19 Nisan 2024, Cuma
02.04.2021 06:00

Tarihin suratına mizah tokadı

Kundera’nın Kayıtsızlık Şenliği romanı kütüphanenizde yerini almalı. Değişmez zannedilen genel kabullerin tümüne nanik yapmak için…

Yıl 2015. Milan Kundera’nın uzun bir aradan sonra yayımlanan romanı Kayıtsızlık Şenliği raflarda. O günlerde söylenenleri hatırlıyorum. Bir yazar arkadaşım “Çok zor yazmış bu romanı, isteksizmiş ve yayıncısı çok zorlamış” demişti. Kendisi de bu ‘isteksizliği’ yakalamış gibi… Bir başkası da “Bilineni tekrar ediyor, artık yeni bir şey söyleyemiyor” deyivermişti. Beğenmemişti belli ki. 14 yıllık aradan sonra gelen yeni romanın yarattığı beklentinin yüksek oluşu normaldi. Ama ‘yeni bir şey söyleyememe’ kısmı bir türlü cevaplanamıyordu. En iyisi bu eleştirilere kayıtsız bir bakış fırlatmaktı. Hatta bu kayıtsızlığı bir şenliğe dönüştürmek… Kundera’nın deyişiyle; okur ‘bu kayıtsızlığı teselli veren bir dinginlik gibi sorgulayabilir’.

Hayatın şakası

Kayıtsızlık Şenliği kısa bir anlatı. Roman teknikleri konusunda rapor veren bilirkişileri açığa düşürecek kadar özgün. Kayıp annesiyle konuşan Alain’in, işsiz oyuncu Caliban’ın, mutluluğun peşindeki Ramon’un, bir kukla oyunu yazma hayali kuran Charles’ın ve narsisist D’Ardelo’nun hikâyesi var karşımızda. Kayıtsızlığa yapılan güzellemeyi, dünyanın 2000’li yıllardaki haline bağlamak yanlış olur. Böylesi bir direnişi tarihsel süreklilik içinde anlamaya ve anlatmaya özen gösteriyor Kundera. Hem de mizah anlayışını kaybetmiş bir yüzyılda, mizahı elden bırakmayarak… Anlatıcının varlığını asla unutturmayan, roman karakterleri ile anlatıcının düşünce derinliği konusunda kalın sınırlar çizmeyen, bir kurmaca metnin içinde ilerliyor olma durumunu hayatın şakası haline getiren bir yazar Kundera. Hem de bütün bunları yaparken, yoğunlaşmayı-odaklanmayı müthiş ustalıkla başarıyor. Öyle ki, “Ne var şimdi bunda?” dedirtecek kadar sıradan ve her sayfadan sonra sarsacak kadar vurucu. Milan Kundera parantez içlerini önemsiyor ve anlatının bir katmanı haline getiriyor. Giderek hayatın o parantez içlerinden oluştuğunu düşündürüyor insana. İşsiz oyuncu Caliban’ın uydurma anavatan- uydurma dil bölümünü kişisel tarihimize not düşelim: “Bir anavatan seçmekten daha kolay ne var? Ama o vatanın dilini uydurmak, işte o zor. Uydurma bir dili hazırlık yapmadan, sadece otuz saniye, durmadan konuşmayı deneyin! Dönüp dolaşıp aynı heceleri tekrar edersiniz ve bir sahtekarlık yaptığınız hemen ortaya çıkar. Var olmayan bir dili uydurmak, ona her şeyden önce akustik bir inandırıcılık vermeyi gerektirir.” Bu kısacık paragrafta, karakterin vatansızlığı giderek kimliksizliğe, oradan da dilsizliğe dönüşüyor. Üstelik okurun kendisini bir deneyin içinde bulmasını sağlıyor.

Kibirli cümlelere son

İsteksizce yazılan, yeni bir şey söyleyemeyen romanların okuru olmak… Daha ötesi böyle bir hayatın parçası haline gelmek. Bütün o kibirli cümleleri tarihin boğazına tıkmak. Genel kabul görmüşlüğün dalgasında sörf yapmayı sevenlere nanik yapmak. Özürcüler ordusuna yazılmak ya da o ordunun cephesinde sürünmeyi reddetmek. Ölümle beslendiği için güçlü olan yaşama katlanmak. Milan Kundera imzalı Kayıtsızlık Şenliği, bütün bu düşüncelerle kütüphanemizdeki yerini almalı. Kayıtsızlık Şenliği/ Milan Kundera/ Çeviren: Ayça Sezen/ Can Yayınları/ 112 Sayfa.