22 Aralık 2024, Pazar Gazete Oksijen
11.02.2021 06:00

Zeytinburnu’ndaki Afganistan

Afganların en yoğun yaşadığı Zeytinburnu’ndayım. Burada emlakçısından fırınına, telefoncusundan atölyesine koca bir Afgan mahallesi kurulmuş. Mahallenin her köşesinde varlar ama kayıtlarda ve devlet nezdinde yoklar

İki yaz önce sabaha karşı Foça yolu üzerindeki evime gidiyordum ki, birden tarladan, uzamış ekinlerin arasından hayaletlerin çıktığını gördüm. Daha önce bu kadar sarsıcı ama büyüleyici bir an yaşamamıştım. Sadece ay ışığının aydınlattığı gecede incecik bedenler, çökmüş bembeyaz yüzler, çocuğuyla, bebeğiyle arabamın farlarına hiç aldırmadan yürüyorlardı. Nereye? Şimdi anlıyorum ki umuda...  Sonradan jandarmadan onların Afgan göçmenleri olduğunu öğrenmiştim. Bir insanın gece demeden, gündüz demeden meçhul bir geleceğe yürümesinin, sadece ve sadece sonunda ufacık da olsa bir ışık olduğu için, ne büyük bir insanlık ayıbı olduğunu o gece anlamıştım. 

Cavit Bey 26 yıldır burada

Zeytinburnu’ndayım. Sümer Mahallesi muhtarının bir fikri yok ama, 26 yıldır burada yaşayan Cavit Bey’in dediğine göre 50 bin Afgan yaşıyor o bölgede. “Neredeler?” diye sordum, “Her yerdeler” dedi mükemmel bir Türkçeyle. Gencecik bir adam olarak kaçmış ülkesinden Cavit Bey. Halinden memnun. Afganistan’da babası saatçiymiş. Buraya geldiğinde hemen aradığı işi bulacak değil ya! Gitmiş bir deri fabrikasında çalışmaya başlamış. Orada dericiliği öğrenmiş. 12 yıl. “Patronum çok iyi adamdı” diyor. Ama sonra Türk olan karısıyla tanışmış, evlenmiş ve kayınpederinin kuyumculuk işini devralmış. “Nerede oturuyorsunuz?” diye sorduğumda gururla “Tabii ki burada” diyor. 
Gurme marketlerde dünya paralar olan Basmati pirinci, sıvı safran, Batı’nın anca keşfettiği ama Afganların geleneksel içeceği yeşil çayın en kalitelisi Zeytinburnu bakkallarında rafları doldurmuş. Bakkalın sahibi 21 yaşındaki Şennur, Afgan müşterileri için ayrı veresiye defteri tutuyor. “Tabii ki yeni gelenlere destek oluyoruz” diyor
Gurme marketlerde dünya paralar olan Basmati pirinci, sıvı safran, Batı’nın anca keşfettiği ama Afganların geleneksel içeceği yeşil çayın en kalitelisi Zeytinburnu bakkallarında rafları doldurmuş. Bakkalın sahibi 21 yaşındaki Şennur, Afgan müşterileri için ayrı veresiye defteri tutuyor. “Tabii ki yeni gelenlere destek oluyoruz” diyor

Adeta Afgan mahallesi 

Cavit Bey’in dediğini yapıp etrafa daha dikkatli bakmaya başladık. Herkes Afgan mı? Öyle görünüyor. Telefoncu, uzak mesafe arama dükkanına dönüşmüş, bakkallarda dev poşetlerde Afgan pirinci, Afgan restoranları ve dahası ve en önemlisi yeraltlarına kurulmuş, hemen hemen her apartmanın altında bulunan dikiş atölyeleri. Bu atölyelerin birinde değil, ikisinde değil, hepsinde Afganlar çalışıyor. 

Dikiş atölyesindeyiz... 

