20 Nisan 2024, Cumartesi
30.07.2021 04:30

Türkiye nereye gidiyor?

Türkiye Cumhuriyeti kurucularını epey etkilemiş olan Fransız düşünür Ernest Renan, 1882’de yazdığı ‘Millet nedir?’ adlı makalesinde, ‘milleti bir arada tutan bağlardan’ söz etmişti. Büyük etkiler yaratan makalede Renan bu bağları “Kahramanca bir geçmiş, büyük şahsiyetler, milli ideal üstünde birleşen fikirlerin şan ve şerefi” olarak açıklamıştı. Unutmayalım ki o devirde ‘millet’ kavramı modern biçimiyle yeni yeni literatüre giriyordu.  Renan bu tarife, ‘manevi bilinç’ kavramını ekliyor ve daha sonra bizim kullandığımız biçimiyle ‘tasada ve kıvançta bir olmak’ anlamına gelecek bir tanım da getiriyordu. Böyle bir açıdan baktığımızda şu andaki ‘millet’in ‘ortak bir manevi bilince’ sahip olduğunu söylememiz mümkün mü sizce? Voleybol takımımızın kazandığı bir maç bile bölünmemize, birbirimizi son derece ağır bir dille suçlamamıza neden oluyorsa, üniversiteden yargıya, ekonomiden göçmen meselesine kadar her konuda düşmanlık üreten bir dil kullanıyorsak, ‘tasada ve kıvançta bir’ olduğumuz söylenebilir mi? Herkesin birbirini kolayca ‘vatan hainliği’ ile suçlayabildiği bir ortamın asıl kazananı kim olur diye düşünmemiz gerekir. Unutmayalım ki Mustafa Kemal Paşa da, İsmet Paşa da ‘vatan hainliği’ ile suçlanmıştı. Bu ülke, ağızdan kolayca çıkıveren, neredeyse günlük siyasi dile yerleşen bu ağır suçlamanın ne büyük trajedilere yol açtığını gördü ve binlerce genci toprağa verdiğimiz acı sonuçlarını yaşadı. Şimdi bu düşmanca tavır niçin hortlatılıyor? Amaç ne? 90'lı yılların ortalarından itibaren bu ülkedeki kutuplaşma tehlikesine dikkat çeken ve bu konuda en az yüz yazı yazmış, onlarca konuşma yapmış birisi olarak bugünkü kaygılarımı birkaç madde halinde sizlerle paylaşmak istiyorum. 1 Maalesef, Türkiye’de objektif tartışma zemini başta siyasette olmak üzere kaybolmuş durumda. Siyasetçilerin karşı bir görüşe hiçbir tahammülü kalmadığı gibi herhangi bir karşı fikre son derece zehirli ve düşmanca bir dille karşılık vermeyi alışkanlık haline getirmiş durumdalar. Bir ülkede siyasetçi, topluma örnek olması gereken konuşma adabından uzaklaşıp düzeyi son derece düşük bir dil kullandığında bunun sosyal hayattaki yansımalarının ne kadar kötü olacağını bilmek için yüksek bir zekaya, bilgiye sahip olması gerekmez. 2 Moral bozmak istemem ancak Türkiye’yi el birliğiyle çok kötü noktalara sürüklediğimizi söylemeliyim. Birbirine bu kadar tahammül edemeyen, karşıt her fikri şeytanlaştıran, her fırsatta karşısındakini vatan haini ilan eden, hiçbir şekilde eleştiriye tahammülü olmayıp her yaptığını doğru sanan bir anlayış ve siyaset biçimi bir ülke için gerçekten beka sorunudur. Tartışamayan, doğruyu aramak ve yapmak için konuşamayan bir toplum varlığını huzur içerisinde sürdüremez. 3 Ben ve benim gibi düşünenler her zaman doğru, benden farklı düşünenler her zaman yanlış inancı bizi büyük bir toplumsal kargaşaya götürür. Birbirimizin söylediklerindeki yanlışlardan çok doğruları bulmak için çaba göstermediğimiz sürece yaşadığımız sorunlara çare bulmamız söz konusu değil. Bu ortam bir demokrasi değil, İbn Haldun'un tarif ettiği bir kabile bağlılığı (kabile asabiyeti) savaşıdır. 