20 Nisan 2024, Cumartesi
23.07.2021 04:30

Yel estikçe rayihasını getirir

Kokular yalnızca çiçekler, yiyecekler ve evlerle sınırlı değildir. Kokunun tenle, aşkla ve hazla da yakından bir ilgisi vardır! Kitapsever’in aklına koku ile ilgili hangi kitaplardan hangi bölümler gelir?

Sanırım yaz günlerinin en sevdiğimiz vakti akşamın gelişiyle birlikte çiçek kokularının iyice yoğunlaştığı o alacakaranlık zamanı… En azından ben ve Kitapsever dostum için böyle… Geçen akşam çok sevdiğimiz Büyükada’daki evindeki bahçeden içeriye “Çiçek kokularıyla dolgunlaşan hava gönlümüzü bir saadet vaadiyle kaplar,” diyerek giriverdi nitekim. Burnuna çarpan çiçek kokularının peşine takılıp dolaşıp durmuş bizimki. Malum bu zamanlar onun bir anlamda saadet vakti! “Saadetin daim olsun. Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Mehtapları’ndan mı o alıntı?” diye sordum. “Evet,” dedi ve hülyalı bir şekilde aynı eserden alıntı yapmayı sürdürdü; “Boğaziçi’nin hemen kendine mahsus gibi duyulan kokuları vardır: iyot, yosun, ozon, deniz kokuları ve o zamanlarda bunlara birçok taraftan çiçek kokuları gelir, karışırdı. (…)Yalıların içi baharın genç teni gibi kokardı. Her gece çiçek saksıları yatılacak odalardan çıkarılır, sofalara bırakılırdı. Fakat çiçek kokuları bahçelerden yalılara yükselerek açık camlı odalardan içeri girerdi. Akşamları bazı balkonları vücutlarıyla, kokularıyla bir tente gibi saran mor salkımların kokusu dışarı taşar, yolları kaplardı. Korular ve bahçeler önlerinden geçen kayık ve sandallar su üstünde bir de çiçek kokularını yararak geçerlerdi. Korulardan, bahçe duvarlarından taşan kokularla bütün Boğaziçi en katı kalpleri yumuşatacak, rikkate getirecek bir duygu ile çiçek kokardı. Düşünsek, çiçeklerin kokusu büyük bir şefkat değil midir?  Tabiatın içindeki bir iyilik ve güzellik dünyasına bu kokulardan geçerek varılamaz mı?” Çiçeklerin kokusundan şefkat hisseden yalnızca Hisar değil anlaşılan, onun en büyük hayranlarından Selim İleri de İstanbul Mayısta Bir Akşamdı adlı deneme kitabında “İstanbul’a yazın gelişi biraz da ıhlamur kokusuyla... Adalar’da ıhlamur, henüz sayfiye yöresi Göztepe’de, Caddebostan’da, Suadiye’de…” diyerek benzer bir hissiyata dokunup ardından da “Sonrası?” diye soruyor ve “Sonrası, Oktay Rifat’ın şiirindeki gibi,” diye ekliyeveriyor: “(…) eskimeyen bitmeyen sadece/ gittikçe daha baygın daha dirençli/ kokusu mayısta ıhlamurların.” “Koku denilince akla yalnızca çiçekler gelmemeli, ya yemek kokularına ne demeli?” diyen Kitapsever, yine Selim İleri ustanın kitabından bir başka bölümü okudu; “Kırklarındaki Refik Halid, İstanbul’a yazı patlıcan kızartmasının kokusuyla, hatta yağı kızgın tavadaki cızırtıyla getirmiş, nefis denemesinde. Bir öğleden sonra, Beyoğlu’nun arka sokakları, bir yerlerden buram buram patlıcan kızartması kokusu.” Bu bölüm ona başka bir çağrışım yapmış olmalı ki sonra da kütüphaneden Nezihe Meriç’in Gülün İçinde Bülbül Sesi Var’ını çıkarıp okumaya başladı; “Çok şenliklidir bizim iskele. Küçük balıkçı lokantaları açıldı son yıllarda peş peşe. Onun için havada hep kızarmış balık, kıyılmış soğan, maydanoz kokusu vardır; leylakların kokusuna karışan. Vapurlar gelir, yolcular iner, bir kalabalık olur, bir kalabalık…” Sonra, dışarıdaki kokuları alıp evin içine sokmaya karar vermiş olmalı ki bu kez de elini Marcel Proust’un Geçmiş Zamanın Peşinde’sinin Swannların Tarafı cildine attı; “Bunlar, -tıpkı bazı yerlerde, havanın ya da denizin geniş alanlarında, bizim göremediğimiz sayısız tek hücreli hayvanın bir ışık, bir koku yayması gibi- havada asılı duran faziletin, bilgeliğin, alışkanlıkların ve gizli, görünmez, dolu dolu, ahlaklı bir hayatın yaydığı binbir kokuyla bizi büyüleyen taşra odalarındandırlar; şüphesiz doğal kokulardı bunlar ve tıpkı yakındaki kırkar gibi mevsimin rengini taşırlardı, ama evcilleşmiş, insani ve içeriye ait, meyve bahçesinden dolaba giren yılın bütün meyvelerinden ustalıkla damıtılmış, harikulade, duru bir karışım oluştururlardı, mevsimlerle değişirlerdi, ama birer mobilya gibi eve yerleşirler, kırağının keskinliğini sıcak ekmeğin hoşluğuyla yumuşatırlardı; bir köy saati gibi aylak ve dakik, işsiz güçsüz ve düzenli, tasasız ve ihtiyatlıydılar, çamaşır kokusu, sabah vaktinin kokusu, ibadetin kokusuydular, kaygıyı artırmaktan başka bir işe yaramayan bir huzurda ve içinde yaşamadan geçip gidenler için sınırsız bir şiir kaynağı olan bir yavanlıkta mutluluğu bulmuşlardı.” 