Başta cesur değiliz, ama mahalleye uyum sağlar sağlamaz “bir bakalım” diyoruz. Sanıyoruz ki bize kızıp gönderecekler. Hiç öyle değil, buyur ediyorlar, “Bir şey içer misiniz?” diye soruyorlar, önümüze illa ki çay ya da enerji içeceği koyuyorlar. Bu ikincisi önemli. Enerjiye ihtiyaçları var. Sabahtan akşama karanlık bir atölyede, florasan ışığı altında dikiş dikiyorlar. Hiç bu kadar erkeği bir arada dikiş dikerken görmemiştim. Hepsi de bu işi burada öğrenmiş. 
25-30 TL arasında değişen Afgan kebaplarını kendilerine ödül diye ayda bir ısmarlıyorlarmış. Pideler ise hem çok leziz hem de ucuz
25-30 TL arasında değişen Afgan kebaplarını kendilerine ödül diye ayda bir ısmarlıyorlarmış. Pideler ise hem çok leziz hem de ucuz

5 erkek bir evde yaşam

Aralarından birine, Tash Folad’a ev yaşamını soruyorum. Dört kuzeniyle birlikte üç odalı bir evde kalıyormuş. Beş erkek işleri paylaşıyorlarmış. Bulaşık, çamaşır. “Ama” diyorum, “Herhalde Afganistan’da olsan bunları kendin yapmayacaktın. Bir kız kardeşin falan vardır.” “Yoo” diyor, “Gene ben yapıyordum. Bizde ana çok önemlidir. Ona yardım edilir. Kız olsun erkek olsun.” 

Ayda 2-3 bin TL kazanç

Gelirleri 2- 3 bin TL arasında değişiyor. Hafta sonları çalışmak yok, hafta içleri sabah 9’dan akşam 19:30’a kadar. Bekarlar şikayetçi değil, aile geçindirenlerin durumu daha zor.  Örneğin Leyla, iki oğluna bakıyor. Bizi evinin en küçük odasında ağırlıyor. Mobilya yok. Yerde büyük bir halı, oturuyoruz. Leyla’nın kocasını iki yıl önce Taliban öldürmüş, iki oğlunu da alıkoymuş. Leyla işte o meşhur yürüyüşü yaparak Afganistan’dan İran’a, oradan da Türkiye’ye gelmiş oğullarıyla birlikte. Ancak henüz okul çağında olan çocuklar evde, hiçbir okul almıyormuş. Çocukların evrensel eğitim hakkının ellerinden alınması kimin içine siner ki? Leyla’nın kızı da İstanbul’da. Kucağında da beş aylık bebeği Bahar. Elinde bir sol anahtarı dövmesi, müziği çok seviyormuş.

“9 yıl oldu, iznim yok”

Bizi onlarla tanıştıran Ömer’in ise feryadı duymaya değer. “9 yıldır buradayım, oturma iznim yok, alamıyorum. Anladık izin vermesinler, tamam vatandaş olmayayım ama polis bizimle hayvanmışız gibi konuşmasın” diyor. Çok dayak yemiş polisten. O da, arkadaşları da... “Yoldan geçen Türklere bir şey yapmazlar, ama bizim gözümüzden Afgan olduğumuzu anladılar mı bir apartmana çekerler, bir güzel döverler, hiçbir şey yapamazsın,” diye anlatıyor. “Keyfi mi” diyorum, “Öyle” diyor. Burada Leyla söze giriyor. “Bize” diyor, “Sağlık hakkı da yok. Hastalanırsak ambulansı arıyoruz, ama gelip de Afgan olduğumuzu görünce almadan gidiyorlar.” Bana yalan borcu yok, ama ben yine de sorayım. Doğru mu? 

Polisten korkuyorlar

Zeytinburnu halkına inatla soruyoruz “Nasıl Afganlarla yaşamak?” diye. Bir kişi de niye geldiler demiyor. “Bizim gibi insanlar” diyorlar, “Geçinip gidiyoruz.” Hisleri karşılıklı, Afganlar da onlara boş değil. Uzun zamandır burada yaşayanlarına soruyorum, neden buradasınız? Neden İran’da kalmadınız? Ya da neden Avrupa’ya gitmiyorsunuz? Türkler iyi diyorlar, başka bir şey demiyorlar. “Devlet tamam, bizi insan yerine koymuyor ama insanlar çok iyi.”  Tam alışmıştık, dönme vakti geldi. Arabayı ararken bir emlakçının önünde oturan beş altı kişilik bir erkek grubu gördük. Emlakçıların bazılarının Afgan olduklarını duymuştuk, hadi dedik, bir de bunlara soralım. Aralarından bir amca elini hiddetle kaldırdı, “Afgan mafgan yok burada” dedi elindeki çay titredi. Biz afedersin amca deyince yumuşadı. “Ben Afganım ama kırk yıl olmuş geleli, Türküm ben artık, bırakın da çayımızı içelim.” Ona da peki dedik. Bu sefer iyiden iyiye üzüldü, “Siz de içer misiniz?” dedi. “Sağ olasın içmeyiz” diye yanından uzaklaşırken düşündüm, bu huysuz amcayı tekrar görmeye gelesim var.

