05 Kasım 2024, Salı Gazete Oksijen
Haber Giriş: 06.09.2024 04:44 | Son Güncelleme: 08.09.2024 17:14

Saraybosna’nın kaderini değiştiren 'ağıt'

Saraybosna’nın kaderini değiştiren 'ağıt'

Leningrad’ın Naziler tarafından kuşatılması 8 Eylül 1941’de başlar, 27 Ocak 1944’te sonlanır. Tam 872 gün. Bir milyonu aşkın sivilin yaşamını kaybettiği bu kanlı tarihsel parantezin içine bir büyüteç tutsak, hepsi de olağanüstü olaylar dizisinden bütün bir evrensel insanlık tarihi türetilebilir! İyinin ve kötünün, alçaklığın ve onurun, yüce ve süfli olanın, sefaletin ve dayanışmanın; insana dair her şeyin. Sürrealist bir tablo, Bosch’un Kıyamet Günü tablosu gibi, neresine odaklansanız büyük bir insanlık hikayesi fışkırır. O Nazi kuşatmasından sadece 50 yıl sonra ve orta yerinde Avrupa’nın, bu kez Sırp güçlerinin Saraybosna kuşatması yaşanır. 5 Nisan 1992’de başlar, 29 Şubat 1996’da biter. Tam 1425 gün. Modern tarihin en uzun kuşatması. Sadece tarih değil, “sanat ve direniş” perspektifinden de Leningrad ve Saraybosna görünmez kılcallarla birbirine bağlı uzaktan akraba gibidirler! Tıpkı, “Alçaklığın Evrensel Tarihi” cildinde kendi chapter’larını doldurmuş Naziler ve Çetnikler gibi. Dmitri Şostakoviç’ten Zubin Mehta’ya, Karl Eliasberg’den Emir Nuhanoviç’e uzanan yeraltı köprüleri aslında benim icadımdan çok, tarihin büyüsü olan tekerrürden ibaret. Bir farkla: 1942 Leningrad konserinin bildiğimiz tüm öyküsü gün ışığına çıkmış olsa da aslında çok daha yakın bir tarihte yaşanan 1994 Saraybosna konserinin ayrıntıları hala gizlidir. İşte şimdi, tam da Leningrad’ın yıldönümünde, iki şehrin bu iki konser hikayesinin üzerinden geçerken şu giz perdesini de biraz aralayalım…


Dr. Bilgin Sait

[email protected]

Ortak devletimiz”in (Yugoslavya) çatısı çatırdarken; haritaya kuş bakışı bakılınca, 300 km kadar aşağıda, Kosova’nın başkenti Priştine’de liseye daha yeni başlamıştım. Sosyal medyasız o günlerde savaş alanlarında olup bitenlerle ilgili tamamen Miloşeviç rejiminin ağır propagandası altındaydık (Tarihsel ironinin gözü çıksın! Miloşeviç’in o dönemki genç propaganda bakanı bugünkü Sırbistan’ın Devlet Başkanı Aleksandar Vuçiç).

1994 Saraybosna konseri, savaşı bitiren tüm girişimler içinde sembolik gücü yüksek bir silah işlevi gördü. (Fotoğraf: Mirza Ajanović)

 

Yıllar sonra, kuşatmanın güncelerini kitaplarda okudum, filmlerde izledim. Kuşatmayı yaşayanlarla; bilhassa müzisyenlerle, yazarlarla tanıştıkça, onları konuşturdukça, deştikçe, anlatılmayan, geçiştirilen, detaylandırılmayan ne çok destansı insanlık durumları varmış dedim. Üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen hikayenin tüm detaylarını hala çok az insanın bildiği o muhteşem Saraybosna konserinin tarihteki yerini de böyle keşfettim. Ama şimdi önce bundan tam 83 yıl evvel yaşanan Eylül ayına, Rusya’ya gidelim.

“Fireman Shostakovich”

20. yüzyılın dahi bestecisi Dmitri Şostakoviç Leningrad kuşatmasının daha başlarındayken meşhur 7. Senfonisi’nin ilk iki bölümünü tamamlamıştır. Nazi bombardımanları kesifleştikçe, bir ara gönüllü asker olmak ister. Almazlar! Şişe dibi gibi çok yüksek diyoptrili gözlükleri vardır. Onlarsız, doğuştan bir görme engellinin yeteneğinden bile yoksundur! Bari itfaiye eri olmasına izin verilsin ister. Olur da. Hatta Time dergisi 1942 tarihli bir sayısında ünlü besteciyi “Fireman Shostakovich” başlığıyla kapağına taşır.

