26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
Haber Giriş: 06.08.2021 04:30 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:16

“Bu saatten sonra bana Nobel vermezler!”

25 yıllık kariyerine onlarca ödül, liste başı roman ve öykü sığdırdı. Yalnızca yetişkinler için değil çocuklar ve gençler için de üretti. Canan Tan edebiyatta çeyrek asrı iki yeni kitapla karşılıyor: Önce Sen Vardın ve Benim Adım Can Kedimin Adı Cancan…
“Bu saatten sonra bana Nobel vermezler!”
Edebiyat dünyasındaki 25 yılım, tam anlamıyla rüzgâr gibi geçti, diyen Canan Tan’la yeni iki kitabından yola çıkarak 25 yılın satır başlarını konuştuk. Önce Sen Vardın, son derece çarpıcı; pişmanlığa, affetmeye ve geçmişe dair kesitler sunan bir öykü seçkisi. Yıllar sonra ilk gençlik aşkını ölüm döşeğinde gören bir kadın ve bir türlü açılamadığı üniversite aşkıyla, yıllar sonra bir araya geldiği erkekle açılıyor kitap. Anlatılanların ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu? Okurlarım, her öykünün ya da romanın gerçek yaşamdan alındığını düşünüyor ya da öyle olmasını istiyor. Onları hayal kırıklığına uğratmak istemem ama yazılanların büyük bölümünün kurgu olduğunu itiraf etmeliyim. Gerçek yaşamdan birebir alınmış tek kitabım mübadeleyi işleyen, izleri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi döneme uzanan, kırık bir aşkın ve ömür boyu süren hasretin öyküsü, yazımı yedi yıl süren Hasret’tir. 

Vicdana sesleniyor

Yalnızca ilişkiler değil, toplumsal sorunlara dair de çok şey var öykülerde. Bağımlılık, şiddet, özellikle kadına zulmü işliyorsunuz.  Keşke sesimizi daha çok duyurabilsek! Kadına yönelen şiddet ve zulüm, öylesine aldı yürüdü ki görmezden gelmemiz mümkün değil. Keşke bu yazılanlar birilerinin kulağına ve vicdanına ulaşabilse. Öykülerinizde şehirlerle ilişkinizi de takip edebiliyoruz. Kimi zaman Paris’te buluyoruz kendimizi, kimi zaman Diyarbakır’da, Urfa’da… Hem şehirlilere has olduğu düşünülen meseleleri hem de kırsalın yakıcı sorunlarını yazabilmenin sırrı nedir? Tek sırrım var: Gidip görmediğim mekânlar hakkında tek satır yazmam. Diyarbakır’a gelin gittim, Piraye’yi yazdım. Ancak, okurlarımı Piraye olmadığıma zor inandırdım. Şehirler ve mekânlar, kimi zaman roman ve öykülerin süslemeleri gibi görülse de, okurla buluşmada çok önemli rol oynuyorlar. Örneğin Piraye, tam bir Diyarbakır romanı. Tıpkı benim gibi, Diyarbakır’a gelin gitmiş bir kadını anlatıyor. Eğer o yöredeki kadın ve erkek sorunlarını birebir yaşamasam, yazdığım romanlar bu derece etkileyemezdi okurlarımı. Ama tekrar belirtmeliyim ki Piraye ben değilim!

Başrol tatlı bir kedinin

Benim Adım Can, Kedimin adı Cancan; 25. yılınızda çocuk okurlarla buluşturduğunuz yeni kitabınız. Başrolde bir kedi var! Cancan kızımın kedisi, asıl adı Leo. Ama ben, kedimizin maceralarını yazmaya karar verince Leo’yu Cancan yaptım. İyi de oldu. Türkçe başımızın tacı misali... Okuyanlar görecek, Cancan kitap sahibi, özel bir kedi olarak anılmayı fazlasıyla hak ediyor.

