23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 30.09.2024 00:00 | Son Güncelleme: 30.09.2024 00:03

Dünyanın en büyük güçleri Orta Doğu'daki ateşi neden söndüremiyor?

Orta Doğu'da neredeyse bir yıldır devam eden savaşta, büyük güçler çatışmaları durdurmakta ya da önemli ölçüde etkilemekte yetersiz kaldılar. Bu başarısızlık, merkezi olmayan otoritenin çalkantılı dünyasını yansıtırken bu durum devam edecek gibi görünüyor
Fotoğraf: Diego Ibarra Sánchez/The New York Times
Fotoğraf: Diego Ibarra Sánchez/The New York Times

Roger Cohen / The New York Times

Gazze Şeridi'ndeki çatışmaları sona erdirmek için İsrail ve Hamas arasında ABD'nin müdahalesiyle yürütülen müzakereler, Biden yönetimi tarafından defalarca devam eden savaş için önemli bir dönüm noktası olarak nitelendirildi, ancak başarısız oldu. Lübnan'da geniş çaplı bir İsrail-Hizbullah savaşını önlemeye yönelik Batı liderliğindeki mevcut girişim, bir felaketi önleme çabası anlamına geliyor.

Hizbullah'ın uzun süredir liderliğini yapan Hasan Nasrallah'ın Cuma günü İsrail tarafından öldürülmesinin ardından bu girişimin başarı şansı son derece belirsiz görünüyor.

30 yılı aşkın bir süredir Hizbullah'ın lideri olan Nasrallah'ın öldürülmesi, Hizbullah'ın doldurması muhtemelen uzun zaman alacak bir boşluk bıraktı. Bu, Hizbullah'ın baş destekçisi İran için büyük bir darbe olurken, bu ölüm İslam Cumhuriyeti'nin istikrarını bile bozabilir. Lübnan'a tam ölçekli bir savaşın gelip gelmeyeceği ise belirsizliğini koruyor.

“Nasrallah Hizbullah için her şeyi temsil ediyordu ve Hizbullah da İran'ın ileri koluydu” diyen Fransa'nın önde gelen Orta Doğu uzmanlarından Gilles Kepel şöyle devam etti “Şimdi İslam Cumhuriyeti zayıfladı, belki de ölümcül derecede zayıfladı ve herkes bugün Hizbullah'a kimin emir verebileceğini merak ediyor”

Fotoğraf: Arash Khamooshi/The New York Times

 

ABD uzun yıllar boyunca hem İsrail hem de Arap devletleri üzerinde yapıcı şekilde baskı kurabilen tek ülke oldu. İsrail ile Mısır arasında barışı sağlayan 1978 Camp David Sözleşmesi'ni ve 1994 İsrail-Ürdün barışını ABD tasarladı. 30 yıldan biraz daha uzun bir süre önce, İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Yaser Arafat, Beyaz Saray'ın bahçesinde barış adına el sıkışmış olsa da bu kucaklaşmanın kırılgan umudu yıldan yıla erozyona uğramıştı.

O zamandan bu yana dünya ve İsrail'in başlıca düşmanları değişti. Amerika'nın on yıllardır amansız düşmanı olan İran'ı ve İran'ın Hizbullah gibi vekiller Amerikan diplomasisinin ulaşamayacağı bir yerde duruyor.

ABD'nin İsrail üzerinde, özellikle de bu yıl Başkan Joe Biden tarafından imzalanan 15 milyar dolarlık bir paketi içeren askeri yardım şeklinde büyük bir etkisi var.

Ancak İsrail ile kurulan bu sağlam ittifak, Washington'un silah akışını kesmek bir yana, neredeyse hiçbir zaman kesmekle tehdit etmeyeceği anlamına geliyor.

ABD her koşulda İsrail'e destek halinde

7 Ekim'de Hamas'ın İsraillilere yönelik katliamına ve 250 kadar İsrailliyi rehin alması sonrası İsrail'in Gazze'de verdiği ezici askeri karşılık Biden'ın hafif kınamalarına neden oldu. Örneğin Biden, İsrail'in eylemlerini sadece “aşırı” olarak nitelendirdi. Ancak Amerika'nın zor durumdaki müttefikine verdiği destek, Gazze'de çoğu sivil on binlerce Filistinli hayatını kaybederken kararlı bir şekilde devam etti.

Dış İlişkiler Konseyi Onursal Başkanı Richard Haass, özellikle genç Amerikalılar arasında Filistin davasına yönelik artan sempatiye rağmen ABD'nin İsrail'e yönelik politikasındaki değişikliğin sınırlı kalabileceğini dile getirdi.

Çin ve Rusya'nın tepkisi sözlerden öteye gidemedi

Diğer güçler kan dökülürken seyirci kalmakla yetindi. İran petrolünün önemli bir ithalatçısı olan Çin'in barış elçiliğine soyunmaya pek niyeti yok.

Rusya'nın da, özellikle ABD'de 5 Kasım'da yapılacak seçimler öncesinde savaşın sonlanmasına yardımcı olmaya pek niyeti yok. Ukrayna'daki ısrarlı savaşında savunma teknolojisi ve insansız hava araçları için İran'a bel bağlayan Rusya, Amerika'nın gerilemesine dair herhangi bir işaret ya da Amerika'yı Ortadoğu bataklığına saplama fırsatı karşısında Çin'den daha az hevesli değil.

Eski Başkan Donald Trump'ın Beyaz Saray'a olası dönüşü, geçmişteki davranışları göz önüne alındığında, Moskova'da muhtemelen Başkan Vladimir Putin'e yakınlık gösterecek bir liderin dönüşü olarak görülüyor.

Bölgesel güçler arasında hiçbiri İsrail'le askeri olarak karşı karşıya gelecek kadar güçlü ya da Filistin davasına yeterince bağlı değil. İran, topyekûn bir savaşın bedelinin İslam Cumhuriyeti'nin sonu olabileceğini bildiği için temkinli davranıyor. Mısır büyük bir Filistinli mülteci akınından korkuyor, Suudi Arabistan ise bir Filistin devleti istiyor ama bu uğurda Suudi hayatını tehlikeye atacak kadar değil.

Katar'a gelince, Hamas'ı yılda yüz milyonlarca dolar ile finanse etti ve bu paranın bir kısmı İsrailli rehinelerin tutulduğu, bazıları 250 metre derinliğinde labirent gibi bir tünel ağının inşasına gitti. Hamas'ı Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi'ni zayıflatmanın etkili bir yolu olarak gören ve böylece herhangi bir barış şansını baltalayan İsrail Başbakanı Netanyahu'nun suç ortaklığından yararlandı.

7 Ekim felaketi aynı zamanda Filistinlilerin devlet olma arayışının Arap ve İsrailli liderler tarafından alaycı bir şekilde manipüle edilmesinin de doruk noktasıydı. Bir yıl sonra, kimse parçaları nasıl toplayacağını bilmiyor.

Tutarlı ve koordineli bir uluslararası tepkinin yokluğunda, Netanyahu ile Hamas lideri ve 7 Ekim saldırısının planlayıcısı Yahya Sinvar, son noktası belli olmayan ama kesinlikle daha fazla can kaybına yol açacak yıkıcı yol haritasını takip etmelerinin hiçbir sonucuyla karşılaşmayacaklar.

© 2024 The New York Times Company