27 Nisan 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
19.03.2021 06:00

Veba Geceleri’nden ilk ipuçları

Orhan Pamuk’un beş yıl sonraki ilk romanı Veba Geceleri, salgınla boğuşan küçük bir Osmanlı adasının destansı öyküsü. 23 Mart’ta çıkacak ve ilk baskısı 300 bin adet yapılacak olan kitabın ilk ipuçlarını, yazarın yeni videolarında ve önceki kitaplarında aradık

Bir Orhan Pamuk okuru olarak, en büyük zevklerimden biri onun, romanlarının yazılış hikayesine dair anlattıklarının yer aldığı ‘Sonsöz’ünü okumaktır.  Pamuk bu kez, benim gibi okurlarına bir sürpriz yaptı ve çok uzun bir süredir merakla beklenen, beş yıllık bir aradan sonra gelen yeni romanı Veba Geceleri’ne dair bir tür ‘sonsöz’ yerine geçecek video serilerini romanın çıkışının öncesinde hazırladı. 23 Mart’ta ilk baskısı 300 bin adet olarak yayınlanacak romana dair Pamuk, mart ve nisan aylarına yayılacak ve Yapı Kredi Yayınları’nın YouTube, Facebook, Instagram ve Twitter hesaplarında gösterimde olacak 12 kısa video hazırlamış. Bunlardan ilki 12 Mart, ikincisi ise 15 Mart’ta yayınlandı (üçüncüsü ise bugün yani 19 Mart akşamı yayına girecek) ve okurlarının kalplerini çarptırıp, onları romanı bir an önce okumak için daha da heveslendirecek nice ipucunu da gözlerimizin önüne sundu. Bu ipuçlarından yola çıkarak, Pamuk’un geçmiş eserlerinden de yararlanarak şimdi önümüzde yeni romana dair bir manzara çizmenin zamanı…

"40 yıldır düşünüyorum"

İlk videoda Pamuk, Veba Geceleri’nin ana konusu ile geçtiği dönem ve yere dair de ipuçlarını sıralıyor öncelikle ve şöyle diyor: “Yeni romanım Veba Geceleri’ni en sonunda bitirdim. 40 yıldır düşünüyordum bu romanı. Olaylar 1901 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Akdeniz’deki küçük bir adasında Minger’de geçiyor. Sultan Abdülmecid’in vilayet yaptığı ve havası suyu, insanı ve dili bir başka olan yarısı Rum yarısı Müslüman olan bu adayı ve merkez şehri Arkaz’ı ev ev sokak sokak bütün ayrıntılarıyla ben yıllarca hayal edip kurdum.” Veba Geceleri görüldüğü gibi merkezine veba salgınını alan bir tarihi roman. Hal böyle olunca okurunun aklına da öncelikle Pamuk’un, içinden yine veba salgınının geçtiği bir diğer tarihi romanı Beyaz Kale’yi getiriyor. Pamuk şöyle anlatıyor: “Romanıma, dönemin belgelerinde, kayıtlarında ya da resimlerinde karşılaşmadığım hiçbir şeyi koymadığımı, kumaşının en hakiki ipekten yapıldığını söyleyen zanaatkar gibi gururla ekleyeyim. Romanımı işte böyle tek tek eşyaları ve insanları, taş taş üstüne, koskocaman bir kubbeyi tasarlayan usta mimar gibi kurmam gerektiğini hissediyordum.” 
Orhan Pamuk kitabın kapak resmini de yaptı:
Orhan Pamuk kitabın kapak resmini de yaptı: "Dönemin fotoğraflarına bakarak Veba Geceleri’ndeki Minger Adası’nı hayal ettim. Daha sonra kahramanlara benzer kişiler resmettim. Bu resmi ve içindeki haritayı sokak sokak nasıl resmettiysem romanı da ev ev yazdım"

"Tıp tarihini inceledim"

