25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
16.07.2021 04:30

Hukukla adalet arasındaki boşluk

41 yıl önce evinin önünde öldürülen sendikacı Kemal Türkler’in katili hiçbir zaman ceza almadı. Kızının “Babamın katili budur” demesine rağmen katilin tahliye edilmesi ise hukuk sistemiyle adalet arasındaki boşluğun simgesi gibi

Haklarını aramak için Ankara’ya giden Bağımsız Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin ve sendika üyesi Ali Faik İlter, Soma’ya dönerken geçirdikleri trafik kazasında hayatlarını kaybetti. Türkiye’de sendika hareketinin geçmişi çilelerle dolu. Hak arayan herkesinki gibi örselenen, baskılanan, sayısız mücadeleyle bezeli bir tarih bu... Kazanımları kadar kayıplarıyla ve hatta trajedileriyle anılan bir tarih.  Bundan 41 yıl önce bir 22 Temmuz günü öldürülen Kemal Türkler’in hikayesi, Türkiye’de sendikacılığın ve hak arayışının simgesi olarak okunabilir. 

Uzun yolda hızlı ilerledi

Türkler’in 54 yıl sürecek yaşamı 1926 yılında Denizli’de başladı. Kıt kanaat geçinen bir ailenin ilk çocuğuydu, kardeşlerinin doğumuyla ailenin geçimi daha da zorlaştı. Henüz ilkokuldayken başladı çalışmaya; terzi çıraklığı, ayakkabıcı çıraklığı, pamuk ırgatlığı, un fabrikasında işçilik... Eğitim hayatı böyle geçti. Liseyi bitirdikten sonra askere gitti, döndüğünde kendini Tavas’ta devlet memuru olarak buldu. Bir yıl sonra ise büyük bir karar alıp İstanbul’a taşındı ve Hukuk Fakültesi’ne girdi. Yine çalışıyordu, Bakırköy Emayetaş fabrikasında işçiydi. 1947, Türkiye’de işçi hareketi için önemli bir yıldı. İlk Sendika Kanunu çıktı ve sendikalar yasal bir zemine kavuştu. Kemal Türkler’in fabrika işçiliği sırasında başlayan sendikacılığı, 1953’te Maden-İş Sendikası’nın Bakırköy yönetim kurulu üyeliğine seçilince başka bir boyut kazandı. Bu sırada ailesi İstanbul’a taşınmış, geçim derdi Hukuk Fakültesi’ni bitirmesine engel olmuştu.  50’li yıllarda Demokrat Parti iktidarı, sendikacılığı baskı altına almıştı. Bu meşakkatli yola baş koymuştu bir kere. Bir yandan hak arayışını sürdürüyor bir yandan da amatör olarak çizdiği karikatürler Demir-İş Sendikası haber bülteninde yayımlanıyordu. Yol uzundu ama hızlı ilerliyordu. 1954 yılında Maden-İş’in başkanlığını üstlendiğinde henüz 28 yaşındaydı. Dört yıl sonra evlendi, iki kızı oldu; Yasemin ve hayatını babası için adalet aramaya vakfeden Nilgün... 27 Mayıs darbesinden sonra ülkenin içine girdiği iklim, sendikal çalışmaları hızlandırdı. 9 Ekim 1960’ta Türkiye Maden İş Sendikası, Milletlerarası Maden İşçileri Sendikaları Federasyonu’na üye oldu. Kemal Türkler ise 1961’de Türkiye İşçi Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 1966 yılında sendikacı arkadaşlarıyla radikal bir karar aldılar ve MADEN-İŞ, BASIN-İŞ, LASTİK-İŞ, GIDA-İŞ’in oluşturduğu Sendikalar arası Dayanışma Anlaşması (SA-DA) sonucunda Türk-İş’ten ayrılıp Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (DİSK) kurdular. DİSK’in gitgide güçlenmesi siyasetin işine gelmiyordu. 1970’te, 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklik yapan ve işçilerin sendika seçme özgürlüğünü kısıtlayan tasarı Meclis’ten geçti. Amaç, Türk-İş’ten DİSK’e işçi akışını önlemekti. Bir yılı aşkın süredir işçi direnişleri artmış, gerilim tırmanmıştı. Bu siyasi hamle, yangına körükle gitti ve 15 Haziran 1970 sabahı İstanbul Kartal’dan başlayan işçi yürüyüşü, ertesi gün güçlenerek Kadıköy Meydanı’na kadar uzandı. Avrupa yakasında ise Bakırköy’den Aksaray’a, oradan Eminönü’ne ulaştı. Valilik, Haliç üzerindeki iki köprüyü de açtırıp yürüyüşün Beyoğlu’na geçmesini engelledi.
DİSK’in en etkili siyasi karşı çıkışlarından biri, 1976 yılında Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) karşısındaki direnişiydi.
DİSK’in en etkili siyasi karşı çıkışlarından biri, 1976 yılında Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) karşısındaki direnişiydi.

