Oğuz Aral’ın yarattığı Gırgır gazetede bir köşe olarak yayın hayatına başlamış, çok ilgi çekince tam sayfaya genişlemişti. Bakmayın ömür parantezinin içinde 1972-2017 yazmasına, 1989’da el değiştirince artık Gırgır olmaktan çıkmıştı
İnsanın kumaşını biçen ne çok insan ne çok vesile oluyor. Ben kendi adıma bu ülkede mizahın bayrağını tutanlara müteşekkirim. Özellikle de mizah dergilerine... Ailelerin “Aman evladım, kafanı yorma böyle şeylerle” tavrının karşısında, değerli bir hayatın ancak direnmekle ve dayatılana itiraz etmekle mümkün olabileceğini öğrettikleri için. Bu topraklarda mizah yayıncılığının geçmişi eski, 150 yılı devirmiş bile. İlk mizah dergisi, Teodor Kasap’ın çıkardığı Diyojen. Mizah dergisinin olmazsa olmazı muhalefet, Diyojen de bu nedenle sık sık kapatılıyordu. Daha sonraki yıllarda Çaylak, Çıngıraklı Tatar, Kahkaha, Hayal gibi dergiler kuruldu. Ancak II. Abdülhamit tahta çıkınca düşük tolerans eşiğiyle hepsine hayatı dar etti, İstanbul’dan uzağa kaçtılar. Kimi Cenevre’de kimi Kahire’de basılıp İstanbul’a sızdılar. II. Meşrutiyet’in ilanıyla rüzgar farklı bir yönden esince mizah dergilerinin sayısı da arttı. Milli Mücadele yılları ise çetin şartlara rağmen mizahın verimli bir dönemiydi. 55 yıl boyunca çıkan ve adı bugün hala anılan Akbaba, bugünkü haber sitesi Diken’in adına ilham veren Diken ve Refik Halit Karay’ın Aydede’si savaş yıllarında doğdular. Cumhuriyetin ilanından sonra Akbaba daha halim selim, daha mülayim bir yayın sürdürürken Marko Paşa fırtına gibi girdi mizaha. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz’ın yazdığı derginin başı, yaptığı sert muhalefet sonucunda epeyce belaya girdi. Sürekli kapatılıyor, her seferinde yeni bir adla yeniden doğuyordu. Malum Paşa da oldu, Bizim Paşa da, Merhum Paşa da...
Neler neler doğdu...
1972 yılı ise bugünün mizahını paltosundan çıkaran Gırgır’ın doğduğu yıldı. Hıbır, Çarşaf, Pişmiş Kelle, Leman, L-Manyak, Lombak, Penguen, Uykusuz... Hepsinin tohumu oradaydı. Oğuz Aral’ın yarattığı Gırgır, Gün gazetesinde bir köşe olarak başlamış, çok ilgi çekince tam sayfaya kadar genişlemişti. Gazetenin sahibi Haldun Simavi, potansiyeli görünce bağımsız bir dergiye dönüştü. İlk sayısının üzerinde 26 Ağustos 1972 ve “Kendi halinde bir mizah dergisidir” yazıyordu. Teşbihte hata olmaz, şiirde “müesses nizam”a karşı duran Yeni akımı gibi Gırgır da mizah geleneğinde yeni bir yol, yeni bir dil yarattı. Gündelik hayatı, daha doğrusu hayat gailesini taşıdı sayfalara. Zaten sloganı “Geçim derdini, can sıkıntısını, aşk yarasını, karı-koca kavgasını şipşak keser. Her derde devadır, gırgır da gırgır”dı. Yeni bir mizah, yeni çizerler, yeni yazarlara vesile oldu Oğuz Aral. Malum, pek “huylu” biri değildi. Gırgır çatısında kalamayanlar son 50 yılın mizah dergiciliğinin çimentosunu oluşturdular; zamanla yayınlar ve isimler çoğaldı, sert mizahın tonu seyreldi. Bu zaman diliminde Gırgır hep bir efsane olarak kaldı. Nasıl kalmasın? İlk yıl 45 bin, 70’lerde 300 bin, 80’lerin başında ise 500 bin satışa ulaştı. “Dünyanın en çok satan üçüncü dergisi” sözü abartılı olsa da Türkiye için benzersiz bir yere sahip oldu daima. Adettendir, bölünerek çoğalır mizah dergileri. 1980’lerde başlayan bölünme aralıksız devam etti. Gırgır’dan ayrılanlar Fırt’ı, Hıbır’ı, Limon’u, oradan ayrılanlar Leman’ı, sonra Penguen’i, Uykusuz’u kurdular. Bu çoğalma, muhalif tavırda seyrelmeye yol açmadı desek yalan olur. Hatta 2009’da çıkan Cici, kendini doğrudan siyaset dışı bir yere konumlandırdı ve “Tayyip’siz Mizah Dergisi: (Ne o, zoruna mı gitti)” sloganıyla çıktı. Mizahı muhalefetten ayırmaya çalışan ne ilk denemeydi ne de son, gölün maya tutmadığı bir kez daha kanıtlandı ve Cici ancak 17 sayı çıkabildi. Türkiye’deki mizah dergiciliğinin sol gelenekle bağı malum. Öte yandan özellikle 1990’larda başlayan İslami mizah dergiciliğini de göz ardı etmemek gerek. 