Fotoğraflar, bazen yansıttıkları görüntüler ve o görüntülerin içinde zapt edilmiş anlar, durumlar üzerinden bize sözel anlatımdan çok daha etkili ifade imkânları sağlayabiliyor.
Bugünkü yazımızın konusu olan fotoğraf, bundan yirmi gün kadar önce, 21 Ekim’de Diyarbakır’da bir otelin balo salonunda çekilmiş.
Fotoğraf kalabalık bir davetli topluluğunu saygı duruşunda bulunduğu sırada görüntülüyor. Bütün salon topluca ayakta. İlk bakışta erkek ağırlıklı bir topluluk var karşımızda; takım elbiseli, kravatlı, ciddi görünümlü insanlar… Ön sırada yalnızca tek bir kadın var; kimliğine birazdan geleceğim.

Ön sıranın merkezinde Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Kadir Özkaya’yı görüyoruz. Kendisiyle birlikte ön sırada AYM’nin 10 üyesi yer alıyor. Organizasyona ilişkin bir başka fotoğrafta bu kadraja girmeyen bir üye daha var. Toplam on bir üye ediyor. Yani AYM’nin 15 üyesinden 11’i bu fotoğrafın içinde. Ankara’dan Diyarbakır’a neredeyse tam kadro bir çıkarmadan söz edebiliriz.
Yüksek mahkemenin iki başkanvekili -Hasan Tahsin Gökcan ile Basri Bağcı- da bu fotoğrafın içindeler. Bu arada, Diyarbakır’da hazır bulunan AYM üyelerinden birinin, 2016–2020 yılları arasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olarak görev yapan, bugün de Türkiye’nin gündemini meşgul etmekte olan bazı kritik davaların iddianamelerinin altında imzası bulunan İrfan Fidan olduğunu da bir dipnot olarak kayda geçelim.
AYM kararlarının uygulanması için AB ve Avrupa Konseyi ortak proje yürütüyor
Şimdi fotoğrafı biraz açmaya başlayabiliriz. Ön sırada bugün Türkiye’de yargı dünyasının, hiyerarşisinin kilit isimlerini görüyoruz. Özkaya’nın hemen sağında Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez duruyor. Solunda ise Yargıtay’ın çok kritik bir ismini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Muhsin Şentürk yer alıyor. Şentürk’ün yanında Danıştay Başsavcısı Cevdet Erkan var.
Ön sıradaki tek kadın davetli Strasbourg’tan gelen bir konuk. Uzun bir unvanı var: Avrupa Konseyi İnsan Hakları, Adalet ve Hukuki İşbirliği Standartlarının Uygulanması Dairesi Başkanı Lilja Gretarsdottir… İzlandalı bir hukukçu-siyasetçi. Aynı zamanda İzlanda kadınlar satranç şampiyonu. İzlanda’nın milli satranç oyuncusu.
İzlandalı hukukçunun hemen yanında da Avrupa Konseyi’nin Ankara Program Ofisi Başkanı William Massolin var. Bir Fransız.
Bu iki Avrupa Konseyi temsilcisi Diyarbakır’da ne arıyor diye merak edilebilir. Aslında onlar bu toplantının davetlisi değil, sponsoru durumunda. Çünkü toplantı Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin bir ortak projesi. Bu iki kurum projeye 5.5 milyon Avro tahsis etmiş.
Salonda kürsünün arkasında, yani fotoğraftaki heyetin cephelendiği yansıda şu yazılı: “Anayasa Mahkemesi Temel Haklar Alanındaki Kararların Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi Ortak Projesi.”
Bu başlıktan toplantının Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasını desteklemek amacıyla düzenlenmiş olduğunu öğreniyoruz. Toplantının adı: “Adli ve İdari Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması.”
Görüleceği gibi, toplantı uzun bir zamandır Türkiye’nin gündemini meşgul etmekte olan AYM kararlarının uygulanması, daha doğrusu olması gerektiği gibi uygulanmaması sorununa odaklanmış.
Tabii, Anayasa’nın 90’ıncı maddesi çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanması gerekliliği bulunduğundan, toplantının görev tanımına AİHM kararlarının uygulanmamasıyla ilgili sorunları da eklemek pekala mümkün; AİHM’nin Osman Kavala, Selahattin Demirtaş kararları gibi…
Avrupa Konseyi’nin ve AB’nin sponsorluğunda 2021 yılı sonbaharında bugün Avrupa Marşı olarak kabul edilen Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi’nin finalindeki “Neşeye Övgü” bölümü çalınarak başlatılan bu proje, geniş katılımlı bölge toplantıları şeklinde yürütülüyor. Fotoğrafın çekildiği Diyarbakır’daki etkinlik bu toplantı serisinin sekizincisi. Daha önce Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Gaziantep, Trabzon ve Erzurum'da düzenlenmiş bu toplantılar.
