İsveç’in sağcı hükümetinin hazırladığı planlar dünya genelinde büyük yankı uyandırdı. Siyasetçiler, devleti tehdit eden bazı suçlardan hüküm giymiş çifte vatandaşların vatandaşlıklarının ellerinden alınması yönünde çalıştıklarını belirtti.
Bu, dünyanın dört bir yanındaki başkentlerde süregiden daha geniş bir tartışmanın izlerini taşıyordu.
Aşırı sağ ve milliyetçi partiler siyasi alanda giderek daha fazla güç kazanırken, uzmanlar vatandaşlığın giderek daha çok suçla ilişkilendirildiğini ve bu eğilimin iki farklı vatandaş sınıfı yaratma riski taşıdığını, belirli toplulukları ise dışlayabileceğini ifade ediyor.
Ayrıcalık olarak vatandaşlık
Bu değişimlerin kökeni kısmen 2000’li yılların başına uzanıyor.
"O dönemde Tony Blair liderliğindeki Birleşik Krallık hükümeti vatandaşlığı bir hak değil, bir ayrıcalık olarak tanımlamaya başlamıştı" diyor Bern Üniversitesi'nden sosyoloji profesörü Christian Joppke.
Birleşik Krallık hükümeti, vatandaşlığı “kazanılması gereken” bir şey olarak ortaya koydu. Bu söylemler vatandaşlığı hem ulaşılması zor hem de kaybedilmesi kolay bir olguya çevirdi.
Joppke, “Kazanılmış vatandaşlık düşüncesi, eğer yanlış bir şey yaparsan, bunu kaybetmenin de mümkün olması gerektiği fikrine dayanıyor” diyor ve "İsveç, Finlandiya ve Almanya gibi ülkelerde yakın zamanda sunulan öneriler ise bu anlayışı bir adım daha ileriye taşıyor gibi görünüyor" diye ekliyor.
İsveç, casusluk ya da vatana ihanet gibi suçlardan hüküm giyenlerin İsveç pasaportlarının iptal edilebilmesi için anayasa değişikliği planlarını duyurduktan yalnızca birkaç gün sonra, İzlanda’da bazı siyasetçiler benzer değişikliklerin ciddi suçlardan mahkum olanlar için uygulanmasını talep etmeye başladı.
Bundan birkaç ay önce ise Hollanda hükümeti “antisemitik bir yönü” olan ciddi suçlar için vatandaşlığın geri alınması ihtimalini değerlendirdiğini açıklamıştı.
"Ömür boyu şartlı Alman"
Bu kavram, Almanya’daki şubat seçimlerinde de kendini gösterdi. Seçimden galip çıkan merkez sağ bloğunun lideri Friedrich Merz, Welt gazetesine verdiği demeçte, suç işleyen çifte vatandaşların Alman vatandaşlıklarının iptal edilebilmesi gerektiğini savundu.
Bu öneri hızla eleştiriyle karşılaştı. Gazeteci ve siyasi yorumcu Gilda Sahebi, bu yaklaşımın bazı insanları ömür boyu “şartlı Alman” konumuna sokacağını belirtti. “Kimse asla Alman gibi hissedemeyecek. Bir hata, bir suç yeter. Ardından Almanlıkları yok olur.” ifadeleriyle tepki gösteren Sahebi “Burada doğmuş olmaları ya da ailelerinin nesillerdir Almanya’da yaşıyor olması fark etmiyor.” ifadelerini kullandı.
Irkçı ayrımcılık normalleşiyor mu?
Sahebi, Merz’in fikrinin “ırkçı ayrımcılığın” nasıl normalleştiğini açıkça ortaya koyduğunu belirtti.
Gazeteciye göre Merz'in söylediklerinin doğrudan olmasa da yeniden göçü savunmak anlamına geldiğini ifade etti. Bu kavram, Almanya’da Alman vatandaşlığına sahip olanlar da dahil olmak üzere göçmenlerin kitlesel şekilde sınır dışı edilmesini öngören ve uzun süredir aşırı sağcı, göçmen karşıtı partiler tarafından gündeme getirilen bir yaklaşıma işaret ediyor.
Joppke’ye göre, vatandaşlığın bu şekilde yeniden tanımlanması, aşırı sağın Avrupa genelinde gücünü artırdığı bir döneme denk gelmesinin tesadüf olmadığını gösteriyor. Ona göre bu, siyasi yelpazenin sağında yer alan siyasetçilerin elindeki az sayıdaki seçenekten biri.
“Devletler ne vaat edebilir? Demokrasi çağının altın döneminde her aileye iki araba, bir ev, sabit bir iş vaat ediliyordu. Artık bunların hiçbiri kalmadı” diyor Joppke.
Uluslararası hukuk vatansızlığı sınırlıyor
Lahey’deki Uluslararası Terörle Mücadele Merkezi'nde kıdemli araştırmacı olan Tanya Mehra, "Uluslararası hukuk, hükümetlerin bireyleri vatansız bırakmasını sınırladığı için, vatandaşlığın terörizmle bağlantılı olarak geri alınmasına yönelik bu öneriler çoğunlukla çifte vatandaşlara uygulanıyor. Ama o zaman şu soru doğuyor: Sadece bir vatandaşlığı olanlarla iki vatandaşlığı olanlar arasında fark gözeterek farklı vatandaş sınıfları yaratmış olmuyor musunuz?” diyor.
Mehra'ya göre, yasa çifte vatandaşları aynı suçtan iki kez cezalandırılma riskiyle karşı karşıya bırakıyor:
"Hem hapis cezası çekiyorlar, hem de vatandaşlıklarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalıyorlar. Birinin vatandaşlığını elinden alarak suça karşı sert bir duruş sergilediğinizi söylemek, medya açısından çok etkileyici bir görüntü oluşturuyor. Ama burada gerçekten dikkatle bakmanız gereken şey, bu uygulamanın insan haklarını ihlal edip etmediğidir"
"İnsanları kriminalize ediyor"
Mehra, araştırmalarında, terörizm suçundan hüküm giymiş kişilerin vatandaşlıklarının iptal edilmesi durumunda, bu kişilerin diğer vatandaşlıklarının bulunduğu ülkenin onları kabul etmemesi nedeniyle vatansız kaldıkları ve bu kişilerin iptal edilen vatandaşlıklarıyla birlikte, artık o ülkede kalma ve çalışma haklarını kaybettiklerini saptayan çalışmalar yapmıştı.
“Bu temelde insanları kriminalize ediyor. Yeraltına itiyor, terör tarafından istismar edilmelerine yol açıyor. Aslında bu politikalar karşıt etkiler yaratıyor.” diyor Mehra.
Danimarka’da, yıllar boyunca terörizm, vatana ihanet ve devlete tehdit suçları nedeniyle vatandaşlık iptali uygulandıktan sonra yasa, çete suçlarını da kapsayacak şekilde genişletildi. Danimarka’nın Roskilde Üniversitesi’nden Doçent Somdeep Sen, suç oranının azalması ve bu politikalar arasında bir bağlantı olup olmadığını anlamanın zor olduğunu söylüyor.