüne kadar karşılaştığı afet bölgeleriyle 6 Şubat’ta yaşananları karşılaştırdığında “Hayatımda böyle bir felaket görmedim. Savaş bölgelerinde bile” diyor. “Ukrayna’da cephelere güvenilir su götürüyoruz. Orada gördüklerim bile buradakine benzemiyor. Dün gördüklerim karşısında ağladım çünkü benim de bir ailem var. Üç çocuğum var. Bir baba enkazda çocuklarını ve eşini bağırarak arıyor, bir cevap bekliyordu” diyerek sözlerini bitiriyor.

Her şeyimle birlikte aklım da o evde kaldı

Atatürk Parkı’ndaki çadırkentte İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) logolu beyaz çadırlarda aileler en az 10 kişi bir arada kalıyorlar. Gündüzleri hava daha merhametli. Güneşin altında çadırın önünde oturup yere bakan çok sayıda insan var. Karşılarında kıyafet yardımı noktasından bir grup üst baş seçiyor. Çocuklar meyve suyu içip kraker yiyor, çocuk parkında oynuyor, ortalıkta koşuşturuyorlar. Çadır kentte askerler de var. Kadınlar çadırların kenarında leğende bulaşık veya çamaşır yıkıyor, kadınlar ve erkekler odunları ve erzakları el veya market arabasıyla çadırlarına sürüyorlar. Çadırların içinden dışarıya kahverengi soba boruları uzanıyor ama depremzedeler yine de üşüdüklerini söylüyorlar. Kentin belirli noktalarında elektrik ve kablosuz internet noktaları oluşturulmuş, insanlar başında telefonlarını şarj ediyorlar. Ağaçların arasında çamaşırlar serili. Kimileri yakmak için çıra kesiyor. Yerde kararmış demlikte çay demleyen aileler, yarının ne getireceğini, daha ne kadar bu koşullarda kalacaklarını bilmiyorlar.

‘Mezarlıkta uyuduk’

Bir aile ateş başında çay içerek muhabbet kuşlarıyla beraber oturuyor. İki çocuk annesi Medine Çevirme deprem anından bahsetmek bile istemiyor. Kayınvalidesi Rabiya Çevirme, üç gün boyunca yedi kişi arabada yattıklarını anlatıyor. “Herkes yakınlarının yanına gitti, biz kimseyi tanımıyoruz” diyen Rabiya Hanım, yemek konusunda eksikleri olmadığını ancak bir haftadır kıyafetlerini değiştiremediğini, yardım noktalarındaki kıyafetlerin eksik veya yırtık olduklarını ve banyo yapmak istediğini söylerken ağlamak üzere. Medine Hanım, depremden kaçarken yanına aldığı kuşları Fındık ve Fıstık’ın bu zor günlerde onlara bir nebze olsun neşe sağladığını ifade ediyor. 

Banyo yapmak isterken gözyaşlarını tutmakta zorlanan Medine Çevirme, depremden kaçarken yanına aldığı kuşları Fındık ve Fıstık’la biraz olsun moral bulduğunu söylüyor (Fotoğraf: Can Erok)

Çadırının önünde uzaklara uzun uzun bakan Elif Ekinci, eşi Önder Bey ile ateşin başında oturuyor. Deprem olduğunda Kahramanmaraş’ta kar yağdığını, o soğukta kendisini dışarıya atıp gidip mezarlıkta yattıklarını anlatan Elif Hanım, yanlarında 2 aylık torunlarının da olduğunu, onun donup donmadığını anlamak için sürekli nabzını kontrol ettiklerini, neyse ki yalnızca kulak iltihabı geçirdiğini ve şimdi akrabalarının yanında Edirne’de olduğunu söylüyor. Deprem olduğunu anladığında torununun ve gelininin üzerine kapanıp kendisini siper ettiğini anlatırken Ekinci’nin sesi titriyor. Geleceklerine dair hiçbir fikirleri yok. Ekinci “Aklımı o evde bıraktım” diyor.