25 Aralık 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
13.08.2021 04:30

Başkası için gerçek dışı, bizim için gündelik hayat

Seks Müzesi’nden paylaştığı fotoğraf için bir Instagram fenomenine üç yıla kadar hapis istenmesi Batılıları çok şaşırttı. Oysa böyle bir gelişme bizim için olağan. “Müstehcenlikle mücadele” tarihimiz, benzeri sayısız örnekle dolu

Merve Taşkın bir sosyal medya fenomeni. Yüz binlerce takipçisi var. Bir buçuk yıl önce Amsterdam’daki Seks Müzesi’ne gidip oradan fotoğraf paylaşana kadar eğlenceli de bir yaşamı vardı. Ama malum burası Türkiye, eğlence ne kadar sürebilir ki? Seks Müzesi’nden paylaştığı fotoğraflar için savcılık hızla “harekete geçip” TCK’nın 226. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle dava açtı. Hakkında üç yıla kadar hapis cezası isteniyor. Taşkın bunu açıklayınca söz konusu müzenin direktöründen bir mesaj aldı, “Başına gelenler gerçek dışı” diyordu, “Müzemiz tüm dünyadaki insanları seks tarihi hakkında eğitmeyi amaçlamaktadır”. Onun için gerçek dışı, bizim için gündelik hayat... O şaşırmakta haklı, biz ise şaşırmamakta...

Açlık grevi bile var

Çünkü uzun, upuzun bir “müstehcenle mücadele” tarihimiz var. Heykeller, romanlar, tiyatro oyunları, şarkılar, dergiler, filmler, fotoğraflar... Sayın sayabildiğiniz kadar. Açılan davalar, sansür hikayeleri, hatta açlık grevleri... Müstehcen, TDK sözlüğüne göre “edebe aykırı, açık saçık” demek. Edep ise “iyi ahlak, incelik, terbiye”. Bir de “insanı utanılacak bir şey yapmaktan koruyan yeti”. Ne var ki neden utandığımız konusunda uzlaşmış değiliz. Kimi hırsızlıktan utanıyor kimi insan bedeninden. Kimi arsızlıktan utanıyor kimi aşktan... Kavga da buradan çıkıyor. Son 20 yılın imtihanını birlikte yaşıyoruz, hatırlatmama gerek olduğunu sanmıyorum. En iyisi biraz geriye saralım filmi, gidelim 1967 yılına...  Lale Oraloğlu Tiyatrosu Aristofanes’in Lysistrata’sından uyarlanan “Kadınlar I-ıh Derse” oyunuyla açıyordu perdesini. Milattan önce 400’de yazılan oyun, tarihinin ilk savaş karşıtı oyunlarından biri. Kadınların savaşa son vermek için buldukları bir yöntemi anlatıyor: Savaş bitene kadar erkeklerle yataklarını paylaşmamak.
Milattan önce 400’de yazılan tarihin ilk savaş karşıtı oyunu da müstehcenlik karşıtı yasalardan payını aldı, edebiyat da. Teknoloji ilerledi, sıra Instagram’da.
Milattan önce 400’de yazılan tarihin ilk savaş karşıtı oyunu da müstehcenlik karşıtı yasalardan payını aldı, edebiyat da. Teknoloji ilerledi, sıra Instagram’da.
İstanbul Valiliği, oyunun merkezinde savaş karşıtlığını değil kadınların “ı-ıh demesi”ni gördüğü için “müstehcendir” deyip durdurdu oyunu. Lale Oraloğlu böyle bir tavra pabuç bırakacak biri değildi, bu kararı protesto etmek amacıyla açlık grevine başladı. Bununla da kalmadı, grevin dördüncü gününde İstanbul Valisi’ne Aristofanes’in kitaplarını siyah kurdeleyle yolladı. Dokuz günün sonunda mahkemenin yeni bir bilirkişi heyeti görevlendirmesiyle oyun özgürlüğüne kavuştu. Geride Oraloğlu’nun “Ben kendim için değil, Türk tiyatrosu uğruna, yanlış bir müdahaleyi protesto için ölümü göze aldım” cümlesi kaldı.