Proje şöyle uygulanıyor: Türkiye’nin belli bir bölgesi seçilerek ve buradaki bir büyük il merkez alınarak, o il ve çevre illerdeki hâkim ve savcılar buraya davet ediliyor. Düzenlenen panellerle AYM kararlarının uygulanmasını konu alan bir hizmet içi eğitim çalışması yapılıyor. Bu çalışmaya istinaf aşamasındaki bölge adliye ve bölge idari mahkemelerinin yargıç ve savcıları da davet ediliyor.
AYM üyeleri ve mahkemede alınan kararların şekillenmesi ve yazımında kilit rol oynayan raportörlerin konuşmacı olarak katıldıkları panellerde, AYM’nin belli başlıklar altındaki temel içtihatları anlatılıyor, uygulama sorunları paylaşılıyor. Bütün bu konular davetli hakim ve savcılarla karşılıklı diyalogla geniş bir şekilde tartışılıyor.
'Maksat sinekleri öldürmek değil bataklığı kurutmak'
AYM’de alınan bir ihlal kararının sonuçlarının kaldırılması söz konusu olduğunda iki tür etkinin ortaya çıkması bekleniyor. Birincisi, kararın “sübjektif etkisi”. O dosyada saptanan spesifik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını anlıyoruz bu etkiden; öngörülen tazminatın ödenmesi, aynı dosyada yeniden yargılamanın yapılması ve bu şekilde vatandaşın yaşadığı mağduriyetin giderilmesi gibi…
Bir de kararların “objektif etki” boyutu var. Bu etkiyle, kararın etkisinin yalnızca bireysel başvuruya konu olan dosya ile sınırlı kalmaması amaçlanıyor. Bir hukuk devletinde olması gereken, verilen ihlal kararının, aynı zamanda birinci derece mahkemelerde ve yargının sonraki aşamalarında emsal alınarak hayata geçirilip yaygınlık kazanması.
Böylelikle, spesifik ihlalin tekrarlanması da önlenmiş ve AYM’nin bir önceki başkanı Prof. Zühtü Arslan’ın deyimiyle “bataklık kurutulmuş olacaktır.” Prof. Arslan, başkanlığı döneminde her vesileyle “Bireysel başvurunun amacı tek tek sinekleri yok etmek değildir. Bireysel başvurunun amacı bataklığı kurutmaktır” mesajını vermekteydi.
Özetle, AYM içtihatlarının hem birinci derece mahkemeler, hem de istinaf mahkemelerinde hayata geçirilebilmesi, böylelikle ihlallerin azaltılması hedefleniyor. Tabii, idarenin (örneğin polisin uygulamaları) de aynı şekilde davranarak ihlallere yol açmaması da bir diğer önemli hedeftir.
Öncelikle genç hâkim ve savcılara ama tabii ki daha kıdemli olanlara da “Yaptığınız değerlendirmelerde, verdiğiniz kararlarda AYM içtihatlarına uygun hareket edin, bu içtihatlara uygun hükümler kurun” beklentisi aktarılıyor. Avrupa Konseyi ve AB, bu hedefe ulaşılması için AYM ve diğer paydaşlarla işbirliği içinde bu projeyi uyguluyor dört yıldır. Her iki Avrupa kurumu da bu proje için bütçelerinden belli bir ödenek tahsis ediyor.
Çok katmanlı bir okuma yapmak istersek
Şimdi bu fotoğrafı anlamaya, altyazılarını okumaya çalışabiliriz.
Bu fotoğraftaki görüntü 2025 yılı itibarıyla AYM kararlarının uygulanmasında yaşanan sorunlar, bu çerçevede Türkiye’de yargı kurumlarının birbirleriyle olan ilişkileri gibi alanlarda ve hepsinin toplamı olarak ‘hukukun üstünlüğü ilkesi’nin ne durumda olduğu sorusu açısından bize ne anlatıyor?
Fotoğraf, bu sorunun yanıtları açısından bize çok boyutlu, çok katmanlı birçok okuma yapma imkanı sağlıyor. Yanıtları çözebileceğimiz birçok şifre fotoğrafın içinde saklı. AYM, Yargıtay, Danıştay, hem birinci derece mahkemeler hem de istinaf mahkemelerindeki hakimler ve savcılar olmak üzere yargı mekanizmasının bütün aktörleri bir aradalar. Ve uygulamadaki sorunlar hepsinin önünde bütün boyutları ile masaya yatırılıyor.
