Erdal Abi, Yazdıklarını tanışmamızdan önce okumuştum. Öykülerinin sokak aralarında uzun yürüyüşler yapmış, Gülünün Solduğu Akşam ile dik durmanın tanımını yazmıştım. Konuşmuştuk bunları zaten. Çünkü en sevdiğin şeylerden biriydi edebiyat konuşmak. Öyküleri, romanları konuşurduk. Yazarlar, şairler dolaşırdı sohbetlerimizde. Kapadokya’da, bir günbatımında, gözlerini kısarak vadiye bakmış ve “Kalabalık olduğunu, sarılıp sarmalandığını sanma, hep yalnız olacaksın sen, yalnızlaştıkça ketum olacaksın,” demiştin ve eklemiştin, “unutma, bozkır yalnızlıktır.” Bakardım sana. Bakar ve görürdüm. Gördükçe anladığımı sanırdım. Ama boşluklar da vardı. Anlamlandıramadığım sessizliklerin, kahkahalarla anlattığın bir fıkradan sonra yüzünü kaplayan hüznün, tuhaf bir anda ortaya çıkan öfken gibi... Bütün o boşlukları biraz olsun doldurabilmem için, 22 yaşındaki Erdal Öz’le tanışmam gerekiyormuş. Edebiyata ve aşka teslim olmuş gencecik Erdal Öz’le...
22 yaşında bir aydın soruyor: Sanatçı kim?
1957 yılında şair Türkân İldeniz’e yazdığın mektuplar Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! (Can Yayınları) adıyla 2016 yılında kitaplaştırıldı Erdal Abi. Mektupların önüme çokça yol serdi. Daha 22 yaşındayken aydın olmak ve sanatçı olmak üstüne ne çok düşünmüş, ne cesur cümleler kurmuşsun. Sanatçı kimdir? Dünyayla nasıl bir ilişki kurmalıdır? Aramak-bulmak çizgisinde yürürken “ben” olma haliyle nasıl bir ilişki kurmalıdır? Sanat nesnel olabilir mi yoksa tümüyle mi özneldir? Sanat toplumcu ya da bireyci diye ayrılabilir mi? Düzyazı ile şiir arasındaki ilişki nasıl kurulabilir? Yeni bir dil yaratma çabası nedir? Aydın olmak sadece bilgi birikimi midir, bir duruş mudur? Kulaktan dolma bilgiyle aydın olunabilir mi? Çok daha fazla soru sormuşsun, cevaplarını aramışsın mektuplarında. Gencecik bir şaire, Türkân İldeniz’e hem “abilik” yapmak hem de biraz “kendini göstermek” istemişsin belli ki... Olur o kadar Erdal Abi... Körkütük aşıkmışsın belli ki... Hem aşık hem umutsuz. Hem kendinden emin hem korkak. Hem alabildiğince özgürlükçü hem kıskançlıktan ölmeye hazır. Bütün o sanat-hayat hesaplaşmalarının ortasında, birkaç sevgi sözcüğü için umut ateşi yakmaya çalışan bir genç.Hem aşık hem yalnız
İlk mektubunu 17 Kasım 1957’de yazmışsın Türkân İldeniz’e. İki üç günde bir yeni bir mektup yollamışsın. Sayfalar dolusu yazmışsın, belki cevap gelir umuduyla. 15 Mart 1958’e kadar, yaklaşık dört ay böyle sürmüş. Olmamış ama. Şiirle, öyküyle, edebiyatla yoğurduğun mektupların, o istediğin doludizgin aşkı getirmemiş sana. Aylar süren bekleyişini, son mektubunu yazdığın 1 Ağustos 1958’de noktalamışsın. Kendine sevgiden bir evren yaratmışsın, sonra da o evrenin orta yerine yapayalnız çöküp kalmışsın. Belki de o günlerde sahiplenmiştin o sözü: “Bozkır yalnızlıktır”. Şimdi karşılıklı oturabilsek, sohbeti başlatma işini, soruları sana bırakmazdım. “Anlat bakalım şu mektubun şu bölümünü,” diye girerdim söze. Kadehlerimizi yaşanamamış sevdalara kaldırırdık. Bir şiiri ezberden okurken, bir aşkı hiç ezberleyememiş olmanın derdini taşırdık. Belki de o kadar uzun konuşmazdık. Ne de olsa, bozkır ketumdur. Her daim sevgi ve saygıyla...- Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! Türkân İldeniz’e Mektuplar / Erdal Öz / Can Yayınları / Mektup / 136 Sayfa