Bilirkişi onayı alındı

Bir başka durdurma kararı da 1970 yılından. Yer Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, oyun hapishanedeki eşcinsel ilişkileri konu edinen “Düşenin Dostu”. Yönetmen ise dünyaca ünlü bir yazar, James Baldwin. İstanbul Valiliği tarafından müstehcen olduğu gerekçesiyle durduruldu oyun. Oysa salon tıklım tıklım doluydu. Hatta tiyatroyu kapatmak için gelen ve oyunu izlemek isteyen polislere bile yer bulunamadı. Tepkiler büyüyünce Valiliğin tavrına rağmen bilirkişi heyeti olur verdi, “Düşenin Dostu” da yoluna devam etti. Bir başka tiyatro, bir başka oyunla müstehcen duvarına çarpana kadar… 1985 yılında ise kendisi değil adı muzır olan bir müzikal ülkenin karanlık takvim sayfaları arasına ekleniyordu. Ferhan Şensoy’un köktendincilik eleştirisi taşıyan oyunu “Muzır Müzikal”, Şan Tiyatrosu’nda oynanıyordu. Önce tehdit mektupları geldi, sonra ise telefonlar. Ve bir gece oyun sırasında salondan patlama sahneleri duyuldu. Alevler yükseldi, tiyatro kül oldu. Gece bekçisi Niyazi Özlü hayatını kaybetti. Yetkililer hemen “Suçlu elektrik kontağı” dediler, Ferhan Şensoy’un ise sabotaj olduğundan kuşkusu yoktu. Soruşturma yangına değil Şensoy’a açıldı, “muzır oyunlar yazmak ve sahnelemek” suçundan 21 gün hapis cezasına çarptırıldı. Sözcüğün kökü edep olsa edebiyat da bu konuda sık sık sınananlardan... Yıllar içinde hakkında dava açılan, toplatılan, yasaklanan, imha edilen kitapları bu yazıya sığdıramamak benim ayıbım olmasa gerek. Oysa Zafer Toprak Hoca’dan öğrendiğime göre 1908-28 arasında müstehcen kitaplar epey revaçtaydı. Hatta topluma faydası bile dokunmuştu. Toprak’ın Toplumsal Tarih dergisinin eylül sayısı için kaleme aldığı “Türkiye’de Müstehcen Avam Edebiyatı (1908-1928)” başlıklı yazısında görüyoruz ki o 20 yıl içinde “O gün için müstehcen sayılabilecek her türlü kitap, risale, kartpostal serbestçe yayımlanıyordu. Bu dönemin ‘muzır neşriyatı’nın tüm olumsuzluklarına karşın olumlu sayılabilecek bir yönü de vardı. Tirajlara bakıldığında bu tür neşriyat Türkiye’de okuryazarlığı teşvik eder olmuştu. Her kitap ya da risale birkaç baskı yaptı. Kanonik yazına oranla çok daha fazla satıldılar, okundular. Elden ele dolaştılar.” “Muzır neşriyat”, özellikle 80’leri yaşayanlara tanıdık gelmiştir. Bu tabir, gündelik hayatın bir parçasıydı o zamanlar. Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu 1927 yılında çıkarılmıştı. 1950’lerin gazetelerinde sıklıkla “Çıplaklık müstehcen midir?” tartışmaları olurdu. 1974’te ise MSP’li Adalet Bakanı Şevket Kazan müstehcenlikle savaşı kafasına koymuştu ama kimse Özal ve o zaman revaçta olan Türk İslam sentezi kadar gündeme taşımamıştı konuyu.

32 yayınevinden protesto

1988 yılında her ikisi de Can Yayınları etiketiyle yayınlanan Henry Miller’in “Oğlak Dönencesi” ve Ahmet Altan’ın “Sudaki İz” romanları müstehcen oldukları gerekçesiyle toplatılınca 32 yayınevi bir araya gelip bir protesto metni yayınladı: “Söz konusu imhanın yakarak değil, kâğıt hamuruna dönüştürerek yapılacak olması, bir insanı kafasını keserek değil, sabun yaparak yok etmekle aynı anlama gelir. Bir yapıtın sanat eseri olup olmadığının tek ölçütü insandır. Bu ölçütün tek garantisi de özgürlüğe ve yaratıcılığa saygıdır. Kişinin düşünme, düşüncelerini aktarma ve paylaşma özgürlüğüne yapılan kurumsal ya da kurumsal kaynaklı müdahale, ülkemizi bir aydınlar hapishanesine çevirebilir”. Toplatma kararının ardından kitapların yayıncısı Erdal Öz mükemmel bir formül bulmuştu. Kitapların yeni baskısında sansürlenen cümleler siyah bantla kapatılmıştı kapatılmasına ama kitabın başına eklenen mahkeme kararında bu cümleler olduğu gibi yer aldığı için okur tamamını okuyabiliyordu. Aydınlar hapishanesine dönen ülkede zekayı yasaklarla bilemekten başka çare yoktu.

Heykellere sayfa yetmez

Heykel sanatının müstehcenlikle imtihanı başlı başına bir konu zaten, birkaç hafta önce yazmıştım. Gürdal Duyar’ın Güzel İstanbul heykelinden Melih Gökçek tarafından “Böyle sanatın içine tükürürüm” cümlesiyle “taltif edilen” Mehmet Aksoy’un Periler Ülkesinde heykeline kadar bir dolu hikaye... Anlatmakla bitmiyor, yaşamakla bitmiyor. İnsanın yavan espriler yapası geliyor: “Her canlı müstehcenlik suçlamasını tadacaktır”.  “Halime’yi samanlıkta bastılar” şarkısı nedeniyle hakkında dava açılan ve “Halimelerin hiçbiri benim çektiğim sıkıntıyı çekmedi” diyen Gönül Yazar ve oğlu doğunca yazdığı “İkinci Bahar” şarkısı TRT tarafından müstehcen bulunup yasaklanan Sezen Aksu’ya yerim yetmedi, beni bağışlasınlar.