Pamuk, gerek İstanbul adlı kitabında gerekse de merkezine minyatür sanatını yerleştirdiği bir diğer tarihi romanı olan Benim Adım Kırmızı’da ise kendisinin resim sanatıyla olan bağını şöyle anlatır: “1959 ile 1974 arasında, yedi yaşımdan yirmi iki yaşıma kadar, ileride ressam olacağımı düşleyerek bol bol resim yaptım” ve ekler “yetenek kadar, bu tuhaf isteğin, resim yapma, kağıdın üzerine renkler ve biçimler çizme dürtüşünün hayatımda asıl belirleyici ve esrarengiz şey olduğunu düşünüyorum.” Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı’da da anlattığı gibi o “kelimelerle resim yapmak”tan hoşlanan bir yazar: “Roman yazarken her zaman önce hikâyeyi kafamda resim resim görmem ‘doğru resmi’ seçmem ya da yaratmam gerektiğini hissettim. (…) Çünkü romancılık, kelimelerden önce, dünyayı resim olarak hayal etme işidir. Daha sonra, hayal ettiğimiz bu resmi kelimelerle ifade ederiz ki, okur da hayal etsin.” Nitekim bu esrarengiz ‘şey’in, Veba Geceleri’nde de nasıl yeniden bir nevi başrolü eline geçirdiğinin yanı sıra romanı nasıl kurduğunu da, ikinci videodan izliyoruz. “Çok sayıda tıp tarihi, anı ve tarih kitabı okudum. Okura 1901 yılında bir Osmanlı adasında olduğu duygusunu verebilmek için dönemin fotoğraflarından çok yararlandım. Onlara bakarak bazen resimler de yaptım. O dünyanın ayrıntılarına yaklaşmama, 1901 yılını ve eşyalarını sevmeme yaradı bu resimler. Sonra bu resimlerdeki hikâyeyi Veba Geceleri’ne aktardım. Fotoğrafta gördüğüm balık avlayan çocukları sanki şimdi daha iyi tanıyordum. Veba salgınından dolayı açlık çekilen adayı çocukların beslediğini romanda böyle anlattım.”

Koronavirüs günlerinde bir pandemi romanı 

Pamuk, koronavirüs pandemisinin ona öğrettiği en büyük şeyi, yani korku’yu anlatıyor:
Romanın ilk baskısı 23 Mart’ta 300 bin adet olarak yayımlanacak
Veba Geceleri’ni beş yıl önce yazmaya başladım. O zaman herkes bana ‘Niye veba ve salgın romanı yazıyorsun?’ diye sorar, bu sözleriyle çoğunlukla ‘Ne alaka? Bunlar geçmişte kaldı,’ demek isterlerdi. Ben de onlara halkı karantina önlemlerine uymaya, itaat etmeye zorlayan paşaların, askerlerin, memurların ve doktorların aslında millete modern hayatı ve laikliği benimsetmek isteyen modernleşme yanlısı siyasetçilere çok benzediğini söylerdim… Geçen yıl, koronavirüs salgını başladı... Ve çevremdeki herkes benim romanımdaki gibi ölümlerden, söylentilerden, hastalığı kimin getirdiğinden karantinadan, önlemlerden, sokağa çıkma yasağından, hastanelerin ve mezarlıkların dolmasından söz etmeye başladı. Romanımda yazdıklarım gerçek olmuştu. Şimdi herkes bana eski salgınları ve şu soruyu soruyordu: O kadar kitap, makale okuduktan sonra koronavirüs salgınının öğrettiği yeni bir şey var mıydı? Evet, çok kesin bir cevabım var bu soruya: Korku! Salgın bana acılar içinde ölme korkusu verdi ve onunla baş etmeyi öğretti! Bu korkuyu kitapları okuyarak anlamış ama hayal edememiştim. Çünkü korku, hele salgında ölme korkusu, kitaplardan öğrenilmiyor.”