19 Aralık 2024, Perşembe Gazete Oksijen
14.05.2021 06:00

Heykel tarihimizin karpuz mevsimi

Türkiye’nin heykel tarihi hep gerilimlerle dolu oldu. Paha biçilemeyecek yapıtlar yıkıldı, yerinden edildi, ömürleri hurdacılarda son buldu. Artık karpuzlar, köfteler, çaydanlıklar, ayranlar kentlerin simgeleri olarak meydanlarda arzı endam ediyor

Diyarbakır’da havalimanı kavşağına dikilen karpuz içindeki çocuk, kadayıf gösteren adam, halay çekenler ve bilezik heykellerinin fotoğrafları elden ele dolaşıyor. Kayyum yönetimindeki belediye tarafından 4.4 milyon TL’ye yapılan peyzaj çalışması içindeki heykeller alay konusu günlerdir. O seriden çok heykel örneği var elimizde. Vezirköprü’deki çaydanlık heykeli, Susurluk’taki köpüklü ayran heykeli, Çarşamba’daki yumurta topuk ayakkabı heykeli, İnegöl’deki köfte heykeli, Gemlik’teki çatal batırılmış zeytin heykeli… Say say bitmiyor. Kentin simgesini alıp devasa bir boyuta taşıyıp sunan heykeller. Öyle ki garip desem sözcük yetersiz, kitsch desem kitsch’e yazık… 

Diyarbakır Valisi Münir Karaloğlu heykellerden memnun, “Bırakın Diyarbakır’da karpuz tartışılsın” diyor.
Diyarbakır Valisi Münir Karaloğlu heykellerden memnun, “Bırakın Diyarbakır’da karpuz tartışılsın” diyor.

Gerilimli bir tarih

İşin tuhafı bu “yapıtların” ardı arkası kesilmezken memleketin heykel tarihinin gerilimlerle dolu olması.  Bu iniş çıkışlı ilişki ta 16. yüzyıla kadar uzanıyor. Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Pargalı nam İbrahim Paşa, Macaristan seferinden getirdiği üç mitolojik heykeli (Apollon, Herakles ve Afrodit) Sultanahmet At Meydanı’na diktirdiğinde putperestlikle suçlanmıştı. Dönemin şairlerinden Figani, bir beytinde dünyaya iki İbrahim’in geldiğini, birinin putları yıktığını diğerinin ise put diktiğini söyleyecek kadar ileri gitmişti. İbrahim Paşa idam edildikten sonra bu heykeller de ortadan kalktı.  Sultan Abdülaziz ise 1872 yılında İngiliz heykeltıraş Charles Fuller’a yaptırdığı bronz heykelini halkın tepkisinden çekindiği için sarayın içine saklamıştı.  Cumhuriyet, Türkiye ile heykeller arasındaki buzları eritemedi. Atatürk anıtlarıyla başlayan heykel geleneği, heykelin Atatürk’e benzeyip benzemediği, sivil kılıkta mı yoksa üniformalı mı olacağı, heykelin yeri, bakış yönü ve benzeri konularda hep gerilim yarattı. Aylin Tekiner’in “Atatürk Heykelleri” kitabında, eskiyen Atatürk anıtlarının kimse çöpe atmaya ya da imha etmeye cesaret edemediği için toprağa gömüldüğünü okuduğumdan beri bu konularda rasyonalite aramadığımı söyleyebilirim. 
Güzel İstanbul
Güzel İstanbul

