Gazete çıkarmak kolay iş değil, hele ki bizimki gibi coğrafyalarda. On yılı, yirmi yılı, hele ki 25 yılı devirmek büyük başarı. Cumhuriyetin ilk Türkçe - Ermenice gazetesi Agos, 25’inci yaşına giriyor bu hafta. Onca badireye, büyük bir trajediye rağmen... Agos’un kurulduğu dönem -sanki kolayı varmış gibi- Ermeni toplumu açısından zor bir dönemdi. Karabağ savaşı yeni bitmişti ve Ermenilere hakaret etmek, terörle aralarında bağ kurmak milliyetçiliğin simgesi sayılıyordu. Luiz Bakar, Hrant Dink ve Harutyun Şeşetyan ile birlikte Agos’un dört kurucusundan biri olan Anna Turay’ı aradım. “Ermenilere karşı inanılmaz düşmanca bir ortam söz konusuydu” diye anlattı o dönemi. “Zaten hiçbir zaman güvende hissetmeyen Ermeniler, her zamankinden tedirgindi. Mesrop Mutafyan henüz Patrik seçilmemişti, ama Patrikhane’de çok aktifti. Genç, yenilikçi, yaratıcı, iyi eğitimli bir adamdı. ‘Böyle olmaz’ dedi bir gün, ‘İçimize kapanarak yol alamayız, kendimizi ifade etmemiz gerekiyor’. Çünkü konuşmaktan korkan cemaat daha da suskunlaşmıştı”. Neden konuşmuyoruz?
Mutafyan’ın desteklemesiyle bir basın kurulu oluşturuldu. Nefret söylemini yıkmaya çalışan açıklamalar yazılıyor, medyaya gönderiliyordu. Sonunda “Neden topluma doğrudan konuşmuyoruz?” sorusu doğdu. Sorunun cevabı bir gazeteydi. “Kaç paramız var bilmiyorduk” diye anlattı Turay, “Sağdan soldan bulduk, kendi ceplerimizden koyduk. Aramızdaki tek deneyimli gazeteci benim ama ben de kültür sanat muhabiriyim. Gazete kurmayı bilmiyoruz. Çevremizdeki gazetecilerden destek alarak, onların yüreklendirmeleriyle başladık. Dolapdere’de küçücük, rutubetli, berbat bir yer tuttuk. Muhabir yok, finansal kaynak yok, ajans bağlantısı yok, internet zaten yok. Eşyalara ayıracak paramız bile yoktu. Toplantı masası Luiz Bahar’ın bir müvekkilinden gelmişti, eski usul, oymalı bir yemek masası. Agos o masada kuruldu”. Herkesin kendi işi vardı. Hrant Dink’in kitabevinde bütün aile çalıştığı için daha rahattı zaman açısından, gazeteyi kafasına en çok takan da oydu. “Hayatımı buna adayacağım” dedi ve yayın yönetmenliğini üstlendi. İmece usulü kurulan bir gazeteydi. Agos, ‘sabanın toprakta açtığı, içine tohumun konulduğu ve bereketin fışkırdığı yer’ demek... İsmine yakışır şekilde herkes el verdi bu berekete. Gazete matbaaya perşembe sabahları gönderildiği için herkes çarşamba gecesi ofiste sabahlardı. Sabahlama ekibinden biri olan çizer Kemal Gökhan Gürses ile Agos’un ilk günlerini konuşurken “Herkes her işi yapardı” diye anlattı, “Ben hem karikatür çiziyordum hem de redaksiyon yapıyorduk. Bir ev gibiydi orası. Yemekler yenir, çalışılır, sohbet edilir. Hrant eğlenceli, gürültülü bir adamdı. Şapırtılı öpmesi meşhurdu. Bu nedenle Ümit Kıvanç, Hrant’a “şapparig” ismini takmıştı. Ermenice sayfaları hazırlayan Sarkis Seropyan’ın da sohbeti çok tatlıydı. Eskiden buzdolabı tamircisiymiş. ‘Ermenice yazmayı bilen başka adam mı yok?’ diye söylenirdi. Çok layıkıyla yapardı tabii, tevazuydu o”. Agos’un hem sayfalarını hem de logosunu tasarlayan Ümit Kıvanç da 2015 yılında T24’te yayınlanan bir yazısında şöyle tarif etmişti Agos’u: “Agos’ta anlatılan, sadece Ermenilerin meseleleri değil, hepimizin hikâyesidir. Nasıl bir toplum olabilirdik, nasıl bir hayatımız olabilirdi, nasıl bir ülkede yaşıyor olabilirdik... Sadece kaçırılmış imkânlara hayıflanma değildir Agos; yeni imkânlar arama önerisidir. Hrant’ın özgünlüğü buradaydı. Korkunç bir acının insanı felç eden teessüründen sıyrılıp suçu ve acıyı inkâr etmeden, tam tersine, onunla yüzleşerek geleceğe kapı açma derdindeydi. Agos’u öncelikle bunun için Türkçe çıkarmıştı.” Gazetenin şimdiki Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan, “Agos’un kurulması bizim için büyük bir heyecandı” diye anlatıyor; “Ben o zaman başka bir işte çalışıyordum, işten çıkıp buraya gelir, yardım ederdim. Bir kurucular vardı, bir de benim gibi çorbada tuzu olanlar… Sorumluluğu Hrant devralmıştı. Agos’un en büyük farkı, Türkçe yayınlanmasıydı. Ermenice yayın elbette çok önemli ve bu konuda ısrar edenlere saygı duyuyorum. Ancak şu da bir gerçek ki özellikle 1970’lerden sonra Anadolu Ermenileri İstanbul’a göç etmişti. Anadolu’da uzun yıllardır Ermeni okulu olmadığı için Ermenice konuşabiliyor, ancak okuyup yazamıyorlardı. Bu gazete onlara seslenebilecekti. Hem de büyük Türkiye toplumuyla da diyalog kurabilecektik.” Gazete genç Ermeniler tarafından heyecanla karşılasa da geçmişin deneyimleriyle yorulanlar ümitsizdi. “Ne gerek vardı?” diyorlardı, “Nasıl olsa sonuç alamayacaksınız”.