AYM Başkanı'na göre, adalet devletin meşruiyetinin temeli açısından önemli
Önce yapılan konuşmaların üzerinden gidelim. AYM Başkanı Kadir Özkaya, içeriği itibarıyla ihlal kararlarının uygulanması gereği mesajını vurgulayan bir konuşma yapıyor. Başkan, AYM’nin kararlarını “başvurucuların dini, siyasi veya ideolojik kimliklerine bakmadan tamamen adalet odaklı bir yaklaşımla değerlendirdiğini” anlatıyor.
Ancak Özkaya’nın mesajları AYM ihlal kararlarının uygulanması meselesinin çok ötesine geçiyor, sıkça Türkiye’nin gündemini kaplayan yargıyla ilgili yakıcı meselelere, tartışma konularına yöneliyor.
Bu çerçevede kuvvetli bir şekilde “Bağımsız, tarafsız yargının önemi”ni vurguluyor, bunun için hakim ve savcılara düşen görevleri hatırlatıyor:
“Adalet”, AYM Başkanı’nın konuşmasının ana ağırlık noktasını oluşturuyor, özellikle şu sözleri dikkate alındığında: “Toplumun refahı, güvenliği ve iç barışı ancak adaletle mümkündür. Adaletli bir düzen, bireyler arasındaki güveni pekiştirir, toplumsal bağları kuvvetlendirir ve devletin meşruiyetini sağlam temellere oturtur. Adaletin zedelendiği yerde toplumsal barışın, güvenin ve refahın da yara alacağı açıktır.”
Yani, adalet olmazsa, devletin meşruiyetinin dayandığı temellerin de sağlam olmayacağını söylüyor AYM Başkanı.
Başkan'dan hakim ve savcılara "Nar'a değil nura heves edin" mesajı
Özkaya, tam bu noktada genç hakim ve savcılara “Nar’a değil, nura heves edin” diye sesleniyor.
Burada başvurduğu mecazın anlamı üzerinde kısaca duralım. Nar, bildiğimiz anlamının yanı sıra Arapça “ateş” anlamına da geliyor; “Nar-ı cehennem” ya da “Aşkın nar’ı” anlamında kullanıldığı gibi... Nur ise ışığı temsil ediyor. Sıkça dinsel bir bağlamda “İlahi nur” anlamında da kullanılıyor.
Ateşin anlam olarak aynı zamanda hırs, nefis, kin gibi duyguları, benlik hallerini temsil ettiğini de düşünebiliriz. Sonuçta Özkaya, savcı ve yargıçlara manevi ve ahlaki bir öğüt vermiş oluyor, “Ateşe değil, ışığa yönelin” mesajıyla…
AYM Başkanı, adaletli karar olmazsa "Mevla'nın denetimi"ne dikkat çekiyor
Tabii isteyenler, inanç zaviyelerine göre Özkaya’nın ifadelerini doğrudan taşıdığı tasavvufi dini çağrışımlar üzerinden yorumlamakta serbesttir. Nefsinize değil iman ve iyiliğe yönelin şeklinde… Aslında konuşmasının en sonunda okuduğu dörtlük de bizi doğrudan bu çağrışımlarla yüklü kuvvetli bir finale getiriyor. Şöyle diyor AYM Başkanı:
“Hak ile Hak olursa bir kişi
Yanlış olmaz hiçbir işi
Hak Mevla yaparsa bir gün teftişi
Acep ne olur yanlış yapanın işi…”
Yani, İslam inancında Allah’ın “Ahiret Günü”nde kullarını hesaba çektiğinde yapılacak olan nihai muhasebeyi hatırlatıyor hakim ve savcılara AYM Başkanı…
Bu tür tasavvufi, dini temalar da yüklü referansların Özkaya’nın konuşma metinlerinde sıkça karşımıza çıktığını da bir dipnot olarak ekleyebiliriz.
Yargıtay Başkanı da AYM Başkanı ile aynı dalga boyunda: 'Tüm kurumlar AYM kararlarını uygulamalı'
Şimdi protokolde AYM Başkanı’nın hemen sağında oturan Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in konuşmasına geçebiliriz. Hatırlanacaktır, Kerkez 51 gün süren son derece çetin ve sancılı bir seçim sürecinin sonunda 14 Mayıs 2024 tarihinde Yargıtay Başkanlığı görevine seçilmişti. Kendisinin seçimi ancak 37’inci turda gerçekleşmişti. Adaylığını koyduğunda Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi Başkanı olarak görev yapmaktaydı.
Kerkez’in başkanlığa, AYM ile Yargıtay arasında 2023 sonbaharında AYM’nin TİP milletvekili Can Atalay’la ilgili ihlal karanının uygulanmaması ve Yargıtay’ın doğrudan AYM’ye meydan okumasıyla ortaya çıkan büyük yüksek yargı krizinin hemen sonrasına rastlıyor.
Kerkez’in, konuşmasında hukukun üstünlüğü ve AYM’nin bireysel başvuru kararlarının uygulanması başlıklarında kuvvetli bir zeminde durduğunu görüyoruz. Yargıtay Başkanı, AYM Başkanı ile aynı dalga boyunda konuşuyor, AİHM kararlarının mutlaka uygulanması gerektiğini vurguluyor.
Şunları söylemiş Yargıtay Başkanı: “Anayasa Mahkemesi bir ihlal kararı verdiği zaman, tüm kurumların, tüm yargı organlarının, hepimizin buna uyması ve gereğini yerine getirmesi gerekir. İhlalin sonuçlarının giderilmesi de vatandaşımızın temel bir hakkıdır.”
'İhlal kararı uygulanmazsa ikinci kez ihlal meydana gelir'
Aslında en çarpıcı tespiti bundan sonra geliyor: “İhlal kararı giderilmeyen vatandaşımızın temel hakkı yeniden ihlal edilmiş olur. Bu da tekrar bir bireysel başvuruya konu olur...”
Yargıtay Başkanı, AYM’nin ihlal kararlarının uygulanmamasının, sürekli kendini tekrarlayarak üreten, çoğaltan bir kesintisiz ihlal döngüsü yarattığını anlatıyor. Bu alanda hakim ve savcılara dönük bir eğitim faaliyetinin gerekliliğine işaret ediyor. Ve konuşmasının finalinde hâkim ve savcılardan, hakkı ihlal edilen insanlarla “empati kurmalarını” istiyor: “Hakkının ihlal edildiğini söyleyen, bunun için sızlanan vatandaşımızın yerine kendimizi koymayı bilmemiz lazım. Biz aynı durumla karşılaşsaydık bize ne yapılmasını istiyorsak, onu yapmamız lazım.”
Kabul edelim ki, Yargıtay’ın kendisinden önceki döneminde “Başkanlık bildirileri” ile AYM’yi hedef alan, "bu mahkemeyi anayasal sınırları aşmakla", "hukuk sistemini kaosa sürüklemekle" itham eden çizgisinden farklı bir yerde duruyor Kerkez. Bu anlamda AYM ile en azından başkanlık düzeyinde Yargıtay arasında barışın tesis edildiğini anlıyoruz bu mesajlardan.
Yargıtay Başsavcısı'ndan savaşlar ve soykırımların yol açtığı ihlallere dikkat çekme
Buraya kadar yaptığım bütün bu alıntılar YouTube’da en sonda linkini de vereceğim videodan izlenebilir.
Videoyu izlerken karşımıza çıkacak bir başka konuşmacı daha var: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Muhsin Şentürk. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yüksek yargıda son derece önemli bir pozisyon. Birinci derece mahkemeler ve/ya da istinaf mahkemelerinden geçip temyiz talebiyle Yargıtay’a gelen dosyalar önce Yargıtay Başsavcısı’nın önüne geliyor. Başsavcı’nın ayrıca birçok başka görevi var.
İlginçtir ki, Şentürk’ün konuşması üzerinde durduğu temalar ve vurguları itibarıyla Özkaya ve Kerkez’den biraz daha farklı. Öncelikle ihlallere yalnızca Türkiye ölçeğinde değil, daha geniş bir coğrafyada bakıyor; “sınır aşan suçların, uluslararası örgütlü suçların, savaşların, soykırımların bütün dünyada hak ihlallerine zemin oluşturduğunu” söylüyor. Sanki daha jeopolitik bir bakışın izdüşümlerini görüyoruz Şentürk’ün konuşmasının satır aralarında. Ancak o da hak ihlallerinin önlenmesi ihtiyacına değiniyor.
Bu arada, AYM Başkanı’na karşı son derece saygılı bir dil kullandığını fark ediyoruz Şentürk’ün. “Anayasa Mahkemesi Başkanımız” diye söz ediyor Kadir Özkaya’dan. “Çok güzel ve nezih bir ortamda bulunduklarını, bundan herkesin mutluluk ve sevinç duyduğunu” söylemeyi de ihmal etmiyor konuşmasında.