Müstehcen bulunan heykeller

Kamusal alanda sivil heykellerin yaygınlaşması, 1973 yılında Cumhuriyet’in 50. yılını kutlamak için 50 heykel projesiyle başladı. Ancak bu proje kapsamında Karaköy Meydanı’na yerleştirilen Gürdal Duyar imzalı Güzel İstanbul heykeli, ertesi yıl koalisyon ortağı Milli Selamet Partisi’nin hedefi oldu. MSP lideri Necmettin Erbakan’ın “Derhal sökülmeli” yorumu ve dönemin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk’ün (ki son aylarda epey gündemde kendisi) “Bu heykel Türk anasına hakarettir” demesiyle Güzel İstanbul apar topar alınıp Kumkapı sahiline bırakıldı. Bir süre sonra Yıldız Parkı’nda kendine yer bulduysa da 2017 yılında “ailelerin şikayetleri” gerekçesiyle heykel fidanlarla “örtüldü”.  Kuzgun Acar’ın Ankara Gima binası cephesine yaptığı, Anadolu’nun çoraklaşmayla kaybettiği toprakları ifade eden muazzam Türkiye rölyefinin ise 1988’deki tadilat çalışmaları sırasında kaldırılıp sonra hurdacıya satıldığı ortaya çıktı.  Bu cefa, bu iki heykele özgü değildi ne yazık ki… Memleketin en büyük heykel tartışmalarından biri 2011 yılında Kars’ta yaşandı. Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı, Recep Tayyip Erdoğan tarafından “ucube” olarak nitelendirildikten kısa süre sonra yerle yeksan edildi.  Bir başka unutulmaz tartışma da yine Mehmet Aksoy heykeli üzerinden 1994 yılında Ankara’da yaşandı. Ankara Belediye Başkanlığına yeni seçilen Melih Gökçek, Altınpark’taki Periler Ülkesinde adlı heykeli müstehcen bulup “Böyle sanatın içine tükürürüm” cümlesiyle söktürdü. Aksoy açtığı dava sonucunda tazminat kazandı, heykel de yerine geri döndü. Siyaset evvel ezel heykellerle meşguldü bu ülkede. Atatürk’ün doğumunun 100. yılında yaptırılan İlk Adım ve Atatürk anıtı, gençleri temsil eden figürlerin çıplak olması nedeniyle 1982 yılında Kenan Evren tarafından kaldırıldı. Anıtın yaratıcısı Hakkı Atamulu figürlerin özgürlüğü ve barışı simgelediğini söyledi ama bu sözcükler de bir o kadar sakıncalı bulunmuş olsa gerek, fayda etmedi. Anıt 2000 yılında eski yerine dönebildi.

Say say bitmiyor

Daha sayayım mı? Babaeski’deki Fatih Sultan Mehmet heykelinin, padişahın atının cinsiyeti anlaşılmıyor diye heykeltıraşa iade edilmesi, Aydın’da yapılan Yörük Ali Efe anısına yapılan heykelin “Hiç bıyıksız Efe olur mu?” tartışmasına konu olup sonradan bıyık eklenmesi, Edremit’in simgelerinden Sarıkız heykelinin Fazilet Partili Belediye Meclisi üyeleri tarafından göğüsleri göründüğü gerekçesiyle  kaldırılmak istenmesi, Cihangir Parkı’ndaki Cihangir Güzeli heykelinin bir otoparkçı tarafından “Beni şehvete getiriyor, gençler görürse ne olur” diyerek sökülmesi…  Liste uzar gider, sizi sıkmayayım. Soru açık: Böyle olmak zorunda mı? 2011 yılında hazırladığı İstanbul’da Kamusal Alanda Sanat Uygulamaları başlıklı bir raporu var, orada dünyadan örneklere yer verilmiş. Mesela Almanya 1930’lardan başlayarak bu işe büyük bütçe ve yer ayırmış. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, ülke yeniden inşa olurken parklar, okullar, meydanlar heykellerle donatılmış; açık hava heykel sergileri düzenlenmeye başlamış.  ABD’de de sayısız örnek var. Mesela Washington’daki Vietnam Şehitleri Anıtı. En tanınmış kısmı olan “Vietnam Şehitleri Anıt Duvarı”, mimar ve sanatçı Maya Lin tarafından tasarlanan ve dünyada ses getiren bir çalışma. Londra Trafalgar Meydanı’ndaki Dördüncü Kaide ise bambaşka bir yaratıcılık taşıyor. 1841 yılında bir binici heykelini taşımak üzere konan kaide, heykel tamamlanamadığı için boş kalmış. Kaidenin nasıl kullanılacağına dair tartışmalar 150 yılı aşkın bir süre devam etmiş ve 1998’de üç modern heykelin kaidede sergilenmesine izin verilmiş. Bugün Dördüncü Kaide, dünyanın önde gelen sanatçılarının eserlerini sergilemek için can attıkları bir nokta. Amsterdam, Paris, Viyana gibi kentlerde de kamusal sanat fonları ve komiteleri bulunuyor.  Bizim tartıştığımız karpuzlar, kadayıflar, köfteler, çaydanlıklar, ayranlar ise kentlerin simgeleri olarak meydanlarda arzı endam ediyorlar. Evet, simge oldukları kesin. Ortaya çıktıkları dönemi apaçık anlatan, yarın öbür gün incelendiklerinde “Burada kimler yaşadı?” sorusuna layıkıyla cevap verecek simgeler. İleriye doğru akan zamanda geriye doğru hareket etmenin mümkün olduğunu neyle daha iyi anlatabiliriz ki?