Ankara’ya geldiğinde bizim evde kalan rahmetli Dr. Hikmet Kıvılcımlı, gün ağarana kadar yaptığımız sohbetlerde ’’İçinden çıktığımız, daha doğrusu bir türlü içinden çıkamadığımız Osmanlı’’ derdi. Yıllar geçtikçe doktora hak vermemek elde değil. Osmanlı tartışmaları ülke gündeminin önemli bir parçasını oluşturuyor. Değişik siyasi görüşler, tarihi semboller üzerinden şiddetli kavgalara girişiyorlar.Oysa bugün Britanya’da 8. Henry mi haklıydı Cromwell mi diye insanlar nefes tüketip birbirine ağır sözlerle saldırmaz. Fransa’da Robespierreciler ile Dantoncular kavgası yoktur.Böyle bir tartışma herkese saçma gelir. Eğer Mustafa Kemal ve arkadaşları da bizim gibi geçmişe saplansaydı, ömürlerini Tanzimat Fermanı’nı tartışarak geçirirlerdi.
UYDURUK TARİH
Önce size ‘’internet cehaleti’’ adını taktığım ortamdan bir örnek vereyim. Sosyal medyada iç paralayıcı bir video dolaşıyor. Sözüm ona, Adnan Menderes başbakan olunca Paris elçimize talimat vermiş, Osmanlı hanedanından orada kalanları bulmasını istemiş. Sonunda Abdülhamid’in eşi Şefika Sultan’ı kenar bir mahallede Fransız işçilerin çamaşırlarını yıkarken bulmuşlar. Menderes sultanın elini öpmüş, ana bizi affet çok geç kaldık demiş, sultan da ağlayarak ona sarılmış vs. Ne dokunaklı bir hikaye değil mi? Bunu izleyip, ‘Biliyorum, gördüm’’ diye ortalığa çıkıyor insanlar. Her şey iyi de ufak bir ayrıntıya dikkatinizi çekeyim. Abdülhamid’in Şefika isimli bir hanımı yok. İsim bakımından şefkatle ilişkilendirebilecek eşi Müşfika Kadınefendi, hiç yurt dışına çıkmadı. Selanik sürgününde ve Beylerbeyi Sarayı’nda, ölümüne kadar padişahın yanındaydı. Daha sonra da sürgüne gönderilmedi. Ömrünün sonuna kadar Serencebey’de oturdu. İnönü hükümetinin bağladığı 200 lira aylığın yetmediğinden şikayet ettiği için Menderes maaşına 50 lira zam yaptı.
OSMANLI NE DEMEK?
İmparatorluk devam etseydi zat-ı şahaneleri diye bahsedeceğimiz Ertuğrul Osman efendiyle, 5. Murad’ın torunu Kenize Murad’la, Paris’te Prens Bülent Osman’la sohbet ederken hep bir şey dikkatimi çekerdi. Osmanlı dendiği zaman daha çok kendi aileleriyle ilgili konulardan söz ederlerdi. İmparatorluğun adı zaten ‘’Devlet-i Aliyye’’ idi. ( Buradaki A harfinin kısa okunması gerektiğini rahmetli Halil İnalcık hocadan öğrenmiştim.) Osmanlı ailesi dünyanın en uzun süreli hanedanlarından biridir. Osmanlı’dan daha uzun sürmüş imparatorluklar vardır elbette ama Batı ve Doğu Roma’da, Çin’de görüldüğü gibi hep değişik aileler yönetmiştir bu imparatorlukları. Osmanlı ailesi ise iktidarı altı asır boyunca elinden bırakmamayı başarmıştır. Torunlarını ilgilendiren konu, iç gerilimlerle, acılarla, sevinçlerle, rekabetlerlesürmekte olan Osmanoğlu ailesinin daha çok son dönem hikayesidir. Hanedanın sonu konusuna geçmeden önce, yazdığım görüşün abartılmaması gerektiğini belirtmeliyim. Onların da imparatorlukla ilgili fikirleri vardı tabi. Mesela Ertuğrul Osman Efendi’nin Mustafa Kemal övgüsü ya da ‘’Bizim aile en çok ulemadan çekti’’gibi görüşleri çok değerlidir.