Kuşatmanın ilerlediği günlerde 7. Senfoni artık “Direniş Senfonisi”ne evrilmiştir! Şostakoviç ailesiyle önce bir sığınağa götürülür, bir süre sonra da kuşatılan şehirden başarılı bir operasyonla çıkartılıp Kuybişev’e (şimdiki ismi Samara) yerleşir. Burada senfoninin geriye kalan son iki bölümünün yazılışı devam ededursun biz yine Saraybosna’ya dönelim.

İrfan Lyubiyankiç’in delice ve dahice fikri

Dört tarafı dağlarla çevrili, çanak gibi eğimlenmiş, ortasından nehir geçen, herkesin annesi bir şehir. Avrupa’nın ortasında bir Kudüs! Batı’dan daha fazla, Doğu’dan daha çok bir şehir! Ortodoks, Katolik, Musevi ve İslam. Avluları birbirine açılan bu güzel insanlığın belki 300 yılda ulaştığı doğallık bu.

5 Nisan 1992’den sonraki Saraybosna manzarası ise şöyledir: Dağlarda dizilenmiş keskin nişancılar, tanklar, havan topları… Nörotoksik bir dumana maruz kalmış gibi zombileşmiş düzenli düzensiz ordu mensupları, paramiliterler, Çetnikler… Şehirden çıkış yok! Ya ‘sniper’ların atış poligonuna dönüştürdüğü 100 metrelik ölüm pistinde sprinter gibi koşacaksınız ya da yerin altında 1 metre genişliğe 1.6 metre yüksekliğindeki “Umut Tüneli”nde 800 metre yürüyeceksiniz. Su, elektrik, yiyecek ve ilaç gittikçe imkansız!

Milli Kütüphane, Vijecnica… Saraybosnalılar söyler hep, “Sırp topçuları kütüphaneyi yaktıktan sonra günlerce gökyüzünden ‘siyah kar’ yağdı.” Urbicide (kültürel soykırım) tarihinin en iç sızlatan vakalarından biri. İlk kez 1896 yılında Avusturya-Macaristan döneminde açılan bu Endülüs esintili binanın yangından sonra restorasyonu 2014’te tamamlandı ve bugün binlerce turistin Saraybosna’da en çok ziyaret ettiği yerlerden biri.

 

Ve fakat kimsede umutsuzluk belirtisi yok, hatta kayıtsızlık var. Nasıl olsa “dünya müdahale eder”, “bu çağda kuşatma mı olurmuş”, “burası Avrupa’nın orta yeri”…

Bu inanç ve bekleyiş neredeyse iki yıl devam eder, ancak Saraybosna halkının Batı’dan umut ettiği müdahale bir türlü gelmez! Kuşatmayla birlikte başlamış olan etnik temizlik mesaisi, toplama kampları, sistematik tecavüzler kanıtlarıyla Avrupa devlet başkanlarına sunulur. Uluslararası ve savaş hukukunun ağır ihlalleri dosyalanarak takdim edilir. Tık yoktur! (Dönemin Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç daha sonra anılarında yazacaktır: Her şeyi gördükleri halde, tepkisiz, ölü gibiydiler.)

Aliya İzzetbegoviç

İyilik, ahlak ve doğruluk konusunda bir Balkanlı olarak en büyük referansım. Sadece eserleriyle değil yaşayışıyla da siyasette bir “siyah kuğu”. Güzel kanatlar takıp 2003 yılının
19 Ekim’inde ruhunun ufkuna uçtu. Rahmet olsun canına…

 

İşte böyle bir tükenmişlik anında, siyasi diplomasinin bütün kanalları tıkanmışken dönemin Dışişleri Bakanı İrfan Lyubiyankiç, sıradışı bir yönteme, diplomasinin arka merdivenlerinden tırmanmaya cüret eder.