“Edebiyatta çeyrek asır rüzgar gibi geçti”

25. yılınızı bir çocuk kitabı ve bir öykü kitabıyla karşılıyorsunuz. Edebiyat dünyasında çeyrek asır nasıl geçti?   Edebiyat dünyasındaki 25 yılım, tam anlamıyla “rüzgâr gibi geçti”! Öncesinde, çılgınca kitap okuyan bir “tek” çocuktum. Kitaplar benim kardeşim, arkadaşımdı. Okuya okuya bir şeyler karalamaya başladım. Sıra okurlarla tanışmaya geldi sonra. Aziz Nesin’in ölüm yıl dönümünde açılan mizah öyküleri yarışmasına bir dosya gönderdim. Kimlik kapalıydı ve öykülerimin çoğu erkek ağzından yazılmıştı. Yıl 1996. Ve ilk birinciliğim! 1997 yılı da son derece verimliydi: Rıfat Ilgaz Mizah Öyküleri Ödülü birinciliği. Yanı sıra çocuk kitapları, yarışmalarda alınan ödüller ve kitaplarımın Türkiye’nin önde gelen yayınevleri tarafından basılmaya başlanması... Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Basın Yayın Bölümü’nde okumayı düşlerken, yüksek bir puanla Eczacılık Fakültesi’nde bulmuştum kendimi. Şikâyetçi değildim. Eczacı olmasam, madde bağımlılığını işleyen Eroinle Dans ve organ naklini gündeme taşıyan En Son Yürekler Ölür kitaplarımı yazamayacaktım. Böyle devam etti ve bugüne kadar geldik.  Edebiyat dünyasında bir kadın olarak bunca yıl üretime devam etmeyi konuşalım. Neler yaşadınız? Erkek egemen bir edebiyat ortamımız olduğunu düşünüyor musunuz? Evet, erkek egemen toplumun erkek yazarlarına karşı biz, bir avuç kadın yazarız. Ama ben bu durumdan hiç yüksünmüyorum. Biraz eleştirel gözle de olsa, kadın erkek fark etmeden, okunmayı hak eden her kitabı keyifle okuyorum. Yeni nesil kadın yazarları takip ediyor musunuz?  Tabii ki. İçlerinde başarılı bulduğum pek çok isim var. Okumayı bitirdiğimde kendilerine ulaşarak kutladığım da oluyor. Edebiyat hayatınıza çok sayıda ödülü sığdırmış bir yazarsınız. Bir yandan da “Artık herhangi bir yarışmaya katılmayacağım” diyorsunuz. Bu kararı alma gerekçenizi öğrenmek isterim. Bu saatten sonra bana Nobel ödülü falan vermezler. Okurlarımdan gelen her övgünün başımın üstünde yeri var. Fazlasına gerek yok! Lütuf mu lanet mi? Her kitabınız listelere girdi, çok satan listelerinde haftalarca kaldı. 25 yılın sonunda, sizce çok satan bir yazar olmak lütuf mu, lanet mi?  Çok satan sözcüğü beni çok rahatsız ediyor. Çünkü okurlarımla aramdaki muhabbet yerle bir oluyor sanki. Oysa kütüphaneler ya da kitap fuarları aracılığıyla kitaplarıma daha ucuz ulaşabiliyor insanlar. Keşke daha fazlası elimden gelebilse. Okur profilini de konuşalım. 25 yılda birçok şehirde, birçok okurla bir araya geldiniz, sayısız mektup ve mesaj aldığınızı tahmin ediyorum. Okur da değişti mi yıllar içinde?  Kayda değer bir başkalaşım yok. Kabul ediyorum ki okurlarım biraz fanatik. Kitap fuarlarında neler yaşadığımı bir görseniz şaşarsınız. Sırf beni görmek, imzalı bir kitabımı alabilmek için saatlerce bekleyenler, boynuma sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlayanlar... Pandemiden sonra neler yaşayacağız bakalım...

“İstanbul Sözleşmesi Türk kadını için umuttu, güvenceydi”

“İstanbul Sözleşmesi’nin iptali son derece üzücü. Oysa Türkiye, 2011 yılında İstanbul’da kabul edilen sözleşmeyi ilk onaylayan ve yürürlüğe koyan ülke olmuştu. Türk kadını için umuttu, güvenceydi o sözleşme. Ama ne yazık ki tüm umutlar meyve veremeden dalında soldu. Kadınlarımız daha ne kadar çaresizliğiyle baş başa itilip kakılmaya, şiddete maruz kalmaya devam edecek? Her karanlığın sonu aydınlıktır, derler ya... Ne derece doğru, bekleyip göreceğiz.”