Ankara’da geçen bir çocukluk denize uzak olmak demektir. Denize ve deniz insanlarına. Güneşten sararmış saçların, güneşe emanet edilmiş tenlerin, kırık midye kabuğuyla kesilmiş ayakların hayali demektir. “Ben kolluksuz yüzüyorum oğlum,” cümlesinin çocukluğun o öfkeli, tiz sesiyle haykırılacağı güne kadar nöbet tutmak demektir. Altı ya da yedi yaşlarındaydım. Babamın düzensiz bir işi, dayımın kapı gibi memuriyeti vardı. Bizim aile için yaz tatili dede evinde geçirilen günler, dayımlar için ise kamp anıları demekti. Sonunda o yaz biz de dayı torpiliyle, Petrol Ofisi’nin Erdemli’deki kampına gittik. Kuzenlerimle bir örnek mayo alındı bana; her ne kadar onlar buna memnun olmasalar da. Kavuniçi kolluklar valize utanç içinde yerleştirildi. Kamp uzmanı olmuş çocukların dünyasında bir kumdan kale boyu yer edinebilmek için günlerce uğraştım. Ama babalarının memuriyet dereceleriyle konuşan çocuklar aleminde yer edinemeyeceğimi anlamam uzun sürmedi. Neyse ki Tayfun vardı. Kamp personelinden Samim Amca’nın oğlu, Mersinli Tayfun. Böylece kamp süresi boyunca Ankaralı bir çocuğun hüznüyle Mersinli bir çocuğun kahkahasına birdirbir oynatma şansı bulduk. Ankaralı temkini severken, deniz çocuklarının cesaretinin ufuk çizgisinin bile ötesinde olduğunu o vakit öğrendim ben.
Yazının tamamını görebilmek için lütfen abone olun. ABONE OL
Aboneyseniz
üye
girişi
yapınız.
Oksijen'e e-gazete aboneliği ile edineceğiniz avantajlar; Oksijen yazarlarının tüm yazılarına erişim Gazeteoksijen.com üzerinden 7/24 güncel haber erişimi Her gün e-posta kutunuza gelen Oksijen bülteni Gazete Oksijen, O2 ve özel yayın arşivine erişim