Boşnak Bakan Lyubiyankiç aynı zamanda bir servikofasiyal cerrah, bir KBB uzmanı, ama esas klasik müzik bestekarı bir piyanisttir. Batı’nın vicdanına son bir kez ve kendi meşrebinden seslenmeyi ister: Bir konser yapmak! Ama öyle böyle değil, kuşatmayı paramparça edecek; silahla yapılamayanı müzikle yapmaya çalışarak! Delilik ile dehanın birbirine karıştığı zor zamanlar…

İrfan Lyubiyankiç

Mucidi olduğu Saraybosna konserinden bir yıl sonra,
28 Mayıs 1995’te bindiği helikopterin Sırp güçleri tarafından füzeyle düşürülmesi sonucu henüz 43 yaşındayken hayatını kaybetti. Sözleri ve müziği kendisine ait “Kükreyen Toplarım Yok” adlı şarkısı ölümünden sonra Bosna direnişinin sembol parçalarından biri oldu.

 

Rusya’da ödül 250 gr ekmek

Şostakoviç Aralık 1941 itibariyle Leningrad’ta başladığı 7. Senfoni’yi, yani Direniş’i dört bölüm olarak Kuybişev’de tamamlamıştır. Şostakoviç’in dehası tartışılmaz, ama merhametsiz bir deli olduğu da kayıtlara geçmiştir! Düşünün, Direniş Senfonisi’ni 111 (yüzonbir!) müzisyenli bir orkestranın çalmasını istemektedir.

Sadece üflemelileri 20 kişi olarak belirlemiştir; 8 korno, 6 trompet, 6 trombon!

Kim çalacaktır bu karmakarışık ve inanılmaz volümlü senfoniyi? Açlıktan kırılan zavallı Leningrad Radyo Orkestrası mı? Orkestranın şefi Karl Eliasberg’in elinde sadece 15 müzisyen kalmışken üstelik! Eliasberg ümitsizce orkestrayı tamamlamaya çalışır. Leningrad’ın her tarafına ilanlar astırır, eli enstrüman tutan kim varsa başvurmasını ister. İlanın altına da yazar: Ödül, tüm müzisyenlere günlük 250 gram ekmek!

 Emir Nuhanoviç

Bugün 62 yaşında. Filarmoniyi 12 yıl yönettikten sonra Amadeus Müzik Vakfı’nı kurdu ve devasa konser organizasyonları yapmaya devam ediyor. Yardım konserlerinin vazgeçilmez gönüllü solisti ve orkestra şefi!

 

Önce bir rüyaydı, sonra devlet sırrı oldu

Rus şef Eliasberg Leningrad’ta başvuruları bekleyedursun, biz dönelim Boşnak Dışişleri Bakanı Lyubiyankiç’e. Düşündüğü şeyi gerçekleştirebilmek için aklında tek bir kişi vardır Bakan’ın. O sırada Askeri Orkestra’nın şefi ve klarinetist (aynı zamanda binbaşı) Emir Nuhanoviç.

İzzetbegoviç ve Lyubiyankiç (Ne ikili ama: Ciddi felsefi metinler yazmış filozof bir devlet başkanı ile klasik müzik bestekarı bir dışişleri bakanı!) Emir’i hemen başkanlık binasına davet ederler. Şubat 1994’te gizli gibi bir görüşme yapılır. Konser projesi artık bir devlet sırrıdır. O görüşmede İzzetbegoviç konseri onaylamakla kalmaz, Emir’e kullanması için kendi uydu telefonunu verir. Üstüne bir de yazılı kararname ile jet bir atama yapar: Saraybosna Filarmoni Orkestrası’nın yeni direktörü Emir Nuhanoviç’tir!

Ama nasıl bir Filarmoni: Son direktörü savaştan hemen önce Saraybosna’yı terketmiş, müzisyenler iki yıldır bir araya gelmemiş, sağ olup olmadıkları, nerelerde yaşadıkları ayrı bir muamma!

Üstelik hadi orkestrayı topladı diyelim; Emir’in asıl bir büyük sınavı daha vardır: Dünyaca meşhur bir şefin Saraybosna’ya getirilerek büyük bir konser vereceği ve bu konserin canlı yayınlarla tüm dünyada izleneceği gibi bir fantastik projeye müzisyenleri inandırmak! Evet, inandırmak!