60 günlük sıkıyönetim

Bu eylemin sonucunda yedi kişi yaşamını kaybetti, Bakanlar Kurulu 60 günlük sıkıyönetim ilan etti, DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin çoğu tutuklandılar ve yargılandılar. Türkiye İşçi Partisi ve CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvuruları sonucunda olaylara neden olan yasa değişiklikleri iptal edildi. 15-16 Haziran Olayları, Türkiye sol tarihine bir milat olarak geçti.  DİSK’in en etkili siyasi karşı çıkışlarından biri, 1976 yılında Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) karşısındaki direnişiydi.  Genel Başkan Türkler, DGM Yasa Tasarısının amacının DİSK’i tasfiye etmek ve demokrasi mücadelesini yargılama yoluyla ezmek olduğunu söylüyordu. Verilen mücadele sonuç verdi ve DGM tasarısı rafa kaldırıldı. Bu zafer, başka bir grevin kapısını aralamıştı: “DGM’yi Ezdik, Sıra MESS’te!” Metal patronlarının örgütü MESS’in karşısına ücretlerin artırılması, sosyal hakların geliştirilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi taleplerle çıkmış, 60 iş yerinde grev başlatmıştı Kemal Türkler. MESS bırakın bu talepleri kabul etmeyi, müzakereyi dahi reddetti.  İktidarın kimden yana olduğunu söylemeye gerek var mı? Devlet Güvenlik yasa tasarısı hemen ortaya sürüldü. DİSK ise karşılık olarak ilk örgütlü genel grevi başlatınca Kemal Türkler tutuklandı.  Gitgide gerilen siyasi atmosferin ardından 1 Mayıs 1977, Taksim Meydanı’nda 36 kişinin öldürülmesiyle tarihin karanlık sayfaları arasına katıldı. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bu süreçte Türkler de DİSK Genel Kurulu’nda yapılan seçimde genel başkanlığı kaybetti. 1978 1 Mayıs’ında Taksim Meydanı’na Maden-İş Başkanı olarak girdi. O günden sonra Taksim 2010 yılına dek 1 Mayıs kutlamalarına kapatıldı.  1980, Türkiye’nin en zor yıllarından biriydi. 11 Temmuz günü Gönen’de yaptığı bir konuşmada “Ülkemizde faşizm tehlikesini yok edecek güçler ve olanaklar vardır” diyordu Türkler; “Gerçek kalıcı çözüm, sosyalizme açılan ileri demokratik iktidarın kurulmasıdır”. Bu konuşmadan 11 gün sonra Merter’deki evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.

Değişmeyen tarih

Ne var ki Kemal Türkler’in yaşamı boyunca sürdürdüğü adalet arayışı, burada son bulmayacaktı. Cinayetle ilgili ilk dava 1981 yılında Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde açıldı, karar ise 1987’de çıktı. Abdülsamet Karakuş ve Aydın Eryılmaz adlı tetikçiler, Türkler’i öldürmekten 12 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Cinayetten 19 yıl sonra yakalanıp yargılanmaya başlanan Ünal Osmanağaoğlu hakkında 2003 ve 2007 yıllarında verilen beraat kararları Yargıtay’da bozuldu ve her defasında yeniden yargılama yapıldı. Mahkeme 2009’da beraat kararında bir kez daha direndi. Yargıtay Genel Kurulu da vazgeçmedi, hükmün bozulmasına karar verdi. 2010 yılında davaya Türkler’in hiç görmediği torunu Burç Akpınar da annesi ve teyzesi adına müdahil olarak katıldı. Duruşmada Nilgün Soydan, “Ünal Osmanağaoğlu benim babamın katilidir ve ne yazık ki ben bunun en yakın görgü tanığıyım” dedi; “Bana neden 19 sene önce ortaya çıkmadığımı sordular. Devlet babamın katilini korudu, kaçırdı, bize göstermedi ve ben ilk gördüğüm an ‘benim babamın katili budur’ diye gösterdim”.  Bu tanıklığa rağmen davanın zaman aşımı nedeniyle düşüp Osmanağaoğlu’nun tahliye edilmesi, ülkede hukuk sistemiyle adalet arasında oluşan boşluğun simgesi gibiydi. 2018 yılında o boşluk Danıştay’ın kararıyla doldurulmaya çalışıldı; İçişleri ve Adalet bakanlıklarının failin yakalanması ve yargılanmasında özenli davranmaması nedeniyle Türkler ailesine tazminat ödenmesine karar verildi.  Bu karar devletin ihmalinin tescillenmesi açısından önemliydi. Ancak 2014’te ölen Osmanağaoğlu’nun cenazesine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, o dönem TBMM Başkanvekili olan Meral Akşener ve MHP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan’ın katılması da “ihmalle” açıklanabilir miydi? Açıklanacak olsa bile hangi mahkeme verir ki o kararı? Ne yazık ki Türkiye’nin yakın tarihi, adalete olan inanışı olduğu kadar hayret duygusunu da törpüleyen sayısız olayla dolu. Bugün yaşanan bir trajedi dönüp geçmişte kendine bir akraba buluyor. 41 yıl da geçse 141 yıl da, tarih değişmiyor. Ne iyiye ne kötüye... Sennur Sezer’in Kemal Türkler’in ardından yazdığı gibi: “Bunca akıttıkları kan Değiştiremez tarihi Kitapları öldüremezler Alanlarda bizi vuranlar Tarihi geri döndüremezler.”