İstanbul’un hayaletleri

Göç Araştırmaları Derneği’nin “İstanbul’un Hayaletleri: Güvencesizliğin kıyısında Afganlar” raporu, Afganlar’ın göç rotasından başlayıp, İstanbul’daki hayatlarına uzanıyor. Afganlar, dünyanın en uzun süreli yerinden edilmiş, mülksüzleştirilmiş topluluğu olmasına rağmen hala daha uluslararası camianın dikkatini çekebilmiş değiller. Bugün Pakistan’da 2.5 milyon, İran’da 1.5 milyon, Türkiye’de 170 bini kayıtlı 500 bin Afgan göçmen yaşıyor. GAR raporu, İstanbul’daki Afganların ağır çalışma şartlarını, legal statüden yoksun izole, görünmez yaşamlarını ve uluslararası camia ile sivil toplum tarafından yalnız bırakılmış koşullarını inceliyor. 

Kaçakçıya 2 bin dolar

 Afganların göç yolculuğunun ilk durağı Pakistan’ın Nimruz sınır şehri. Kaçakçılara yaklaşık 2 bin dolar ödüyorlar. Oradan İran’a geçiyorlar. 7-15 gün sürüyor. 28-30 kişi bir kamyonet kasasına yükleniyor. 22 yaşındaki Ali anlatıyor: “Günlerce kum tepelerinde yatarsınız. İçmeye zorlandığımız pis suyu hayvanlar bile ağzına sürmez. Pakistan sınır polisine adam başı 8 bin Tümen (İran parası) rüşvet verdik. İran’a geçerken, Belucistan’da eşkıyalarca soyulduk, paramıza el koydular, bir kamyon da dayak yedik.”  İran’dan Türkiye’ye geçiş de tehlikeli. Afganlar, Maku Dağları’nda bırakılıyor. 3-4 gün çoban kulübelerinde yatıp kalkıyorlar. Bazen İran ve Türk devriyelerin yaylım ateşine veya baskınına maruz kalıyorlar. Çil yavrusu gibi dağılıp, kayalıklara saklanan mülteciler ya soğuktan donarak ölüyor ya da kurtlar tarafından parçalanıyor. 
Daha önce eline iğne almamış erkekler sokaklardaki tekstil atölyelerini doldurmuş, şimdi hepsi birer profesyonel
Daha önce eline iğne almamış erkekler sokaklardaki tekstil atölyelerini doldurmuş, şimdi hepsi birer profesyonel

Yolculuk 40 gün sürüyor

Mülteci Ali, Kabil’den 40 gün süren göç yolculuğunun son ayağını söyle anlatıyor: “Türk sınırında günde 12 saat yürüdük. Yer yer karşılaştığımız kemikleri hayvan kemiği sanıyorduk, meğer hepsi insanmış. 250 kişilik kafile olarak Tahran’dan yola çıkmıştık. Türkiye’ye geçerken 130 kişi kaldık.”

Afgan olmak neden zor

2018’de 100 bin düzensiz Afganistan vatandaşı Türkiye’ye giriş yaparken 2019’da sayı 201 bine ulaştı. Türkiye’de mülteci olmak zor. Ama en zoru Afgan mülteci olmak. Yasalara göre “Türk soyundan ve Türk kültüründen gelenlere” yasal mülteci statüsü verilmekte. Bu yüzden Özbek ve Türkmenlere, Türkiye’de oturma, çalışma hakkı verilirken; Afganlar’a üçüncü ülkeye gönderilmek üzere beklerken, Türkiye’de kısa süreli konaklama hakkı tanınmakta.