Çünkü kimse bu 30 yaşındaki yeni direktöre itaat etmeyecektir. Rütbesinin binbaşı olması dahi sökmeyecektir! (İtaat demişken buraya uzun bir parantez açmama izin verin; Sovyet rejiminin Stalinist kızılca komünizminde itaat merkezi bir kavramken, Tito Yugoslavyası’nın pembemsi sosyalizminin özyönetiminde itaatin esamisi okunmazdı. Hele sanatçılar; kibir, itaatsizlik ve kaytarma; ana duruş!)
Emir bütün bunların farkında olarak gözünü çok yükseğe diker, tek hamle ile şah çekmeye hazırlanır. Aklında sadece Zubin Mehta vardır. Bugün 88 yaşında ve hala dört saat prova yapabilecek kadar dinç, yaşayan en büyük Maestro! Duymuştur Emir bu Mumbai doğumlu şefin aynı zamanda ciddi bir hümanist damarının olduğunu… Ona ulaşacaktır, ama kuşatma altında bir şehirden nasıl?

22 Aralık 1997’de onuruna verilen konser sonrası Bill Clinton, Emir Nuhanoviç’i tebrik ederken… Bütün Saraybosnalıların kalbindeki isimdir Clinton. Tıpkı Zubin Mehta, Susan Sontag ve Bruce Dickinson gibi… (U2, savaştan sonra konser yaptı, onun “rütbesi” biraz düşük!)

 

Daha ilk provada herkes yerde

Yukarıdaki sorunun yanıtını birazdan okuyacaksınız ama biz şimdi gözümüzü yine Direniş’e çevirelim.

Leningrad Radyo Orkestrası’nın bugün bilinen arşivinde kıymetli bir belge vardır. Leningrad komünist parti yönetiminden çekilen o emir: “Ne olursa olsun, 7. Senfoni notasını Moskova’dan alın. Mümkün olan en kısa sürede Leningrad’a nakledin.” (Senfoni tamamlanıp Leningrad’a gelinceye kadar Kuybişev’den Moskova’ya, başka bir hattan da Mısır’dan İngiltere’ye uzun bir seyahat etmiştir çünkü…)

Kuşatmanın ikinci yılının sonlarına doğru, 2 Haziran 1942 günü, 20 yaşında pilot Litvinov emri başarıyla yerine getirir. Hafif hava aracı ile Nazi ablukası üzerinden süzülerek Leningrad’a iner ve şef Karl Eliasberg’e senfoninin notalarını ulaştırır!

“Bu asla çalınamaz”: Notalara göz gezdirirken Eliasberg’in ilk tepkisi. Esas kaygılandığı şey, üflemelilerin çokluğu ve volüminöz aranjmanı. İlk prova tam bir işkence olmuştur. Üflemeliler 15 dakika dayanabilmiştir; kaşeksi ve açlıktan bayılanlar, başı dönenler, isyan edenler…

Ama çaresiz, bu konser yapılacaktır.

Şef Eliasberg önce sanatçılara söz verdiği 250 gr ekmeği temin eder, sonra günden güne müzisyenler konser kıvamına gelirler. Büyük güne artık çok az kalmıştır: 9 Ağustos 1942!

10 Temmuz 2024 günü… Zubin Mehta 30 yıl sonra o yanmış kütüphaneye yeniden girdiğinde oradaydım! Başka bir vesileyle; Saraybosna Filarmoni’nin 100. Yılı’nda Çaykovski çalmak için gelmişti bu kez.

 

Kahraman İtalyan Stochino kardeşler

Saraybosna tarafında ise Lyubiyankiç bütün dış temsilciliklerini harekete geçirmiş, yoğun bir “konser diplomasisi” başlatmıştır. Araştırmalar sonunda önce İtalyan kardeş yapımcılar, Michele ve Francesko Stochino’nun telefon numarasını elde ederler. Sonra hızlıca şef Emir Nuhanoviç’e ulaştırırlar. Emir uydu telefonundan Michele’yi arar:

“Michele ben Emir Nuhanoviç, Saraybosna Filarmoni’nin yeni direktörü!” Şaşkınlık içinde “Evet, merhaba!” der Michele. “Dostum, Mario Dradi’ye ulaşmamız lazım. Yardım eder misin?” Michele anlamaya çalışır:

“Emir sen şu an Saraybosna’da mısın? Ne durumdasınız, nasılsınız!” (Arkadan kurşun ve bomba sesleri geliyordur) “Biraz gürültülü, ama iyiyiz” diye geçiştirir Emir ve tekrarlar: “Mario Dradi… Ona mutlaka ulaşmamız lazım!”

