22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
19.11.2021 04:30

Akla durgunluk veren maymun asker hikayesi

Tarihi tatlı tatlı anlatan Reşad Ekrem Koçu üstat şöyle yazmıştı: ‘’Eski yelken ve kürek devri gemiciliğinde, her gemide birkaç tane talimli maymun bulunurdu. Bunlar, açık denizde gemilerin direklerinin ta tepesine tırmanarak korsan gözcülüğü yaparlardı’’. Ben de bu bilgi üzerine, bu konuda bulabildiğim her belgeyi okumuş, Konstantiniyye Oteli romanımda bir bölüm yazmıştım. Buyurun, bu çok garip, gerçeküstü gibi gelen ama gerçek hikayeyi birlikte okuyalım

Maymun asker, “Bizim başımıza gelen tuhaf işleri, herhalde bu deli şehirde kimse yaşamamıştır” diye başladı söze. “Adımızı kimse anmaz. Biz Bizans’ın da, Osmanlı’nın da en değerli deniz savaşçılarıydık. Uzun eğitimlerden geçirilmiştik. Düzenli, bahriyeli bir birlik olarak Ahırkapı taraflarında koğuşumuz vardı. Yemimiz suyumuz oraya getirilirdi; istihkakımız iyiydi, bir şikâyetimiz yoktu. Sefer zamanı denize açılan gemilere biner, karadan fersah fersah açıldıktan sonra geminin ulu direklerine çevik hareketlerle tırmanır, ta en tepeye çıkıp oturur ve keskin gözlerimizle ufku taramaya başlardık. Dalgaları, suyun hemen altında yüzen balıkları, deniz canavarlarını, kayalıkları gözlerdik ama gözümüz sürekli ufukta belirecek olan düşman donanmasında olurdu. Düşmanda maymun askerler olmadığı için bizim kadar yüksekten ve uzaktan göremezlerdi; daha onlar bizi görmeden biz kaç kadırga geliyor, yelkenleri, süratleri, duruş şekilleri nasıl, kaç topları var; bunların hepsini görmüş olurduk. Önce direğin başından ciyaklayıp Kapudan Paşa’nın dikkatini çektikten sonra, direkten direğe atlayarak, halatlara tutunup cevelan ederek bir nefeste güverteye iniverir, bütün bilgileri verirdik. Ellerimiz, parmaklarımız, taklit yeteneğimiz, zekâmız ve eğitimimiz bu iş için yeterliydi. Kapudan Paşamız bilgileri aldıktan sonra hiç vakit kaybetmez, gemileri hemen harp nizamına sokar, rüzgârı hesap ederek düşmana en öldürücü darbeyi nasıl indireceğimize anında karar verir, emirlerini yağdırmaya başlardı. Biz birkaç maymun asker yine direklerin başına zıplardık. Düşman gemileri, üzerlerine yıldırım gibi gelen gemileri gördüğünde manevra için geç kalmış olurdu; çünkü Kapudan Paşa onları en uygun burnun arkasında ansızın yakalar, arkasına aldığı en elverişli rüzgârlarla yelkenlerini doldurup, boğa aletinden yapılmış can yakan kırbacı altında iki misli gayrete gelen forsaların desteğiyle düşman gemilerine yıldırım gibi dalardı. Atalarımızın anlattığı Bizans gemilerinde de toplar bulunurdu; üstelik onların deryayı tutuşturan, suyla söndürülemeyip daha da harlanan Rum ateşi teknikleri vardı. Karşılarına kimse çıkamazdı ama şanlı maymun birlikleri sayesinde donanmamız onları perişan ederdi hep.

SONUMUZ NE OLDU?

İşte maymun askerler yıllarca iki imparatorluğa böyle hizmet ettikten sonra sonumuz ne oldu dersiniz? Madalya mı, rahat bir emeklilik mi, MAB yani Maymun Askerler Birliği şeref madalyası mı? Heyhat, hiçbiri, hiçbiri!

UYGUNSUZ İŞLER

Bazı çekemeyenler bizim koğuşta olup biten uygunsuz işleri Valide Sultan’a bildirmek gafletinde bulunmuşlar. Uygunsuz işler deyişim insanlara göre; yoksa bize göre uygun. Her canlının yaptığı iş, yani çiftleşmek. Ama insanlar nedense taam etmek, içmek, harice çıkmak, uyumak gibi canlılara ait ihtiyaçları kabul eder ama bu işe çok sinirlenir. Biz maymunlar elbette kendi aramızda gönül işlerine girişir, aşna fişne olur, kimseden saklanmaya gerek duymadan da erkeklik ve dişilik görevlerimizi yerine getirirdik. Hele sefer dönüşlerinde koğuşun altı üstüne gelir, benim gibi dişiler tavanlara fırlayıp, o köşeden bu köşeye kaçarken, erkekler de düz duvara tırmanarak dişiyi bir köşede kıstırır, daha o dakikada işini tamam ediverirdi. Seferden dönen erkek askerler, bir sürü cariyeyle yapmıyorlar mıydı bu işi? İşte bizimki de aynı hesaptı; sadece gözler önündeydi. Ama iş bununla kalmadı. Ahırkapı’nın abazanlıktan demir kazık kesilmiş bazı külhanları da bizim koğuşa dadandılar. Ellerine geçirdikleri maymunun tepesine bir yumruk indirip sersemlettikten sonra, güzide asker falan demeden giriştiler. Hem de dişi, erkek farkı gözetmeden. Din-i mübinde yasak kılınmış olan fiili livatadan tutun da yavru maymunlarla cimaya kadar her türlü melaneti işlediler. Koğuşun içi mecruh, acı çeken, ağlayan maymunlarla doldu. 

CEZASIZ KALMADI

Üstelik bize göre çok ama çok çirkin olan insan nesline mensuptular. Onların erkeklerini görünce midemiz bulanıyordu. Bölük ağası durumu kendi üstüne bildirince de bu tuhaf iş kulaktan kulağa Valide Sultanın kulağına kadar gitmiş. O da ‘Bu rezalete derhal bir son verilsin’ buyurarak, hepimizin katline karar vermiş. Koğuşun önüne üç darağacı kuruldu. Hepsi de maymun boyuna göreydi; üç ayağı da kısaydı. Sanki çocuklar adam asmaca oynasın diye yapılmıştı. Sonra bizi çıkarıp o darağaçlarında sallandırdılar. Çoluk çocuk, yaşlı demeden hepimizi astılar. Böylece imparatorluğun en kahraman birliklerinden biri, uçkur düşkünü abazanların çirkin hasletleriyle son bulmuş oldu. Dersaadet’te bir maymun mezarlığı olmadığı için hepimiz, oracıkta kazılan bir çukura defnedildik. Şimdi koyun koyuna yatıyoruz. Ama bize yapılan bu kötülük cezasız kalmadı elbette. Bizim katılamadığımız bir sonraki seferde, Haçlılar Osmanlı donanmasını gafil avlayıp çatır çatır yaktılar. Bütün kalyonlar, sefineler, kadırgalar, içindeki leventlerle birlikte deryanın dibini boyladı. Eminim ki bunların içinde bize bu kötülükleri edenler de vardı. Maymunların bir tanrısı yok ama belki insanların tanrısı bu kötülükleri yukarıdan görüp, bir kıyıya not etmiştir.”
Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli