18 Haziran 2025, Çarşamba
Abone Ol Giriş yap
14.06.2025 10:53
Makaleyi sesli dinle • 8:55

İran ve İsrail arasında yaşananları nasıl düşünmeliyiz?

New York Times'ın 3 Pulitzer Ödüllü yazarı Thomas L. Friedman, İran ve İsrail arasındaki savaşa yönelik 8 olasılığı sıralayarak, en iyimser ve en karanlık senaryolar arasında bölgenin kritik bir eşiğe geldiğini yazdı
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

İsrail’in cuma günü İran’ın nükleer altyapısına yönelik düzenlediği kapsamlı saldırı, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Orta Doğu’yu yeniden şekillendiren ve yalnızca tarihleriyle -1956, 1967, 1973, 1982, 2023- anılan dönüştürücü savaşlar listesine eklenmeli.

Ortaya çıkabilecek sonuçlar fazlasıyla çeşitli ve henüz değerlendirme yapmak için çok erken olsa da, şunu söyleyebilirim: En iyimser senaryo — bu saldırının, İran rejiminin devrilmesi ve yerine daha düzgün, seküler ve uzlaşıya dayalı bir yönetimin gelmesiyle sonuçlanacak bir domino etkisini başlatması — ile en kötü senaryo — tüm bölgenin ateşe verilmesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bu yangına çekilmesi — şu an masada.

Bu iki uç arasında hâlâ bir orta yol ihtimali — müzakere edilmiş bir çözüm — bulunuyor, ancak bu uzun süre geçerli olmayabilir. Başkan Donald Trump, İsrail saldırısını ustaca kullanarak fiilen İranlılara şöyle dedi: “Nükleer programınıza barışçıl bir son getirecek müzakerelere hâlâ hazırım ve bu fırsatı kaçırmak istemeyebilirsiniz — çünkü benim dostum Bibi D-E-L-İ. Telefonunu bekliyorum.”

Bu kadar geniş olasılık yelpazesi karşısında, evinden gelişmeleri izleyenler için sunabileceğim en iyi şey, bu senaryolardan hangisinin — ya da öngöremediğim başka bir sonucun — en olası olduğunu anlamaya çalışırken takip edeceğim temel değişkenler olacaktır.

Birincisi: Bu İran-İsrail çatışmasını bu kadar derin ve sarsıcı kılan şey, İsrail’in bu kez mücadeleyi İran’ın nükleer silah üretme kapasitesini — her ne şekilde olursa olsun — ortadan kaldırana kadar sürdürme sözü vermesidir.

İran buna davetiye çıkararak uranyum zenginleştirmesini büyük ölçüde hızlandırarak silah seviyesine yaklaştırdı. Bu çabaları o kadar ileri düzeyde gizlemeye başladı ki, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, 20 yıl sonra ilk kez, perşembe günü yaptığı açıklamada İran’ın nükleer silahların yayılmasını önleme yükümlülüklerine uymadığını ilan etti. İsrail son 15 yılda İran’ın nükleer programını defalarca hedef aldı ama her seferinde ya ABD’nin baskısıyla ya da kendi ordusunun şüpheleriyle son anda geri adım attı — işte bu yüzden bugün yaşananları abartmak mümkün değil.

İkincisi: Aklımdaki büyük teknik soru şu: İsrail’in, Natanz gibi derin yer altına gömülü İran nükleer zenginleştirme tesislerine yönelik bombalı saldırısı, uranyum zenginleştirmede kullanılan santrifüjlere yeterince sarsıcı bir şok vererek — bu cihazların darbe emicilerini aşacak ölçüde — en azından bir süreliğine çalışamaz hale getirmiş olabilir mi? Hiçbir şey olmasa bile, İsrail’in yer altı tesislerinin girişlerini bombalayarak çalışmaları yavaşlatmayı hedeflediğini varsaymak gerekir. İsrail ordusu sözcüsü, İran’ın en büyük zenginleştirme tesisi olan Natanz’a önemli hasar verdiklerini söyledi, ancak Fordo adlı diğer bir zenginleştirme tesisinin etkilenip etkilenmediği — eğer etkilendiyse ne ölçüde — daha belirsiz.

Eğer İsrail, İran’ın nükleer projesine zenginleştirme faaliyetlerini en azından geçici olarak durduracak kadar zarar verebildiyse, bu İsrail açısından kesinlikle önemli bir askeri kazanım olur ve operasyonu meşru kılar.

