05 Aralık 2025, Cuma
Haber Giriş: 01.12.2025 05:30 | Son Güncelleme: 01.12.2025 07:53

Ünü sınırlarımızı aşan mühendis İrfan Balıoğlu yaşamını yitirdi

Türkiye'deki ilk yüksek yapıları mümkün kılan, statik alanındaki ünü sınırlarımızı aşan dünya çapındaki mühendisimiz İrfan Balıoğlu 79 yaşında yaşamını yitirdi. Balıoğlu, FSHD nedeniyle 14 yaşından itibaren hayatını başkalarının yardımıyla sürdürebiliyor, son yıllarda solunum cihazı kullanıyordu
Ünü sınırlarımızı aşan mühendis İrfan Balıoğlu yaşamını yitirdi
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült
Burak Kuru Burak Kuru

Kurucusu olduğu Balkar Mühendislik çatısı altında, bu topraklara sığmayan projelere imza atan, Türkiye'deki ilk yüksek yapıların yanı sıra dev projelere katkı sunmuş Dr. Yüksek İnşaat Mühendisi İrfan Balıoğlu, dün yaşamını yitirdi.

Kurucusu olduğu şirketten yapılan açıklamada ölümüne dair şu ifadeler kullanıldı: "Balkar Mühendislik’in kurucusu, mühendislik camiasının duayeni ve pek çok mühendisin hocası, Dr. İrfan Balıoğlu'nu kaybetmiş bulunmaktayız. Cenazesi, 2 Aralık Salı günü, öğle namazını müteakiben İTÜ Maslak Kampüsü Abdülhakim Sancak Camii’nden kaldırılacaktır. Merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına ve tüm sevenlerine başsağlığı dileriz."

Türkiye'de bilinmeyen hastalıkla mücadele

14 yaşında yakalandığı FSHD hastalığı nedeniyle zorlu bir hayat süren Balıoğlu, günden güne yaşamını kısıtlayan bu hastalığa rağmen mesleğinde zirveye çıkmıştı.

Balıoğlu, Pelin Derviş'in editörlüğünde hazırlanan Engelli Bir Mühendisin Engel Tanımayan Yaşamı kitabında yaşam öyküsünü tüm detaylarıyla anlatmış, mesleki çalışmalarıyla eş zamanlı olarak ülkemizin yakın geçmişine dair olayların da arka planını anlatmıştı. Ölüm haberinin ardından kitabı bulmak daha zor hale geldi. Umarım yeni baskısı yapılır ve herkes okuyabilir. Kitabı incelemek isterseniz yayıncının sayfasına buradan ulaşabilirsiniz. 

Abidevi bilim insanımızın ardından yaşam öyküsünden notları aktarayım. 

1946’da Erzincan, Eğin’de doğan Balıoğlu, ilkokula doğduğu yerde başlamış ve daha sonra İstanbul'a göç etmişler. 14 yaşında ise FSHD adında, çok nadir görülen bir kas hastalığına yakalandı.

O dönemde bu hastalıkla ilgili Türkiye'de bilgi sahibi olan insan neredeyse yok. O nedenle teşhis Balıoğlu üniversite çağına geldiğinde konuluyor. Onu da İngiltere’de gördüğü bir hastanın durumuyla paralellik kuran Prof. Dr. Sabahattin Kerimoğlu yapıyor. Ancak öncesinde çocuk felci teşhisi konduğu ve ona uygun tedavi uygulandığından hastalık daha da ağırlaşıyor. Çünkü çocuk felci olan kişiye bolca hareket önerilirken, FSHD olan için bu durum aslında tam tersi. 

FSHD, yani Fasyo-Skapulo-Humeral Distrofi, tedavisi olmayan bir hastalık. Zaman içinde kas hücreleri, yağ hücrelerine dönüşüyor. Ve bu gidiş, tersine döndürülemiyor. Yıllar içerisinde zor yürümekten zor nefes almaya ilerleyen bir süreçten geçiyor. 

Hastalık onun meslekte ilerlemesini engelleyemiyor. 

İrfan Balıoğlu, en solda kardeşi İlhan, yanında annesi Türkyıldızı ve en sağda kardeşi Saffet’le birlikte.
İrfan Balıoğlu, en solda kardeşi İlhan, yanında annesi Türkyıldızı ve en sağda kardeşi Saffet’le birlikte.

Dr. İrfan Balıoğlu'nun yaptığı iş şuydu: Yapıların, hem kendi içindeki hem de çevresel faktörlerin etkisiyle karşılaşacağı zorluklar karşısında senaryo ne olursa olsun ayakta kalmasını, bu kadar sağlam bir yapıyı da kaynakları en verimli şekilde kullanarak inşa etmeyi hesaplamak. Ve o bu hesapları yaparken ülkemizde bilgisayar bile yoktu. 