2015-2016 arasında yayınlanan Hacamat, kendini “Türkiye’nin çok canlı, güçlü fakat zemin bulamamış mizah geleneğinin en son temsilcisi” olarak tarif ediyordu; “Bu ülkenin manevi ve milli değerlerine sahip çıkan, bilhassa mizah alanında yok görülmüş ve aşağılanmış Müslüman kimliğini taşımaktan gocunmayan bir dergi”. Mizah ve milli değerler deyince ister istemez Gırgır’ın 12 Eylül’de yaşadıkları geliyor aklıma. 1980 darbesi akılla, fikirle ilgili her şeyin olduğu gibi Gırgır’ın da üzerine balyozla inmişti. O sırada Müşerref Akay’ın (O zamanki soyadı Tezcan’dı) “Türkiyem” şarkısının hapishanelerdeki işkencelerin fon müziği olduğu söyleniyor, cuntanın marşı olarak her an her yerde çalınıyordu. Müşerref Akay’ın “Türkiyem Türkiyem cennetim” sözlerine Türkiye bayrağı desenli elbisesi eşlik ediyordu. Bir mizah dergisi için bulunmaz malzemeydi. Kapağa üzerinde bolca Ayyıldız olan bir elbise giymiş Müşerref Akay taşınmıştı. Bir bayrak satıcı gelip diyordu ki “Onu bunu anlamam! Beni de TV’ye çıkartacaksınız! Ben de bayrak satıyorum...” Manevi değer adı altında her şeyin nakde tahvil edilmesinin özetiydi bu kapak. Eh, ne olacağı belli. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, dergiyi toplattı, dört hafta süresince de basılmasını yasakladı. Gerekçesi benzersizdi: “Ucube bir kadının üzerine Türk bayrağı elbisesi çizerek, bayrak kanununa muhalefet etmek”. Gırgır o dört haftanın sonunda hayatına kaldığı yerden devam etti, herkesin hafızasında değerli bir yer edindi. “Türkiyem” şarkısına ne oldu derseniz, 12 Eylül döneminde Dev-Sol davasından üç yıl Metris Cezaevi’nde yatan prodüktör Cem Yılmaz, 2007 yılında şarkının bütün haklarını satın aldı ve onu tarihin derinliklerine gömdü. Hem de “Benden izinsiz kimse bu şarkıyı tekrar basamaz. Böylece işkencecilerin bir aletini ellerinden almış oldum” diyerek... Darbe sonrasında herkesin ve her şeyin susturulduğu bir dönemde Gırgır; sorgulayıcı, itiraz etmeyi bilen bir ses olarak direndi. Ve “gerçek” Gırgır, 90’ları göremeden tarihe karıştı. Bakmayın ömür parantezinin içinde 1972-2017 yazmasına. 1989’da Simavi ailesi yayını Ertuğrul Akbay’a satınca Oğuz Aral ekibi yanına alıp ayrıldı ve efsanevi karakteri Avanak Avni’nin adını taşıyan Avni dergisini kurdu. Eski Gırgır’dan geriye sadece adı kaldı. (Gökhan Demirkol’un İletişim’den çıkan “Gırgır” kitabını hararetle öneririm.) Oğuz Aral ise 2004 yılında ayrıldı aramızdan. Şimdi Cihangir Parkı’nda altında “Gereksiz taramalardan kaçının” yazan heykeliyle yaşıyor. Gırgır türlü badireler atlatarak 2017 yılına kadar geldi. Artık Sözcü gazetesinin eki olarak veriliyordu. Yayınladığı tatsız bir karikatür sonunu getirdiğinde 45 yaşına ulaşmıştı. Musa Peygamber’e hakaret eden karikatür için “Yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle basım öncesi fark edilmeyen bu ‘berbat’ karikatür nedeniyle incitmiş olduğumuz herkesten özür dileriz” cümlesinden sonra dergi kapatıldı. Kimsenin arkasından ağlayacak hali kalmamıştı, çünkü herkes kendine ağlıyordu artık. Aynı yıl Penguen de miadını tamamlayıp tarihe karıştı. Kapanan bir dönemdi her şeyden önce. Her şey gibi mizah da değişiyor, muhtemelen Gırgır bugün çıksa epey demode buluruz esprileri. Hatta bugünün politik doğruculuk ikliminde bol bol sosyal medya linci de yerler. Mizahın kanalları, yöntemleri değişirken değişmeyen tek şey tahammülsüzlük.
Tahammülsüz liderler
2012 yılında bir haber için Leman’a gitmiş, ekiple uzun uzun sohbet etmiştim. Karikatüre tahammülsüz siyasi lider sıralamasını Turgut Özal, Tansu Çiller, Recep Tayyip Erdoğan olarak yapmışlar; “Bugüne kadar Bülent Ecevit hariç her başbakan bize dava açtı” demişlerdi. Halbuki epeyce espri malzemesi veren Özal’ın mizahla arasının iyi olduğuna dair bir şöhreti vardı. “Yok canım” demişlerdi, “En fazla davayı Özal açtı. Onun açtığı davaların tazminatıyla beş tane Leman dergisi kurulur. Bizim Tan Cemal vardı, Limon’un yazı işleri müdürü. Onun bir dava kravatı vardı. Asılı dururdu, mahkeme günü takar giderdi.” Ama dava sonucunda talep edilen tazminat meblağı konusunda Erdoğan’ın önde olduğunu düşünüyorlardı. Geçen 9 yılda sanıyorum sıralama da toptan değişmiş, Erdoğan her dalda açık ara öne geçmiştir. Tabii kızacak karikatür, toplatılacak mizah dergisi kaldıysa...