Kokunun hazla ilgisi

Kokular yalnızca çiçekler, yiyecekler ve evlerle sınırlı değildir elbette. Kokunun tenle, aşkla ve hazla da yakından bir ilgisi vardır! Patrick Süskind’in Parfüm’ünün seri katili, kokusuna aşık olduğu kadınların peşine düşüp, o kokuyu elde edebilmek uğruna onları öldürür. Emile Zola ise ünlü romanı Nana’da Paris şehrinin kokusu için yağmurlu bir sabah dağınık, büyük bir yatağa benzediğini söyler. Kibar fahişe Nana’nın müşterilerinden birine terliğini bile koklatır. Koku, haz ve cinsellik denilince Füruzan’ın Gül Mevsimidir’i de gelir akla. Novellanın kahramanı olan bir zamanların namlı güzeli, güngörmüş yaşlı kadın anılarını hatırlamaya “Tütünü hep sevmişimdir. Bana yaklaşmış erkeklerin kolonyayla karışık tütün kokularını her birinde ayrı ayrı anarım,” diyerek başladıktan sonra ‘baştan çıkarıcı’ bir sırrını vermeyi de ihmal etmez;  “Bir kabule gitmem, bir gün hazırlanmamı gerektirirdi. Koltuk altlarıma, oyluklarıma özel kokumu sürdükten sonra sıcak havlular bastırarak tenimin kokuyu emmesini sağlardım. Seviştiğim yerlerde günlerce havam kalırdı.”  Yine de son sözü Kitapsever söyledi bir kez daha. Koku, anımsama eylemi ve şehvet denilince akla gelen belki de en güzel şiir olan Baudelaire’in Alıp Götüren Koku’sunu mırıldanarak, yine bir başka kokunun peşinde bahçede aldı başını gitti… “Sıcak bir güz akşamı, kapalı iki gözüm/ Solurken kokusunu baygın göğüslerinin/ Ateşleri altında tekdüze bir güneşin/ Kendinden geçmiş mutlu sahilleri görürüm./ Ve bir ada görürüm, tembel uyuyakalmış/ Benzersiz ağaçların tatlı meyvalarıyla/ Dinç erkekler görürüm dal gibi boylarıyla/ Ve kadınlar görürüm şaşkın gözleri dalmış./ Giderken kokunla ben hoş iklimlere doğru/ Sudan yorgun yelken ve direklerle dolu/ Bir limanı, düşlerim usulca bana taşır/ Ve havada dolaşıp ciğerimi dolduran/ Bir koku süzülerek yemyeşil ağaçlardan/ Ruhumda tayfaların şarkısına karışır.”