Kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal’ın 25 yıl önce öldürülmesinin ardından yaşananlar Türkiye için bir utanç vesikası. Beraat ettirilen sanıklar 15 Ekim’de yeniden yargılanacak. Tarih tekerrür mü edecek yoksa geçmişle hesaplaşılacak mı, hep birlikte göreceğiz
Eskilerin bir lafı vardır, hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. İnsan unutur. Bazen ne yazık ki bazen de iyi ki... Türkiye öyle bir ülke ki unuttuklarımızla da yaşanmıyor, unutmadan da. Birlikte yatıp kalktığımız bir gündem maddesi, kısa süre içinde hafıza dehlizlerinde kayboluyor. Sonra bir gün, umulmadık bir anda yeniden yaşamımızı kaplıyor. Tıpkı 90’larda yaşananlar gibi... Yıl 1996, temmuzun 28’i... Gece vakti gündeme bir haber düştü; Kumarhaneciler Kralı Ömer Lütfü Topal, uğradığı silahlı saldırıda öldürülmüştü. Tevellüdü yetenler, ertesi gün gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanan camları patlamış siyah otomobilin fotoğrafını hatırlayacaktır. Bu cinayet, ilk anda bir mafya hesaplaşması gibi görünüyordu. Tam üç ay sonra Susurluk’ta bir kamyonla çarpışan Mercedes, sadece bu cinayeti değil tüm Türkiye’yi farklı bir yöne sürükledi.
Aliyev’in bile borcu vardı
54 yaşındaki Topal; sigortacılıktan döviz alım satımına, gıdadan enerjiye uzanan işleriyle milyar dolarlık servete sahipti. Uyuşturucu kaçakçılığından birkaç kez hüküm giymişti. Esas şöhretini ise Türkiye ve Kıbrıs’ta açtığı onlarca kumarhaneyle yapmıştı. Bakü’de 8 milyon dolar yatırımla bir kumarhane ve otel yaptırmıştı. Dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın oğlu İlham Aliyev’in kendisine 500 bin dolar kumar borcu olduğu için güç elindeydi. Türkmenistan’da kurduğu kumarhaneler de gücüne güç katıyordu. Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk raporunda Topal için “Eğer öldürülmeseydi, ülkenin en etkili ilişkileri içinde, istediği yere ve makama nüfuz edebilme imkânını bulacak ve birkaç yıl sonra da gerçek manada dokunulmazlığa kavuşacaktı” ifadelerini kullanması boşa değildi. 1996 başından itibaren Topal ve çevresi için “hareketli” bir yıldı. 26 Nisan’da Abdullah Çatlı ile aynı uçakla Kıbrıs’a gitti, Çatlı dört gün boyunca Topal’ın Jasmine Court otelinde kaldı. 28 Nisan’da birlikte iş yaptığı Hikmet Babataş öldürüldü. Oğlu Yaşar Babataş, babasını Ömer Lütfü Topal’ın öldürdüğünü söylüyordu. O yıl başındaki en büyük iki dert ise Türkiye’nin kumarhaneleri kapatmaya hazırlanması ve hakkında alınan infaz kararıydı. Devlet nezdinde yürüttüğü ilişkiler sallantıdaydı, iddialara göre infaz kararına karşı 17 milyon dolar haraç vermişti. İşe yaramadı. 28 Temmuz 1996 gecesi Yeniköy’deki evine giderken otomobili çapraz ateşe tutuldu. Silahlar cinayet mahallinde, katillerin kullandığı sahte plakalı otomobil ise Sarıyer’de bulundu. Otomobilden cinayetin işlendiği Uzi marka makinalı tabancaya ait şarjör, Kalaşnikof şarjörü, 52 mermi, havlu, sırt çantası ve ameliyat eldiveni çıktı. Cinayet yerine bırakılan iki silahta da parmak izi bulunamadı. Sadece şarjörün üzerinde bir parmak izi vardı, ancak kimliği tespit edilemedi. Cinayet, kumarhaneciler arasında bir hesaplaşma olarak görüldü. Ta ki 1 ay sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü’ne gelen ihbara kadar...
