Piero Lissoni (66) dünya çapında tanınan İtalyan bir mimar, sanat yönetmeni ve tasarımcı. 1986 yılında ortağı ile birlikte Milano’da stüdyo Lissoni Associati’yi kurdu, bugün bir şubeleri de New York’ta. Alessi, Audi, B&B Italia, Illy, Kartell, Sanlorenzo gibi markalar için ürün tasarlayan Lissoni’nin Amsterdam’dan Kudüs’e, Şangay’dan İstanbul’a iç ve dış mimarisini üstlendiği birçok otel projesi de bulunuyor. Lissoni içinde kendi tasarımlarının da olduğu, İstanbul’un ünlü tasarım mobilya showroom’larından Mozaik’in 30’uncu yaş günü şerefine bir konuşma yapmak için İstanbul’daydı. Gözlük, ceket, ayakkabılar… Lissoni tam bir kuzey İtalyalı görünümüyle bizi 20 yıldır birlikte çalıştığı ve ‘artık arkadaşım oldular’ dediği Mozaik ekibiyle Ortaköy’deki yerlerinde ağırladı. Sıkı bir espresso eşliğinde Oksijen’in sorularını yanıtladı.
“Kalabalık bir ekip çalışmasının görünen yüzüyüm” diyorsunuz, peki yönettiğiniz projelerin ne kadar içindesiniz?
Gerçek bir ekip işinden bahsediyorum, hiçbir zaman yalnız çalışmıyorum. Milano ve New York’taki ekibimi düşündüğünüzde yaklaşık 100 kişilik bir takımız ve aynı anda dünyada farklı projeler yürütüyoruz. Öncellikle ekibimden proje özelinde bir araştırma yapmalarını istiyorum. Eğer bir bina yapacaksak, başka binaların araştırılmasını istemem, ekibimden benimle sofistike bir bakış açısı paylaşmalarını beklerim… Ve sofistike bir bakış açısı benzer işlerden değil çok farklı alanlardan ve işlerden gelir. Gelen bilgileri hazmettikten sonra kendim çalışmaya başlarım ve küçük çizimler yaparım. Ekibimle bir tartışma başlatırım, bu genelde son derece açık bir tartışmadır. Genelde diyorum çünkü bazen çok keskin ve detaycı olmayı severim ve insanların benim gördüğümü ve o çizimlerle anlatmaya çalıştığımı kavramasını isterim. Kimi zamansa ben de çok net olmadığımı düşünür o zaman da onlardan bu çizimleri sindirip geliştirmelerini isterim. Sonraki etapta çizimler iyileştirilir. Eğer süreçle ilgili iyi hissedersem benim için tamamdır, yoksa yeniden başlarım. Bu işi yaparken biraz şizofrenik olmak gerekiyor. İlhamı hem profesyonel hayatta hem de kendi hayatınızın içinde çok farklı yerlerde aramanız gerekiyor.
Kusurlarımı severim
Sizin için bir iş hiçbir zaman tam olarak bitmiş sayılmıyor. Bu nasıl bir his?
Kendimden hiçbir zaman tam anlamıyla emin değilim, hep şüphe duyuyorum. Şüphe benim için bir din gibi ve iyi şeyler yapmaya devam etmek için gerekli… Ama bazen tehlikeli olabiliyor, müşterilerim bana “Piero artık yeter” diyebiliyor. Emin hissetmeyi sevmiyorum, şüphe duymalıyım ki kendimi her seferinde dönüştüreyim, yeni şeyler anlayıp anlatabileyim. Tabii çok cesur olmam gereken durumlar da oluyor. Konu bir masa ya da koltuk tasarımıysa daha kolay ‘Bu olmamış’ diyebilirsiniz. Ama söz konusu bir bina olduğunda emin olmanız gerekiyor, yıkıp yeniden başlamak diye bir şey yok.
Sanatçılar bir şekilde ölümsüz olmak için tasarlarlar, oysa siz bir şeyi en fazla 30-40 yıllığına tasarladığınızı söylüyorsunuz, neden?
Çünkü benden sonrasını düşünmeyi sevmiyorum, o kadar kibirli değilim. Mesela bazen bana ikonik parçalar tasarlamakla ilgili ya da bir ikon olmakla ilgili anlamsız sorular geliyor, anlamıyorum bile. İkon sonradan olunur, şimdi değil, buna zaman karar verir ve dediğim gibi sonra olacak bir şey de beni ilgilendirmiyor. Ben hala hayattayım, bugünü ya da yarını konuşmak isterim en fazla.
Tasarımlarınızın sizi hayal kırıklığına uğrattığı doğru mu?
Tabii ki. Kendi tasarladığım otellere gittiğimde sadece hataları görüyorum ve “aman tanrım” diyorum. Ben bu konuda da bayağı yaratıcıyım, her gün kendime yeni hatalar yaratıyorum. İş hayatımda da özel hayatımda da mükemmel değilim, kusurlu olmayı seviyorum.
Bir sandalye daha mı!
Piero Lissoni çalışanlarıyla da kendisiyle olduğu kadar zor. Ama “bunu sonsuz saygıyla yapıyorum” diyor. “En iyisini yapmak, limitleri hep daha ileri taşımak gerekiyor. Başka türlüsü nasıl sıkıcı bir hayat olurdu hayal edebiliyor musunuz, kendinizi hiç yenilemeseniz… Bir çocuk gibi meraklı olmalısınız, her güne yeni bir gün olduğunun bilincinde başlanmalı. Tabii ki arka arkaya yaptığınız üç sandalyeden sonra “bir sandalye daha mı” diye düşünebiliyorsunuz ama her proje başkadır, merak duymak bir hayat felsefesi, hayatı yaşama
şeklidir.