Michele, Emir’in kafasındaki organizasyonu imkansız görse de isteneni yapar. Kimdir Dradi? Hani 1990’da, Roma’da FIFA dünya kupası açılış gecesinde, daha sonra efsane olacak Three Tenors’un sahne aldığı proje; işte onun başlatıcısı, beyni! O konserdeki Pavarotti-Domingo-Carreras üçlüsünün orkestra şefi de Zubin Mehta’dır. Akış tamamlanmıştır; Michele kardeşi Francesco’ya, o Mario Dradi’ye, o da Zubin Mehta’ya Emir’in Saraybosna davetini ulaştırır!

İnsafsız Maestro!

Mehta tereddüt etmeden kabul eder. Ama bir şartı vardır, Mozart’ın Requiem’i çalınmalıdır! Emir’e bu istek iletilir iletilmez Boşnaklara mahsus tatlı ve fakat okkalı bir küfür eder. Zubin Mehta gibi büyük bir isim kuşatma altındaki şehre gelmeyi kabul etmiş, (Nasıl geleceği de ayrı bir kuantum mekaniğidir!) ama Emir buna sevinememiştir bile.

Ne demek Requiem! Orkestrayı henüz toparlayamamışken bir de yarısı mutlaka kadınlardan oluşacak 100 kişilik bir koroyu (yüz!) nasıl bir araya getirecektir? Sopranolar, altolar, tenorlar ve baslardan oluşacak koca bir orduya ihtiyacı vardır. Yetmedi, bu silahsız orduyu toparlarken, keskin nişancılardan, havan toplarından, tank ateşlerinden korumak, onları sağ tutmak zorundadır.

Mehta, aslında son derece anlamlı bir düşünce ile, ölülerin çokluğunu göz önüne alarak, artlarından bir ağıt yerine geçecek Requiem’i önermiştir. Ama işine odaklı, perfeksiyonist Maestro bunun Saraybosna için büyük külfetini hiç düşünmemiştir!

İnsafsız Başkan!

Emir, Requiem dışında bir seçenek arar, mesela Beethoven’in Eroica’sı ne güne duruyor. Hemen kafasında bir oyun kurar! Hedefi, Requiem’i Devlet Başkanı İzzetbegoviç’e iptal ettirmek, ondan bir alternatif istemektir. Böylece Mehta’ya kolaylıkla Başkan’ın ricasını iletebilecektir.

Ertesi gün Emir son durumu görüşmek üzere Başkanlık binasında kabul edilir. Odasına girdiğinde Başkan İzzetbegoviç, Dışişleri Bakanı ve bir kurmay subayıyla toplantıdadır. Emir’e oturması için eliyle işaret eder. Emir oturur. Başkan yanındakilere “Biraz ara verelim beyler!” dedikten sonra sandalyesinde geriye doğru yaslanır ve Emir’e döner:

Seni dinliyorum!

Efendim!... İstediğiniz gibi konseri yapabileceğiz… Ve ünlü Maestro Zubin Mehta yönetecek. (Başkan sandalyesinde doğrulur.)

Kesin mi?

Evet!

Bu son günlerin en iyi haberi Emir!

Fakat Mehta’nın bizden bir ricası var!

Nedir?

Konserde, Mozart’ın Requiem’ini çalmak istiyor! Mahsuru olup olmadığını soruyorlar? (Emir, ümitle başkanın yüzüne bakar.)

Neden mahsuru olsun!

Müslüman olduğumuz için çalmak istemeyebileceğimizi düşünmüş olabilirler, sonuçta Requiem Katoliklerin, ölünün arkasından yazdıkları bir ağıt. (Emir ısrarla başkandan gelecek olumsuz bir cevap beklemektedir. Bir kaç saniye sessizlik olur.)