Yazıcıoğlu hamle yaptı
Cinayeti Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Dairesi’ne bağlı özel tim polisleri Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz ile Topal’ın ortaklarından Arnavut Sami lakaplı Sami Hoştan ile Aliço lakaplı Ali Fevzi Bir’in işlediği söyleniyordu. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, ülkücü olarak tanınan Kemal Yazıcıoğlu bu isimleri gözaltına aldırdı. Ancak bu hamle, onu hiç tahmin etmediği bir trafiğin içine sürükledi. Önce DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak aradı, arkasından dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar... Ve gözaltındaki polisler Ağar’ın emriyle Emniyet’ten aldırılıp Ankara’ya götürüldüler. Bilmem sonra bu polislerin serbest bırakıldıklarını söylemeye gerek var mı? O da yetmedi, Sedat Bucak’ın koruma polisi olarak atandılar. Oysa Kutlu Savaş raporunda Topal’ın, Abdullah Çatlı ve özel timciler tarafından öldürüldüğü bilgisinin ilk kez MİT İstanbul Bölge Müdürlüğü’nden İstanbul Emniyeti’ne gelen bir sayfalık bir not ile ortaya çıktığını yazıyordu. Topal cinayetinden 3 ay sonra Türkiye tarihinin en büyük skandallarından biri, Susurluk kazası patladı. Aranan “reis” Abdullah Çatlı, polis şefi Hüseyin Kocadağ ve Topal cinayetiyle yakından ilgilenen Sedat Bucak; 3 Kasım gecesi kamyona çarpan Mercedes’in içindeydiler. Abdullah Çatlı radara girmişti bir kere. Topal cinayetinde eldeki tek delili olan parmak izi ona aitti. Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu’nun TBMM Susurluk Komisyonu’na söylediği gibi “Abdullah Çatlı’nın bu olayda olduğu kesindi”. Bunu Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a da söylemişti; hatta “cinayeti üç polisin işlediğini” ortaya çıkarmak üzereydi. Öte yandan kazadan 10 gün sonra 18 yıldır aranan Abdullah Çatlı’ya Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde sahte kimlikle “silah taşıma ruhsatı” verildiği, iki kez de yakalanıp bırakıldığı ortaya çıktı. Hatta Çatlı ruhsat için adres olarak Fatih Mecidiye Karakolu’nu göstermişti. Ağar, Susurluk kazasının ardından istifa etmek zorunda kalınca yerine Meral Akşener geldi. Yazıcıoğlu bir gece Akşener tarafından özel ofisine çağrıldı. Taze bakan iki soru sordu: “Elinde belge var mı?” ve “Mesut Yılmaz ile irtibatın var mı?” Her iki soruya da olumsuz cevap verince vedalaştılar. İstanbul’a döndükten birkaç saat sonra Yazıcıoğlu’nu bir sürpriz bekliyordu. Görevden alınıvermişti! Ne de olsa devlet erkanının gözünde “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şerefli”ydi! Bütün bu olayların sonunda Topal cinayetiyle ilgili altı kişi yargılandı: Eski ortakları Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan ile özel harekâtçı polisler Ercan Ersoy, Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve 1978’de Ankara Bahçelievler’de Çatlı’nın emriyle 7 TİP’li genci öldüren Haluk Kırcı. Beş yıl süren davanın sonunda altısı da beraat etti.
Gerekçe: Delil bulunamadı
2014 yılında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Topal cinayetine ilişkin “yeniden yargılanma” talebinde bulundu. Ne var ki Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ömer Lütfü Topal cinayetinde azmettirici olduklarına dair delil bulunmadığı gerekçesiyle sanıklar Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Mehmet Korkut Eken’in beraatına karar verdi. Ancak Sedat Peker’in videolarından sonra rüzgârın yönü değişmiş olacak ki istinaf mahkemesi beraat kararlarını bozdu. Yargılama 15 Ekim’de yeniden başlayacak. Acaba bu sırada 25 yıl önceki cinayetin iç yüzü ortaya çıkacak mı? Derin devletin sifonu çekilip ne kadar pislik varsa ortaya dökülecek mi? Adalet ve demokrasi yolunda minicik de olsa bir adım atılabilecek mi? Yoksa üç gün konuşup unutacak mıyız yine? Bu yazıyı yazarken yeni bir haber düştü önüme. ABD’li astronot Shane Kimbrough, Uluslararası Uzay İstasyonu’ndan çekilmiş görüntüleri paylaşıp “Uzaydan harika görünüyorsun Türkiye” yazmış. İçimden cevap yazmak geldi: “Gel bir de buradan bak!”