HANEDANA NE OLDU?
19’uncu yüzyıl sonu, 20’nci yüzyıl başı, imparatorlukların sona erdiği, yerine milli devletler kurulduğu, siyasi cinayetlerle, infazlarla dolu karmaşık bir dönemdir. II. Abdülhamit devrinde öldürülen, katledilen imparatorlar, sultanın sinirlerini aşırı derecede bozardı. Kendisi de birçok suikastten zor kurtulmuş olduğu için böyle haberlerin basında yer almasını engellemişti. Mesela vurulan bir imparatorun gripten, başka birinin veremden öldüğü gibi sansürlü haberler yayınlanırdı gazetelerde. Bazen imparator ve imparatoriçe birlikte öldürüldüğünde, yedikleri bir yemekten zehirlendikleri, “mide fesadından vefat ettikleri’’ yalanı uydurulurdu. Aslında bu korku hiç de yersiz değildi. Hanedanların sonu çok kanlı ve acı oluyordu. Üstünden biraz vakit geçmiş olsa bile kafaları kesilen hükümdarların anısı, onların hayalinde pek canlıydı.
ROMANOVLAR
Abdülhamid’in vefat ettiği yıl, Romanov hanedanı dönemi, akıl almaz bir vahşetle, kanlı bir şekilde noktalandı. 1917’deki Bolşevik devriminden sonra Çar Nikola ve ailesi Tobolsk’a sürgüne gönderildi. 1918 yılında bir gece askerler herkesi evin bodrumuna indirdiler ve çoluk çocuk demeden hepsini kurşuna dizdiler. Çar, Çariçe, çocukları, hizmetçileri, doktorları tümü birden yok edildi. Bazı küçük prensesler uzun süre can çekişti çünkü kurşunlar, göğüslerine sakladıkları kıymetli taşlara isabet etmişti. Katliam bitince cesetler at arabalarına konuldu, Asya bataklıklarına atıldı. Fransız kral ve kraliçesinin ve binlerce kişinin başını giyotinle kesen kanlı ‘’terör’’ dönemi de hiç unutulmadı. Sultan Abdülaziz’in Paris ziyareti başlarken Meksika’da Maksimilen’in kurşuna dizildiği haberi gelmişti. Bütün bu haberler, Osmanlı sülalesinin sinirlerini fena halde bozuyor ve tahminimce kabuslar görmelerine neden oluyordu. (Zaten Abdülaziz de tahttan indirildi ve hala tartışılmakta olan kuşkulu bir biçimde öldü.) Bu olay 5. Murat’ın da felaketine sebep oldu.
CUMHURİYET NE YAPTI?
Bu kanlı devre rağmen, Türkiye gibi geçmişi sert ve kanlı infazlarla dolu bir ülkede hanedana böyle bir zulüm uygulanmadı. Sadece yurt dışına çıkmaları istendi. Hiçbir saygısızlık görmeden Sirkeci garından uğurlandılar. Kendi içinde kanlı infazlar yaşamış bir aile, medeni biçimde ülkeyi terketti. Eğer Mustafa Kemal Paşa ve Meclis, yabancı ülkeleri model alsaydı, padişahları, eşleri, çocukları ve çalışanları da Romanov’lar gibi bir gece vakti, kuytu bir köşede çoluk çocuk katledilirdi. Bu tarihi gerçek, övünmemiz gereken medeni bir tutumu yansıtıyor. Osmanlı hanedanının bir kısmının yurt dışında maddi sıkıntıya düştükleri doğrudur elbette. Bunlar da acı olaylar tabi ama çekilenler bir katliamla karşılaştırılmaz. Zaten büyük ölçüde bunun sebebi yurt dışına çıkarken yanlarına aldıkları mücevher çantalarının o kargaşada çalınmış oluşuydu. Kısacası biz Devlet-i Aliyye’den Cumhuriyet’e dönüşümü, Osmanlı ailesi bakımından kansız ve dünyaya örnek olabilecek medeni bir tavırla başarabildik. Sezar’ın hakkı Sezar’a.