Üçüncüsü: En az teknik ayrıntılar kadar ilgimi çeken bir diğer konu da bu çatışmanın bölge üzerindeki olası etkisi — özellikle de İran’ın Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen üzerindeki uzun süredir devam eden yıkıcı etkisi. İran, bu ülkelerde yerel milisleri besleyip silahlandırarak dolaylı yoldan kontrol sağlamış ve bu ülkelerin Batı yanlısı, uzlaşıya dayalı hükümetle yönelmesini engellemiştir.

Başbakan Binyamin Netanyahu’nun, İran destekli Hizbullah milis gücünü ortadan kaldırma ve felç etme kararıyla başlayan süreçte, İran’ın bu rejimlerin boğazındaki “ölü eli”ni çekmesi Lübnan ve Suriye’de şimdiden sonuç vermeye başladı. Bu iki ülkede yeni, çoğulcu liderler iktidara geldi. Ne yazık ki, her ikisi de hala zayıf durumdalar, ancak - Irak'ta da - daha önce var olmayan bir umuda sahipler. İran’ın etkisinden çıkışları ise halkları arasında genel olarak memnuniyetle karşılandı.

Dördüncüsü: Netanyahu hakkında beni her zaman etkileyen şeylerden biri, bölgesel arenada gösterdiği stratejik ustalık ile Filistinliler karşısındaki yerel düzeydeki stratejik beceriksizliğidir. Çünkü bölgesel bir oyuncu olarak, zihni büyük ölçüde ideolojik ve politik kısıtlamalardan arınmıştır. Ancak örneğin Gazze Şeridi gibi yerel meselelerde, karar alma süreçleri yalnızca etkilenmekle kalmayıp, kişisel siyasi hayatta kalma ihtiyaçları, her ne pahasına olursa olsun bir Filistin devleti kurulmasını engellemeye yönelik ideolojik bağlılığı ve iktidarda kalmak için İsrail'deki radikal sağa olan bağımlılığı tarafından belirleniyor. Bu nedenle İsrail ordusunu Gazze’nin bataklığına sürüklemiş durumda — ki bu ahlaki, ekonomik ve stratejik açıdan bir felaket — ve bu durumdan nasıl çıkılacağına dair ortada bir plan yok.

Beşincisi: Bu çatışmanın emeklilik yatırımlarınızı nasıl etkileyebileceğini merak ediyorsanız, en yakından takip etmeniz gereken şey İran’ın Trump yönetimini istikrarsızlaştırmak amacıyla petrol fiyatlarını göklere çıkaracak hamleler yapıp yapmayacağıdır — ve bu yolla Batı'da enflasyon yaratmak isteyip istemeyeceğidir. Örneğin İran, Hürmüz Boğazı’nda birkaç petrol ya da doğalgaz tankerini batırabilir ya da boğazı deniz mayınlarıyla doldurup enerji ihracatını fiilen engelleyebilir. Bu ihtimal bile şimdiden petrol fiyatlarını yukarı çekmeye başladı.

Altıncısı: İsrail istihbaratı İran hakkında nasıl bu kadar iyi çalışıyor da İran’ın en üst düzey iki askeri liderinin — ve birkaç üst düzey yetkiliyi daha — yerini tam olarak tespit edip onları öldürebiliyor? Elbette, Mossad ve İsrail NSA siber komutanlığı Birim 8200, yaptıkları işte çok iyidirler. Ama gerçek sırlarını öğrenmek istiyorsanız, Apple TV+’ta yayımlanan “Tehran (Tahran)” adlı diziyi izleyin. Bu dizi, Tahran’daki bir İsrail Mossad ajanının faaliyetlerini kurgusal olarak anlatıyor. Ancak diziden öğrenilen — ve gerçek hayatta da geçerli olan — şey şu: İranlı yetkililerden pek çoğu, kendi hükümetlerinden duydukları derin nefret nedeniyle İsrail için çalışmaya hazır durumda. Bu da İsrail’in İran hükümeti ve ordusu içinden, en üst düzeylerde bile, ajan devşirmesini göreli olarak kolaylaştırıyor.