Mozart’ın Requiem’i nasıl başlıyordu, hatırında mı?

(Emir Başkan’ın bunu neden sorduğunu anlamaz ama yine de parçayı İngilizce okumaya başlar:) “…grant them eternal rest, lord, and let perpetual light shine on them.” (Başkan başıyla onaylar ve Emir’in İngilizce okuduğu metni, kendisi Latincesinden ezbere söylemeye başlar) -

“…requiem aeternam dona eis, Domine, et lux perpetua luceat eis.”* Bu konserin kendisi bir ağıt zaten Emir… Requiem’in çalınmasında hiçbir sakınca görmüyorum, aksine tam isabet olmuş, bu şehrin ruhuna da uygundur!

(Emir gerginliğini belli etmemek için başını öne eğer, isteksizce) Nasıl isterseniz efendim. Biz zaman kaybetmeden hazırlıklara başlayalım o zaman!

Yalnız Emir benim de bir ricam olacak!

Emir merakla susup dinler, Başkan tek cümleyle anlatır. Duyduğuna inanamayan genç şefin masmavi gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Başkan kendisinden hiç akla gelmeyecek ve hatta gelmemesi de gereken bir ricada bulunmuştur.

Genç direktör çaresiz bu ricayı da kabul eder. Artık tamamen yıkılmış vaziyette, ama elbette hiç yansıtmadan, başıyla asker selamı verip ayrılır. Yarım saat öncesine göre çok daha zor bir durumun içinde kalmıştır şimdi. Zubin Mehta’nın imkansız Requiem’inden kurtulmaya çalışırken bir de üzerine Aliya İzzetbegoviç’in imkansız isteği çıkmıştır. Başkanlık binasının koridorlarında yürürken Emir yine eskilerin lügatından bir küfür savurur: “Sjebali me starci!”

Kod adı “Squall”

Leningrad, 9 Ağustos 1942… Şef Eliasberg iki ay boyunca yokluklar içinde uğraşıp sonunda orkestrayı 7. Senfoni’ye hazırlamayı başarmıştır. Sahada direniş cephelerindeki askerlerin komutanı General Govorov ise konser gününe özel “Squall” kod adıyla bir operasyon planlamıştır. Bolşoy Tiyatro Sahnesi’nde gerçekleştirilecek konser radyodan canlı yayınlanacaktır. Şehrin her yerine, ama özellikle Nazilerin bulunduğu cephelerin en yakınına büyük hoparlörler yerleştirilir. Konsere dakikalar kala, mükemmel bir zamanlama ile, General Govorov, ‘Squall’ı başlatır. Bir anda üç bin yüksek kalibreli mermiyi Nazi cephelerine yağdırır. Nazilerin hiç beklemediği bu saldırı sonrası yaşadığı karmaşa sırasında; evet, Direniş senfonisi Leningrad’ın tüm düşman cephelerinde yankılanmaya başlar.

Müziğin ve savaş tarihinin en sıra dışı satırlarına yazılır Leningrad konseri… General Govorov konser bitiminde kulise giderek bizzat şef Eliasberg’i kutlar. “Propaganda” kelimesinin bütün çirkinliği, sanat ve direnişin yanına yerleşince belki ilk kez güzelliği Leningrad’ta tatmıştır!

Sarajevski Rulet!

Konserin birinci bölümünün ortasında başlayan Dzaudhat Aydarov’un (Orkestranın davulcusu, Eliasberg’in en kritik adamı!) çaldığı o bitimsiz ritim kulaklarımızda çınlaya dursun biz geçelim Saraybosna’daki büyük finale. Demiştim, Zubin Mehta perfeksiyonist biri, şartlar pek umurunda değil. “Lüks” bir hareket daha çeker: Saraybosna Filarmoni Orkestrası’nın durumunu gözden geçirmek, teknik eksiklikleri tespit etmek için önden asistanı şef Stefano Pellegrino’yu gönderir.