AYM'nin Can Atalay kararı iki yıldır uygulanmıyor
Evet, fotoğrafa baktık. Aktörleri tanıdık. Konuşmalarındaki mesajları okuduk. Peki, hepsini bir araya getirdiğimizde bu fotoğraftan ne anlamalıyız? Bu fotoğrafın altyazıları ne? Nasıl yorumlanmalı? Bu sorulara yanıt verebilmek için birinci sırada oturan şahısların bir bölümünün, bu toplantıda yaptıkları konuşmaları bir tarafa koyarak, AYM kararlarının uygulanması konusunda daha önce almış oldukları tutumları hatırlamak yeterli olacaktır.
Bunu yapmak için tek bir örnek üzerinden, AYM’nin Can Atalay kararı üzerinden yola çıkabiliriz. Hatırlanacağı gibi AYM, 25 Ekim 2023 tarihinde, aynı yıl mayıs ayında yapılan seçimde Hatay’dan TİP milletvekili seçilen, Gezi davası hükümlüsü, Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Can Atalay’ın bireysel başvurusunda ihlal kararı vermiştir. AYM Genel Kurulu, bu kararında Atalay’ın Anayasa’daki hem seçme ve seçilme hakkının hem de özgürlük hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir. Karar genel kurulda 5’e karşı 10 oyla alınmıştır. Bu kararın lehine ve aleyhine oy verenlerin çoğu Diyarbakır toplantısında birinci sırada oturuyor. Örneğin, ön sırada oturan davetlilerden Basri Bağcı, İrfan Fidan ve Muhterem İnce karara muhalif kalan üyelerden.
AYM’nin bu ihlal kararı, aradan iki yılı aşkın bir zaman geçtiği hâlde uygulanmış değildir. Bu durumun en önemli aktörlerinden biri, AYM kararının ardından yüksek mahkemenin bu hükmünün geçersiz olduğunu ileri sürerek, bu görüşünü TBMM Başkanlığı’na bildiren ve dokunulmazlığının kaldırılmasına kapıyı açan Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’dir.
Yargıtay Atalay için 'ihlal' veren AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuyor
Dosyanın seyrinde 8 Kasım 2023 kritik bir tarih olarak beliriyor. Daha önce Eylül ayında Atalay ile ilgili mahkumiyet kararını onamış olan Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi, bu tarihteki yeni kararında AYM'nin Atalay'la ilgili hak ihlali hükmüne sert bir yanıt vermiştir.
Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, bu kararında AYM kararına “hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceğini” belirtmekle kalmamış, aynı zamanda anayasal yetkilerinin dışına çıktıkları iddiasıyla ihlal veren AYM üyeleri hakkında Yargıtay Başsavcılığına suç duyurusunda da bulunmuştur. Yargıtay’ın bir dairesinin AYM üyeleri hakkında soruşturma açılmasını talep etmesi Türkiye’de hukuk tarihinde ilk kez yaşanan bir hadisedir.
AYM kararı uygulanmadığı için yeni bir ihlal kararı veriyor
Öykünün devamında kritik bir gelişme daha kayda geçmiştir. AYM’nin 25 Ekim 2023 tarihli ihlal kararı uygulanmayınca, avukatlarının başvurusu üzerine, AYM iki ay kadar sonra 21 Aralık 2023 tarihinde yeni bir ihlal kararı daha almıştır. (Yargıtay 3.’üncü Ceza Dairesi onama kararından bir buçuk ay kadar sonra)
AYM, bu kararında önceki kararı uygulanmadığı için Can Atalay’ın bu kez bireysel başvuru hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir. Kararın bu kısmı 15 üyenin oybirliği ile çıkmıştır. Kararın hürriyet hakkı ve seçme seçilme hakkı ile ilgili yine ihlal içeren ikinci kısmına üç üye karşı oy kullanmıştır.
AYM, Atalay ile ilgili kararlarını TBMM Başkanlığı’na da bildirmiştir. Ancak bu bildirimlerin TBMM Başkanlığı’nın hareket tarzı üzerinde bir etkisi olmamıştır. TBMM Başkanlığı’nın inisiyatifi ile TBMM Genel Kurulu’nda, 30 Ocak 2024 tarihinde Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nden gelen onama kararı okunarak, Can Atalay’ın dokunulmazlığının kaldırılması işlemi gerçekleşmiştir.
AYM hakkındaki suç duyurusu kararının altında kimin imzası var?