20 kişi tek dairede yaşıyor

Zeytinburnu, Esenyurt, Tuzla ve Beykoz Afganlar’ın yoğun yaşadığı bölgeler. 30 yaşındaki Peştunlu Ahmet, “Zeytinburnu’nda, 20 kişiyle aynı evi paylaşıyorum. Ev sahibinin oturma izni var. O, daireyi 1000 TL’ye kiralamış. Bizdense adam başı 300 TL alıyor” diyor. Seyfullah 19 yaşında, 2016’dan beri Türkiye’de: “10 kişi tek odada kalıyoruz. Kişi başı 250-300 TL kira, ısınma ve internet için 50 TL, yemek için ayda 50 TL ekstra ödüyoruz.” 

Az ücret, sıfır sigorta 

Beykoz’un Küçüksu ve Yenimahalle’si son 10 yılda Afgan nüfusun yerleştiği semtlerden. Küçüksu işçi pazarında sabah 5’ten itibaren Afganlar toplanıyor. Türk işverenler 100-150 TL’lik günlük ücretlerle onları kamyonetlere atıyor. 2019’da Türkiye’ye gelen Kemal (27) “İnşaatın en zor işlerini biz Afganlara veriyorlar. Türk işçiler ise en rahat işleri alıyor. Ben kayıtdışı olduğum için günlük 150 TL kazanırken, Türk işçiler 180-200 TL alıyor. Sigorta da yapmıyorlar. Parmağım kesildi. Doktor tedavi etmedi. ‘Ülkeme ihanet edemem’ dedi. 2.5 ay çalışamadım o parmak yüzünden” diye dert yanıyor. 

Kağıt toplama

Özbek ve Türkmenler Türkçeyi kolayca öğrenip iyi ücretli, konforlu işleri kapıyorlar. Özbekler genelde market restoranlarda, Tacikler ise tekstilde faal çalışıyor. Dil bilmeyen, çalışma ve oturma izni olmayan Afganlara ise hiyerarşinin en alt sektörü, çek çek arabalı kağıt toplamacılığı kalıyor.

Kayıtdışı olmak daha iyi

2013’ten beri kayıtdışı olarak İstanbul’da yaşayan 30 yaşındaki Ahmet her şeyi özetliyor: “Başımıza bir şey gelince şikayet için polise gitsek, ilk sordukları şey kimlik kartı. O yüzden polise gidemiyoruz. Türkiye’de kaydolup kimlik kartı çıkarmak büyük dert. Önce Ankara’ya başvuruyorsun, seni küçük şehirlere gönderiyorlar. Ama oralarda iş bulma imkanı olmayınca tekrar İstanbul veya Ankara’nın yolunu tutuyorsun. Ama bu iki şehirde polise yakalanırsan, kimlik kartına el koyup iptal ediyorlar. Haydi sınır dışı. Bu yüzden hiç kaydolmamak daha iyi. Kimliksiz, hayalet gibi yaşamak zorundayız.”
Fatih'teki Surlarda kriket maçı (Fotoğraf: Emirkan Çörüt)
Fatih'teki Surlarda kriket maçı (Fotoğraf: Emirkan Çörüt)
Selim 24 yaşında. 2017’de Türkiye’ye kaçmış. Tuzla’da sokak aralarında mısır satarak geçimini sağlıyor. Geçen 3 yılda birçok iş denemiş, vazgeçmiş. Önce İstanbul’da tekstil mağazasında, ardından Bursa’da atölyede çalışmış. Sonra da Gebze’de inşaatta soluğu almış. Ve tüm kazancıyla seyyar mısır arabasını satın alabilmiş. “Tamamen görünmez bir hayatım var. Sabah karanlıkta yola çıkarım, gece yarısı evime dönebilirim” diyor. Selim’in tek sosyal aktivitesi kriket oynamak. Ayda bir iki kez Fatih Süleymaniye’deki surlar arasında çekişmeli müsabakalar yapıyorlar. Kriket, Afganistan’da futbol kadar yaygın bir oyun. Ekipmanları genelde kendi ülkelerinden gelen arkadaşlarından tedarik ediyor, yanlarından ayırmıyorlar. Küçük öğlen molaları bile birkaç topa vurmak için fırsat.