Baştan söyleyeyim; ‘Kitap Dedektifi’ Tuna Kiremitçi’nin alanına girmeye niyetim yok. Sadece bir Henning Mankell hayranı olarak Kurt Wallander’in “veda kitabı”nı hatırlatıp, sonra da köşeme çekileceğim. Genel bir tanımla Nordic Noir olarak adlandırılan İskandinav polisiyesinin tartışılmaz ustası Mankell’in ülkemizde hatırı sayılır bir okur kitlesi var. 2015’te, henüz 67 yaşındayken bu dünyadan ayrılan aktivist yazarın tanınırlığında en büyük pay hiç kuşkusuz Wallander’in. Aslında Mankell, ilk kitabını 1991 yılında yazdığı Kurt Wallander’le çok daha önce vedalaşmayı düşünüyordu. Serinin en iyi kitaplarından olan Ayazdan Önce’de sahneyi usta detektifin kızı Linda’ya teslim etmenin yollarını aramıştı. Kurt ile Linda’nın birlikte çalıştıkları davanın en etkileyici yanı, polisiyenin dinamikleri içine yerleştirilmiş bir baba-kız hikayesiydi. İsveç’in tedirgin ve kasvetli havasına, yeni dünya düzeninin politik arızalarını da yerleştiren Mankell, o zamandan beri Wallander’le nasıl vedalaşacağının hesabını yapmaktaydı.
Hafızayla mücadele
Bu maceraya emekli bir deniz subayının Stockholm yakınlarında bir ormanda kayboluşuyla başlıyoruz. Olayın Wallander’in meselesi haline gelmesinin nedeni yine Linda. Çünkü kaybolan subay, Linda’nın kayınpederi. Kaybolma, izini kaybettirme ve geçmişten gelen dosyaların açılması Mankell’in hem sevdiği hem de sıklıkla kullandığı izlekler.
Huzursuz Adam’ın önceki maceralardan önemli farkı, İsveç’in sorunlarını her fırsatta dile getiren karamsar kahraman Wallander’in artık yaşlılıkla yüzleşiyor olması. Sağlıksız beslenen, alkolle arası hep iyi olan, huzuru opera dinlemede bulan dedektifimiz bu macerada hafızasıyla baş etmek zorunda kalıyor.