Şimdi Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin 8 Kasım tarihli kararındaki suç duyurusu kısmına geri gidelim ve fotoğrafımıza bir daha bakalım. “Anayasal yetkilerinin dışına çıkmakla” suçlanan ve haklarında soruşturma açılması talep edilen AYM üyelerinin çoğu fotoğrafta birinci sıradaki davetliler arasındadır. AYM Başkanı Kadir Özkaya da suç duyurusuna hedef olanlar arasındadır. “Peki, bu suç duyurusunu kim yaptı?” diye merak edebilirsiniz. 8 Kasım 2023 tarihli kararın altına baktığımızda, 3’üncü Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk’ün imzasının en başta olduğunu görüyoruz, dairenin diğer dört üyesiyle birlikte.
Yani bugün “Anayasa Mahkemesi Başkanımız” diyerek hürmetle yaklaştığı Özkaya’yı, o dönemde AYM üyesi olarak “yetki sınırlarını aşmakla” suçlamış ve hakkında suç duyurusunda bulunmuştur Muhsin Şentürk. Suç duyurusu daha sonra Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
İlginç nokta şudur ki, Şentürk’ün bizzat kendisi, birkaç ay sonra bu suç duyurusunu yönelttiği makama, yani Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görevine seçilmiştir. Seçilme tarihi 4 Haziran 2024. Peki nasıl seçilmiştir? Aslında Yargıtay içinde bu görev için yapılan seçimde Şentürk ikinci gelmiştir. Bu seçimde Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi Başkanı Yaşar Şimşek 86 oy alırken, 3’üncü Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk 77 oyda kalmıştır.
Ancak Yargıtay Başsavcısı, Anayasa’nın 154’üncü maddesine göre kurum içinde yapılan seçimde belirlenen beş aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçildiği için, bu aşamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan takdir hakkını demokratik yarışta birinci değil, ikinci gelen Şentürk’ten yana kullanmıştır. Erdoğan’ın, burada Şentürk’ün Can Atalay dosyasında AYM’ye karşı sergilediği meydan okuyucu tutum sonrasında kendisinden yana bir tercih kullanmış olması, kuşkusuz yargı içinde bu görüşü savunan kesimlerin pozisyonlarını güçlendiren bir etki icra etmiştir.
Bir AYM üyesi kendi kendini yargılayabilir mi?
Öykünün suç duyurusu sonrasındaki aşamasında da ilginç bir seyir var. Şöyle ki, Şentürk’ün bu görevine 4 Haziran 2024 tarihinde başlamasından çok önce Anayasa Mahkemesi’nde alınan bir kararla Yargıtay’ın suç duyurusu hakkında herhangi bir işlem yapılmasına gerek olmadığına hükmedilmiştir.
Bu kararı da dönemin Anayasa Mahkemesi yönetimi almıştır. Şöyle ki, Yargıtay Başsavcılığı, Şentürk ve heyetinin suç duyurusunu Anayasa Mahkemesi’ne göndermiştir. Çünkü, AYM üyeleri hakkında soruşturma açılabilmesi ancak AYM Genel Kurul kararıyla mümkün olabiliyor.
Anayasa’nın 148/8 maddesi hükmü yeteri kadar açık: “Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri, görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nce yargılanır. Haklarında soruşturma açılmasına Genel Kurulun kararıyla izin verilir.”
Anayasa Mahkemesi Hakkındaki Kanun’un 16’ıncı maddesi de başkan ve üyeler hakkında hangi hallerde soruşturma açılabileceğini düzenliyor. Bu maddenin ikinci fıkrasında “(Başkan), Belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve şikâyetleri işleme koymaz” deniliyor.
Anlaşıldığı kadarıyla yasanın bu hükmüne dayanarak delil ve dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle Yargıtay’dan gelen suç duyurusu işleme konmamıştır AYM yönetimi tarafından 2023 Aralık ayında. Bu dönemde mahkemenin başkanı Prof. Zühtü Arslan’dı. Dolayısıyla, Şentürk Yargıtay Başsavcısı koltuğuna oturunca AYM’ye karşı yaptığı hamlenin gerisini getirmek durumuna girmemiştir.
Tabii, meselenin şöyle tuhaf bir yönü de var.
Yargılamanın uygulamasına ilişkin hükümler de yine “6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun” ile düzenleniyor. Bu durumda, teorik düzeyde yanıt aramamız gereken ilginç bir soru çıkıyor karşımıza: Yargıtay’dan gelen suç duyurusu işleme konsaydı, Can Atalay’ın başvurusunda kendisini haklı bulup ihlal veren AYM Genel Kurulu’nda çoğunluktaki üyeler, (10 üye) kendileri hakkında bir karar vermek durumunda mı kalacaklardı?