Az bilinir, asistan şef Pellegrino 40 günden uzun kalmıştır Saraybosna’da. Müzisyenlerle ortak kaderi paylaşmıştır. Emir Nuhanoviç ile orkestrayı Mehta’nın gelişine kadar birlikte hazırlamışlardır. Ama ne hazırlama! Birini anlatayım: Ellerindeki trombon ve korno sayısı eksiktir. Enstrümanları yakından temin edebilecekleri tek yer ise bir müzik okuludur, ama orası da Sırpların elindedir. Fikir Emir’in aklına gelir; “Bana iki karton sigara bulun, mutlaka Marlboro olsun” der. İki külçe altın istemek gibi bir şeydir bu o zamanlar. “Ne yapacaksın Emir bunlarla” diye sorarlar; “Saraybosna ruleti oynayacağım” der. Zaten Emir için bu konser fikri başından sonuna kadar rulet oynamaktan farksızdır. Silahsız bir şekilde düşmanın elindeki okula gider, oranın Sırp askerleriyle pazarlığa başlar. Önce birinci kutuyu gösterir, sonra ikinciyi, derken tüm istediği enstrümanları alıp sağsalim okuldan çıkar. Hatta son anda bir de beyaz piyano görür, onu da alır.

Aliya’nın kırmızı tramvay planı

Bu gerçek tarihi hikayenin nükleer gücü yüksek diğer bir ayrıntısı da şudur; güzergahı Saraybosna’nın ortasından geçen “kırmızı tramvay” savaşın başında Sırplar tarafından bombalanmış ve işlemez hale getirilmiştir. İşte Başkan İzzetbegoviç, Lyubiyankiç ve şef Emir Nuhanoviç’in bir araya geldikleri o ilk sır toplantıda bu da planlanmıştır: Sırf bu konser için özel bir tim oluşturulmuş, haftalarca süren film gibi bir operasyonla, kurşunların hedefinde ve yoklukların ortasında vagonlar tamir edilmiş, sonunda tramvay konser gününe kadar çalışır vaziyete getirilmiştir. Çünkü Saraybosnalıların bir inanışı vardır o kuşatma günlerinde; “Kırmızı tramvay çalışırsa savaş bitti” demektir. Aliya (Biz Balkanlarda böyle deriz) da zaten halkına tam olarak bu umudu vermenin peşindedir. Dedim size, zekanın delilik sınırlarında dolaştığı ağır zamanlar bunlar…

UNPROFOR komutanı konseri istemiyor

Konser kararı alınmasının üzerinden yaklaşık 4 ay geçmiş, İtalyan yapımcı Stochino kardeşler, Mario Dradi, BM’nin gönüllü sivil çalışanları, İtalyan TV ekibi, Bakan Lyubiyankiç ve Emir arasında süren işbirliği artık bir sonuca varmak üzeridir. Ama durun, aşmaları gereken bir “takoz” daha vardır: UNPROFOR (BM Barışı Koruma Gücü) Komutanı!

Konser günü yaklaştıkça Komutan, Emir’i sürekli haşlamaya, hatta aşağılamaya başlamıştır:

“Sorumsuzsunuz, aptalca girişimler bunlar, derhal iptal edin!” (Sorumluluk demişken, tam sırası, hatırlayalım; o UNPROFOR’un Hollandalı komutanı sivilleri “safe zone” dedikleri yerde Sırp General Mladiç’e teslim etmiş ve bilinen Srebrenica soykırımı gerçekleşmiştir sayelerinde.)

15 gece moloz taşıdılar

İşte geldik İzzetbegoviç’in Emir’den o özel ricasına, hatırlarsınız, Emir’i yıkan o rica… Zaten Barış Gücü Komutanı’nı da asıl telaşlandıran budur; Başkan’ın konserin yapılmasını istediği yer: Milli Kütüphane Vijecnica!

O kütüphane ki 25 Ağustos 1992’de Sırp topçu ateşi sonucu üç gün boyunca yanmış, 2 milyona yakın kitap ve belge kül olmuş, tarihi bina tam bir moloz yığınına dönüşmüştür. Değil konser yapmak adım atacak bile yer yoktur. Camdan olan kubbesi parçalanmış tam bir açık hedef haline gelmiştir. Aliya böyle bir yeri seçmekle iki şeyi amaçlamaktadır: Halkına “Korkmuyoruz” demek ve Batı’ya da bir medeniyetin nasıl yok edildiğini yine medeniyetle göstermek.