4 Türkiye’nin bir göçmen sorunu olduğu açık. Siyaset ve entelejansiya bunu sağlıklı bir şekilde konuşup tartışamadığı zaman marjinal fikirler ve uygulamalar ortaya çıkar. Bu tür marjinal çıkışlar doğru zeminde tartışamamanın yan sorunlarıdır. Türkiye'de neredeyse yolda gördüğünüz her 10 kişiden biri son yıllarda gelen yabancı bir göçmen. Türkiye gibi bir ülkede bunun yaratacağı sorunları görmezden gelmek büyük bir gaflettir. Devlet bir düzenleme ve kontrol mekanizması kurmadığında toplum kendi içerisinde yalan-yanlış bir düzen kurar. Aynen adalette olduğu gibi. Adalet etkin olmadığı zamanlarda çeteler ve mafyalar hukuk tesis etmeye başlar. Devlet ve toplum hayatı boşluk kaldırmaz. Siz boşluk bırakırsanız bu bir şekilde doldurulur ve çoğunlukla yanlış bir şekilde doldurulur. 5 Bugün Türkiye’de yaşanan bütün sorunlar siyaset kurumunun görevini, sorumluluğunu yerine getirememesinden kaynaklanıyor. Siyaset kurumu toplumun ne istediğinden çok toplumun yararı ve istikbali ile ilgilenmek zorundadır. Toplumun günlük her tercihi mutlaka iyidir, doğrudur diye bir şey yoktur. Siyaset kurumu topluma öncülük yapmak, gelecek hakkında farkındalık yaratmak zorundadır. Örneğin toplumda çevre bilinci kendiliğinden gelişmez. Bu konuda toplumun isteklerine göre hareket ederseniz bu toplumun ileride yaşayacağı çevreyi kendi elleriyle yok etmesine yardımcı olursunuz. (Oysa şu anda toplumun en azından canı yanan kısmı, çevre konusunda devletten önde.) Şimdi ben bunları söylüyorum diye birileri çıkıp bana elitist, halk karşıtı diye saçma sapan şeyler söylerse hiç şaşırmam, çünkü bu ülkede ortalığa dökülmüş konuşan, tweetler atan insanların çoğu bir konuyu tartışmaktan, doğruyu aramaktan öte amigoluk yapıp bunun üzerinden kendine bir konum ve avantaj elde etme kaygısı taşıyor. 6 Türkiye’nin bir beka sorunu olduğunu ben de görüyorum. Ancak benim gördüğüm beka sorunu şu an ortalıkta dolaşan beka sorunu ile birebir aynı değil. Tabii ki uluslararası meseleler var ve bunları milli çıkarlarımız açısından dikkatle ele almak ve buna uygun davranmak zorundayız. Ancak öncelikli beka sorunumuz bizim kendi aramızda, içimizde yaşadığımız, çözümden de hızla uzaklaştığımız tahammülsüzlük, konuşamama, tartışamama, farklı fikir söyleyememe ve birbirimizden nefret edecek seviyeye gelmiş olmamızdır. Bu ülkede hiç kimse bir başkasının yurt sevgisini sorgulama hakkını kendinde görmemelidir. Senin gözünle görmüyor diye karşındakini hain ilan etme hakkını sana kim nasıl veriyor?  Bunda ısrar etmek felakettir. Hitler Almanya'yı en çok kendisinin sevdiğini iddia etmiyor muydu? Peki Almanya'yı gerçekten Hitler mi, yoksa Brecht mi daha fazla seviyordu? Hitler'in gözünde Brecht bir vatan hainiydi. Böyle bir tartışma Almanya'nın sonunu getirmedi mi? Bir evde anne ile baba, çocuklarını kimin daha fazla sevdiği gibi bir kavgaya tutuşursa aile için ne kadar doğru ve sağlıklı olur? 7 Türkiye’de bugün gördüğüm en büyük sorun siyasetin kurum olarak işlevini yerine getirme konusunda başarısız kalmasıdır. Buradan hızla toparlanıp çıkmamız gerektiğini geleceğimiz açısından son derece önemli görüyorum. Siyaset kurumunun, karşı karşıya kaldığımız ve gittikçe büyüyen sorunlara ortak akılla çözüm bulunmasının yolunu açması gerekir. Yoksa yaşayacağımız tıkanıklığın bedeli çok ağır olur. Siyaset kendi içinden başlayarak,  topluma örnek olacak biçimde iletişim kanallarını ve biçimlerini geliştirmeli, sorun çözebilecek bir kapasitesinin var olduğunu topluma göstermelidir. Her konuda siyah beyaz olarak ayrılmış bir siyaset biçimi sürdürülebilir bir durum değildir. Hiçbir konuda ortak görüş geliştiremeyen, tartışamayan bir siyaset kurumu hangi ülkede olursa olsun felaketten başka bir sonuç doğurmaz. Son söz:  Bölünme ille de sınır çizgileriyle olmaz. Ne yazık ki birbirini düşman olarak gören kutupların varlığı, daha da derin bir bölünmenin göstergesidir.