Galiba tam da öyle değil. Çünkü burada pratik bir dizi güçlük söz konusu. Bunun nedeni, AYM Genel Kurulu’nun toplanabilmesi için zaten başkan ya da vekil dahil 15 üyeden 10’unun hazır bulunması şartı aranıyor. Bu durumda, Atalay kararında ihlal yönünde oy kullanan üyelerden 9’u o tarihte görevde olduğu için, zaten bu başvuru için kurulun toplanabilmesi imkansızdı.
AYM kararını tanımayan Yargıtay üyesi, kararların uygulanması paneline katılınca...
Her halükarda, böyle bir kararın AYM’den çıkması mümkün değildi. Çıksa bile AYM üyelerinin hangi suçtan yargılanıp ceza talep edileceği de başlı başına ayrı bir hukuki tartışmanın konusunu oluşturacaktı.
Ancak, ilk bakışta tahayyül edilmesi bile güç görünen bu teorik ihtimal, Muhsin Şentürk’ün 8 Kasım 2023 tarihinde Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi Başkanı olarak AYM’ye karşı aldığı inisiyatifin sonucu olarak pekala Türkiye’nin tartışma gündemine girebilmiştir. AYM’nin bir bireysel başvuruda verdiği ihlal kararını tanımayan, hukuken geçersiz bulan, uygulanmasına karşı çıkan, bu görüşünü kendi dairesinde bir karar haline getirerek AYM’ye tavır alan Yargıtay üyesi, bugün Yargıtay Başsavcısı koltuğunda oturmaktadır. Dahası, AYM kararlarının neden uygulanması gerektiği konusunda Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin sponsorluklarında düzenlenen toplantılara katılarak kürsüden açış konuşması yapmaktadır.
Aynı tartışma Tayfun Kahraman dosyasında tekrarlanıyor
Bundan iki yıl önce yaşadığımız ve Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay’ı karşı karşıya getiren yüksek yargı krizinin konusu olan çekişme, büyük ölçüde artçı dalgalarıyla bugün de Türkiye’de yargı, siyaset ve kamuoyunun tartışma konusunu oluşturuyor. Teslim edelim ki, hâlâ aynı tartışmanın içindeyiz; yeni ama benzer konu başlıklarıyla birlikte.
Bugünlerde yine bir Gezi Davası hükümlüsü, Tayfun Kahraman hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından verilen yeni bir ihlal kararı ve yine bu kararın uygulanmasına gösterilen bir direnç söz konusu. Can Atalay’la ilgili dosyada AYM’ye karşı direnç hattı olarak Yargıtay karşımıza çıkarken, bu kez direnç doğrudan birinci derece mahkemeden geliyor. Son güncel tartışma, AYM’nin 31 Temmuz 2025 tarihinde aldığı ve Kahraman’ın “Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine” ilişkin kararının kısa bir süre önce Resmî Gazete’de yayımlanmasıyla patlak vermiştir. Karar AYM’den yine 5 üyenin ‘ret’ oyuna karşılık 10 üyenin çoğunluk oyuyla çıkmıştır.
Tayfun Kahraman’ın avukatları, bunun üzerine müvekkillerini mahkûm eden İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurup, AYM kararına dayanarak kendisinin tahliyesini ve yeniden yargılanmasını talep etmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise 6 Kasım’da aldığı bir kararla bu başvuruyu reddetmekle kalmamış, yazdığı gerekçede açıkça AYM’ye kafa tutma yoluna gitmiştir. Kararın gerekçesinde, mahkeme heyeti AYM’yi “yetki gaspında bulunmakla” suçlamıştır.
Bir bakıma 2023 sonbaharında AYM–Yargıtay 3. Ceza Dairesi ekseninde yaşanan çatışmanın, bu kez AYM–İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ekseninde tematik olarak benzer bir biçimde yeniden tezahür ettiğini görüyoruz. Burada altını çizmemiz gereken kayda değer bir nokta var: Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin bundan iki yıl önce AYM’ye karşı kullandığı argümanlarla 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görüşlerinin büyük ölçüde benzeştiğini görüyoruz. Buradan hareketle, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin tezlerinin, Türkiye’de yargıda AYM’nin bireysel başvuru kararlarını uygulamamak konusunda gösterilen direncin çerçevesini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ve bir kez daha yargı sisteminin kilitlendiğini görüyoruz.