İTÜ İnşaat’tan 1968’de mezun olan Balıoğlu, yapısal tasarım mühendisliği alanında çalışmayı seçip bu alanda Türkiye’deki ilk bilgisayar programını yazdı. Bunu da Türkiye’ye bilgisayar sokmanın kanunen yasak olduğu dönemde, ülkeye kaçak yollarla bilgisayar getirtip ofisinde kullanmaya başlayarak yaptı. Bu alanda öncü çalışmalara imza atıp, koyduğu çıtayı hep kendisi yükseltti. 

Kendi yarattığı imkânlarla, elle hesap döneminde yapılması imkânsız görülebilen, projesi yurtdışında yaptırılan Pendik Dizel Motor, Gebze AEG-ETİ, Aliağa HABAŞ Demir Çelik fabrikaları, Ortadoğu'nun en büyük gemi yapım fabrikası UM Denizcilik tersanesi'nin yanı sıra Akmerkez, Mersin İş Merkezi, İş Bankası Genel Müdürlük Binası, Zorlu Center, İstanbul Sapphire, Skyland İstanbul, Ege Perla, İstanbul Yeni Havalimanı, İstanbul TV ve Radyo Kulesi gibi yüksek yapılar onun bilgisi sayesinde ayaklanmıştı. 

Yurtdışında yaptığı projelerle de ülkemizi temsil eden Balıoğlu, Rusya Vergi Dairesi projesiyle 2008 yılında Rusya Devlet Ödülü'ne layık görülmüştü. 

Söz konusu kitaptan bölümleri, çıktığı dönemde 10haber.net'te derlemiştim. O yazıdan iki parçayı aşağıya iliştiriyorum, tamamını buradan okuyabilirsiniz.

Türkmenbaşı'ndan iş alabilmenin zorluğu

Bu alıntı, bazı ülkelerle iş yapabilmenin zorluğunu müthiş özetliyor: “O dönemki Türkmenbaşı’nın bir saplantısı vardı: Cepheyi kaplayacak mermerler mutlaka İtalya’nın belirli bir bölgesinden çıkan beyaz mermer olacaktı. Her binasında bunu istiyordu. Ama o mermer çok pahalıya mal oluyor diye bizimkiler orayı Ünye mermeriyle kaplamışlar. Türkmenbaşı açılışa gelmiş, kaplamayı görmüş, çıldırmış. Kapıdan içeri bile girmemiş ve ‘Yıkın bu binayı’ demiş. Yıkmak mümkün değil de, olsa olsa mermerler sökülüp yeniden yapılabilirdi. Ama Üçgen İnşaat da bunu bir onur meselesi yaptı, sökmedi. O da yanlış hatırlamıyorsam 5 milyon dolar kadar parayı ödemedi. Bunun üzerine Üçgen İnşaat İsviçre’de bir mahkemede dava açtı ve kazandı. Türkmenbaşı kaybetmişti ama onun böyle bir davadan haberi dahi olduğunu sanmıyorum. Kazanılan davaya rağmen ödeme yapılmayınca Yeşilköy’deki Türkmenistan uçağına haciz koydular, uçak kalkamadı. Türkmenistan’la iş yapan diğer müteahhitler çok telaşlandılar. Bir gecede kendi aralarında parayı toplayıp Üçgen İnşaat’a götürdüler. Üçgen İnşaat da haczi kaldırdı. Üçgen İnşaat’ın üç ortağından biri Haluk Kaya’dır. Çok iyi bir mühendistir. Çok da inatçıdır. Bunu bir gurur meselesi mi yaptı, başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Ama şu var ki, Üçgen İnşaat Türkmenistan’da başka iş alamadı.”

Kitapta kendi dönemiyle günümüzü kıyasladığı ifadeleri de iş hayatında bir öğüt olarak kenara not edelim derim: “O zamanlar bunu öyle değerlendirmemiştim ama sonraki yıllarda anladım ki biz 68 kuşağıydık ve bu kuşak mühendisiyle, hukukuyla, ekonomisiyle bambaşkaydı. Bu şöyle de yorumlanabilir: O zamanki gençler bir şeyler yapmaya, başarılı olmaya mecburdu. Muhasebe, insan kaynakları gibi birimler yoktu. Şantiye şefi, inşaatın malzeme alımlarını da kendisi yapardı, makine ekipmanlarını, yedek parçaları da takip ederdi. Bunun için de olağanüstü çalışırlardı. Zaman içinde uzmanlıklar patlak verdi. Şantiye şefinin adı ‘Proje müdürü’ oldu. İnsan kaynakları, planlama ayrıştı vs. Demek ki çağ, bunu istiyor. Ama şahsi fikrim bunun -sadece mühendislik için değil, başta sağlık olmak üzere tüm alanlar için- çok da iyi olmadığı. Belki de bundan sonra, bu konudaki açıkların da üstüne gidilecek, farklı disiplinlerin birbiriyle entegrasyonu gelişecek. Ancak bu arada, bizimki dahil birkaç kuşak bu geçişi zor atlatacak.”

Bu müthiş bilim insanının ilham verici öyküsünün gelecek nesillere layığıyla aktarılması en büyük dileğimiz.