Emir, müzisyenler ve etraftan topladığı kişilerle 15 gün boyunca el arabalarıyla kütüphaneyi molozlardan temizler. Keman tutan, klarnet çalan eller şimdi yanmış yıkılmış taşları temizliyordur. İki hafta sonunda kütüphanenin tam orta yerinde bir sahne olacak şekilde tahtadan bir platform oluşturmayı başarırlar. Bütün bu temizlik işlerini gece vakti, sniper’ların uyuduğu zamanda yapmak zorunda kalmışlardır.

Dolu bir namluya gözünü dayamak!

Nihayet konsere bir haftadan az bir zaman kalmıştır. Zubin Mehta yola çıkar, tek başına değildir, koca bir ekiple gelir. Dünyaca ünlü isimler vardır: Soprano Cecilia Gazdia, alto İldiko Komlosi, bas Rugerro Reimondi ve sıkı durun, tenor Jose Carreras… Birlikte BM’nin tahsis ettiği nakliye uçağı ile Saraybosna’ya inerler. Başlarında kask üzerlerinde çelik yelek…

Günlerden 19 Haziran 1994 Pazar… Dağlardan doğrultulmuş yüzlerce namluya, BM Barış Gücü komutanının “iptal” uyarılarına rağmen o kırmızı tramvay çalıştırılır. Daha yakındaki evlerden, bodrumlardan uzun süredir çıkmayan halk kütüphaneye doğru yürüyecektir! O yürüyüş sırasında

Saraybosnalıların durumu, zamanında çokça dinlediğim Beastie Boys’un şarkısındaki gibidir: “Looking Down The Barrel Of A Gun!” (Aliya anılarında bunu şöyle ifade eder: “Saraybosna sokaklarında yürümekten korkuyorum, evet, ama yürümek için güçlü sebeplerim var!”)

Sarayevo semalarında yükselen ağıt

Kütüphanenin dışına tıpkı Leningrad-1942’deki gibi büyük hoparlörler yerleştirilmiştir. Konserin sesi tüm şehirde ve bahusus dağlarda yankılansın istenir!

Orkestra artık yerini almış, kostümlerinin nasıl ütülendiğini bile ömürleri boyunca unutamayacakları yürek isteyen bu “ağıt” için hazırdırlar. Kütüphanenin içinde molozların arasında Başkan dahil 40-50 kadar dinleyici, dışarıda yüzlerce Saraybosnalı nefesini tutmuştur. Tam bu esnada Zubin Mehta molozların üzerinden ilerleyerek platformun üzerine çıkar. Bagetini havalandırır ve Requiem akmaya başlar; *“Onlara sonsuz huzur ver, ya Rab ve üzerlerine daimi ışık parlasın..”

Clinton iner inmez orkestrayı istiyor

O gün sniper’ları dahi susturan konser, New York Times dahil tüm Batılı büyük gazetelerde haber olur. CNN aynı gün 32 kez aynı haberi geçer! Uzun zamandır hiç gösterilmsdiği şekilde sayfalara taşınır Saraybosna.

Pek az bilinir bu yönü ama bu konser, savaşı bitiren tüm girişimler içinde sembolik gücü yüksek bir silah işlevi görmüştür. O kadar ki ABD Başkanı Bill Clinton savaşın hemen bitiminde, Saraybosna Havaalanına iner inmez “I want that orchestra!” diyecek ve aynı orkestra bu kez Clinton için çalacaktır.

Ölülere ağıt olan Requiem aslında Saraybosna için bir Diriliş olur. Savaşın içinde bir konser için verilen savaş zaferle sonuçlanmıştır! 


Dr. Bilgin Sait

1977’de Kosova Gilan’da doğdu. Liseyi Priştine’de okurken 6 yıllık konservatuarda keman üzerine klasik müzik eğitimi aldı. 1997’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti bursunu kazandı. EÜ Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra uzmanlığını Hacettepe’de tamamladı. Halen Amerikan Hastanesi’nde iç hastalıkları uzmanı olarak görev yapıyor. Özel ilgi alanı multi-sistem sorunlu karmaşık klinik vakalar. Uzun süredir Saraybosna-1994 konserinin roman ve monografisi üzerine çalışan Bilgin Sait Suriye için 2013’te CRR’de düzenlenen dayanışma konserinin de öncü isimlerinden biri.