AYM Şahin Alpay ve Mehmet Altan'da ikinci kez ihlal vermişti
Bu tablo aslında geçmişin benzer olaylarını da bize hatırlatıyor. AYM’nin 2018 yılında tutuklu gazeteci-yazar Şahin Alpay ve 2020 yılında yine tutuklu yazar Mehmet Altan hakkında verdiği ihlal kararlarının uygulanmasında da benzer sancılar yaşanmıştı. Her iki dosyada da birinci derece mahkemeler AYM’ye direnmiş, bunun üzerine AYM ihlal kararlarının uygulanmaması nedeniyle oybirliğiyle ikinci bir ihlal kararı almış; ancak bu ikinci kararların ardından uygulama gerçekleşmiş ve her iki yazar da tahliye edilmişti.
Şahin Alpay’ın dosyasında direnen, Tayfun Kahraman’la ilgili son olayda olduğu gibi yine İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ydi, Mehmet Altan’da ise İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi… Geçmişte yaşanan bu emsal, Tayfun Kahraman konusunda önümüzdeki günlerin ucu açık ihtimallerinden biri olarak beliriyor.
Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararının uygulanmasında sorun farklı değil
Burada tartışmakta olduğumuz konu, aynı zamanda Türkiye’de son günlerin en hararetli tartışma başlıklarından biri olan Selahattin Demirtaş hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kesinleşen ihlal kararı açısından da geçerlidir.
AYM kararları ile AİHM’den çıkan ihlal kararları, aynı temel hak ve özgürlükleri konu alan hükümlerdir. Vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesi bakımından aynı sonuçları doğurmaları ve uygulanmaları gerekmektedir. Anayasa’nın 90’ıncı maddesi de AİHM kararlarına ulusal yasaların üzerine çıkan bir belirleyicilik tanımıştır.
Demirtaş’la ilgili AİHM kararının uygulanması da avukatlarının birinci derece mahkemeye yaptıkları başvurunun sonucunu beklemektedir.
Anayasa AYM kararlarının uygulamasında kimseye takdir yetkisi tanımıyor
Yazımızın sonuna geldik. Şimdi yazımızın konusunu oluşturan fotoğrafa dönebiliriz. Konumuz zaten AYM kararlarının uygulanması meselesiydi. Diyarbakır’daki etkinlik de bu amaçla düzenlenen toplantıların sekizincisiydi. Kabul edelim ki, sekizinci olmasına rağmen kayda değer bir ilerleme kaydedildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bu tespit, aynı zamanda ülkemizde hukukun üstünlüğü ilkesiyle ilgili temel bir gerçeği de gözler önüne seriyor.
Anayasa'nın hükümlerine bakıldığında, AYM'nin tespit ettiği ihlallerin giderilmesinin ülkedeki bütün kurumlara düşen bir görev olması gerekiyor.
Bunu görebilmek için, Anayasa’nın “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır” şeklindeki 138’inci ve “AYM kararları; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” şeklindeki 153’üncü maddelerini okumak yeterlidir. AYM’nin bir önceki başkanı, halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Zühtü Arslan’ın, görevi sırasında sıkça AYM kararlarının uygulanması konusunda “Anayasa’nın hiçbir kuruma -yargı dâhil- bir takdir yetkisi tanımadığına” dikkat çektiğini aklımıza getirebiliriz.
Kıssadan hisse ve bir fotoğrafa bakmak
Bu yönüyle bakıldığında, tartışma bizi çok temel bir soruya taşıyor: Türkiye, hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğu bir ülke olarak mı yoluna devam edecektir?
Yoksa, Anayasa’nın açık hükümlerinin bizzat yargının bazı organları tarafından uygulanmadığı, Anayasa Mahkemesi'nin bizzat bu organların meydan okumasına hedef olduğu hibrit bir hukuk devleti kategorisine mi girecektir?
Tabii yönelttiğimiz bu soruların düşündürücü bir sonucu daha var. Burada meselenin sadece genç hâkim ve savcılar meselesi olmadığını, kıdemli ve tecrübeli yargıçlara da ulaşan önemli bir zihniyet sorunu olarak karşımızda durduğunu görüyoruz.
Bu açıdan bakıldığında, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin düzenledikleri bu konferanslar gerçekten Türk yargısı üzerinde ne kadar dönüştürücü bir etki yaratabilmektedir? Şimdi fotoğrafa bakıp bu sorular üzerinde kafa yormaya başlayabiliriz.
Yazıda bahsettiğim videoyu da buradan izleyebilirsiniz.