 

Bu gerçeklik yalnızca cuma günkü saldırıda görülen türden nokta atışı hedeflemeler gibi birincil getiriler sağlamakla kalmıyor, İsrail’e ikinci derecede bir avantaj da kazandırıyor: İran’ın askeri ve siyasi liderleri İsrail’e karşı operasyon planlamak için her toplandıklarında, her biri yanında oturan kişinin bir İsrail ajanı olup olmadığını sorgulamak zorunda kalıyor. Bu da planlama süreçlerini ciddi biçimde yavaşlatıyor ve yenilik üretimini sekteye uğratıyor.

Buna bir de İran’ın dini liderinin, silahlı kuvvetler genelkurmay başkanı ile Devrim Muhafızları Ordusu’nun başkomutanı olmak üzere en üst düzey iki generalinin suikasta uğradığını görmüş olmasını ekleyin. Muhtemelen İsrail’in kendisini de ortadan kaldırabileceğinin farkındadır. Bu nedenle, büyük olasılıkla şu anda bir yerlerde derin bir sığınakta saklandığını varsaymak gerekir — bu da karar alma süreçlerini mutlaka yavaşlatır.

Yedincisi: Eğer İsrail bu girişimde başarısız olursa — ki buradaki “başarısızlık”, İran rejiminin yaralanmış olsa da yeniden nükleer silah üretme kapasitesini kurabilmesi ve Arap başkentleri üzerindeki etkisini sürdürmeye çalışması anlamına gelir — bu, bölgenin en güçlü iki ordusu arasında yıpratma savaşına dönüşebilir. Bu da bölgeyi her zamankinden daha da istikrarsız hale getirir; petrol krizlerini tetikler ve İran’ın Amerika yanlısı Arap rejimlerine ve bölgede konuşlu ABD güçlerine saldırmasına yol açabilir. Böyle bir durumda Trump yönetiminin devreye girmekten başka seçeneği kalmaz — muhtemelen yalnızca bu savaşı değil, İran rejimini tamamen sona erdirmeyi hedefleyerek. Ondan sonra ne olacağı ise tamamen belirsiz.

Son olarak, Gazze’dekinin aksine, İsrail bu saldırıda çok sayıda İranlı sivili öldürmemek için özellikle çaba gösterdi. Çünkü nihayetinde İsrail, İran halkının öfkesini İsrail’e değil nükleer silah üretimi için bu kadar büyük kaynakları harcayan kendi rejimlerine yöneltmesini istiyor.

Saldırıdan kısa bir süre sonra yayımladığı bir videoda İngilizce konuşan Netanyahu, İran halkına doğrudan seslendi: “Sizden nefret etmiyoruz. Siz bizim düşmanımız değilsiniz. Ortak bir düşmanımız var: Sizi ezen zalim bir rejim. Yaklaşık 50 yıldır bu rejim, sizi iyi bir yaşam şansından mahrum bırakıyor.”

İranlılar Netanyahu’dan ilham almayacaktır, ancak bu rejimin zaten popüler olmadığından kimsenin şüphesi olmamalı — ve şimdi İsrail tarafından askeri olarak küçük düşürülmüşken ne olacağını kestirmek mümkün değil. İran’ın dinî rejimi yalnızca üç yıl önce, “ahlak polisi”nin başörtüsünü tam örtmediği gerekçesiyle 22 yaşındaki Mahsa Amini’yi gözaltına almasının ardından patlak veren halk ayaklanmasını bastırmak için 20 binden fazla kişiyi tutuklamış, 500’den fazla kişiyi öldürmüştü — bazılarını da idam ederek. Amini gözaltında hayatını kaybetmişti.

İleriye bakıldığında, tarihten çıkarılabilecek en önemli iki ders şunlardır: İran’ınki gibi rejimler güçlü görünür, ta ki bir anda yıkılana kadar — yani çok hızlı gidebilirler. Ve Orta Doğu’da otokrasinin karşıtı her zaman demokrasi değildir. Bu, uzun süreli bir kaos da olabilir. Dolayısıyla bu hükümetin devrilmesini ne kadar çok istesem de, yıkılan sütunlara dikkat etmek gerekir.

© 2025 The New York Times Company 

* Bu haber/yazı ve resimlerin eser sahipliğinden doğan tüm hakları Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’ne ait olup işbu yazı/haber ve resimlerin, kaynak gösterilmeksizin kısmen/tamamen izin alınmaksızın yeniden yayımlanması yasaktır. Haftalık Yayıncılık Anonim Şirketi’nin, 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 24. maddesinden doğan her türlü hakkı saklıdır.

Thomas L. Friedman
Thomas L. Friedman