Ebru D. Dedeoğlu
Sadece kadınları etkileyen çaresiz bir intihar salgınının gölgesinde adım adım sona yaklaşan bir dünya, bu korkunç karmaşanın içinde eski sevgilisi Birce’nin peşine düşen yalnız, yoksul, paniklemiş bir adam: B. Kıyamet sonrası. Dünya büyük bir şantiye halinde. Cesetler her yerde. Toplayacak işçi bulunamıyor. Kaos insanlığı teslim almış. Düzene, paraya, ilerlemeye, güzelliğe ihtiyacı yok dünyanın. İyiliği kaybetmişiz. Elimizde yalnızca kendi hayatlarımız var...
Her Kötü Geceden Sonra adlı öykü kitabının ardından, Everest Yayınları tarafından yayımlanan ilk romanı Korkudan da Büyük Bir Şey ile okurun karşısına çıkan Baran Güzel ile buluştuk. Kadınların saçlarının kaldırımlardan kazındığı tekinsiz, umutsuz bir evrene, erkek egemen düzenin bir alegorisini konuştuk.
Eril bir düzende neden kadın dünyasını anlatmayı tercih ettiniz?
Bu fikir ilk, eski sevgiliye ağıt olarak ortaya çıktı. İlişkinin nasıl evrelerden geçtiğini düşünmek, yanlışını doğrusunu bulmak, sonuçlarını tahlil etmek üzerine düşüncelerimi yazıya dökme çabamdı ilk taslağı. Bu düşünme süreci erkekliğe, erkekliğime dair de bazı soru işaretleri doğurdu. Ülkede üst üste yaşanan kadın cinayetleri, kadın intiharları da bu sorgulayışı derinleştirdi sanırım. Bir Zamanlar Anadoluda’da, Savcı’nın karısının Savcı’dan intikam almak için kendini öldürdüğünü öğrendiğimiz sahneyi tekrar tekrar izlediğim bir gün hikâyeyi bambaşka bir yere götürmeye karar verdim. Artık sadece kendimi değil, topyekûn erkekleri hedef tahtasına koyduğum bir roman yazacaktım.
“Doğa görkemli uyanışına hazırlanmak için son erkeğin de ölmesini bekliyor”
Kıyamet sonrası. Dünya büyük bir şantiye halinde. Cesetler toplanıyor, gömülüyor, şehre çeki düzen veriliyor, insanoğlu binlerce yıldır olduğu gibi kendini tırpanlayan ölümden sağ çıkmış. İyiliğin tükendiği bu kaybolan düzende her şeyi tekrar baştan inşa etmek mümkün mü?
Bana kadınlar olmadan yaşama devam etmek mümkün görünmüyor. Sadece nesillerin devamını sağladıkları için değil, dünyamızı yapan onlar oldukları için de. Ama romanda tam tersi bir senaryo var. Bir sistem eleştirisi. Dünyada kadının yeri hâlâ o kadar az ki, onlar olmadan da hayatın devam edebileceğine dair bir inanç var iktidar sahiplerinde. Şirketler, devlet daireleri, fabrikalar kadınlar olmadan çalışmaya devam edebiliyor. Doğa ise görkemli uyanışına hazırlanmak için son erkeğin de ölmesini bekliyor.
Kendi evreninde kahraman olmayı düşünmeyen ve böyle biri olmayan genç kahramanınız kaosa karşı uzun süre kayıtsız kalıyor. Fakat sonradan olaylar onu kişisel bir yerden içine çekiyor ve kahramanlık yapmak zorunda kalıyor. B.’nin adam olması ancak kadınların olmadığı bir dünyada mı mümkün?
B’nin kadınların intiharıyla başlayan kaosa kayıtsız kalmasının iki sebebi var bana göre. Birincisi anksiyete bozukluğuyla boğuşan içe kapanık biri olması, ikincisi ise erkek olması. Edebiyatta ve sinemada erkeğin bir kahraman olarak idolleştirilmesi çok sık karşılaştığımız bir durum. Ben ise tüm kadınların intihar ettiği bir ortamda, güçlü bir erkek imgesi yaratmaktan özellikle kaçındım. Olayların akışını değiştirme gücü olmayan, aciz, sıradan bir adam olarak kurguladım B.’yi.
“Anksiyete, kahramanıma kendimden kattığım en önemli özellik”
B. neden bu kadar korkak? Onu hayattan koparan ne? Sorumluluk almadığı için büyümemiş olabilir mi?
Aksine B. bir yere kadar fazla sorumluluk sahibi sanki. Okuluyla iş hayatını aynı anda götürmüş, çalıştığı yerde herkesten fazla sorumluluk almış. Okul arkadaşlarının bakımıyla ilgilenmiş, kendince Birce’ye kol kanat germiş. B. çocukluk yıllarında annesinin endişeleri üzerine boca edilmiş birisi. Korkuyla büyütülmüş, üzerine fazla titrenmiş bir erkek. Hayatta karşılaştığı ilk felakette bu korkular gün yüzüne çıkıyor ve adına anksiyete bozukluğu denen baş edilmesi güç bir hastalığa yakalanıyor. Anksiyete her şeyi fazla ciddiye alan, sürekli sonraki adımları düşünen insanlarda daha sık görülür. Bu hastalığın belirgin özelliklerinden biri de intihar etme korkusudur. Hastalıktan kurtulmak için kendini geriye çekmek zorunda kalıyor B. İşinden istifa ediyor mesela. Arkadaşlarıyla görüşmüyor. Onu strese sokabilecek her şeyden uzak duruyor. Bir dönem benim de yaşadığım, aşmamın bir sürü terapi seansına mal olduğu bu maraz, B.’ye kendimden kattığım en önemli özellik aynı zamanda.
B. mağduriyetin gücünü yaşayanlardan. Sürekli mağduriyetini kullanıyor. Neden? Aslolan sevgi eksikliği mi, tembelliği mi?
Mağduriyete sığınan, sürekli sızlanan ama içinde bulunduğu düzeni değiştirmek için tek bir adım dahi atmayan kaç milyon kişiyiz? B. bu özelliğiyle hepimizin tek bedende birleşmiş hali gibi sanki. Vaktiyle bir iki eyleme katılmış, iki biber gazı yiyince oturmuş oturduğu yerde. Tweet atmış bir de. Eh demiş, benden bu kadar. Başını okşayalım B.’nin, tamam tamam diyelim, dinlen sen biraz. Dünyada onca felaket, acı varken korunaklı dünyasında kendi minik dertlerinden başka bir şey düşünemeyen bütün adamların temsili B. Etrafında sürekli kadınlar ölüyor ama adamın tek derdi eski sevgilisini son bir kez görmek mesela.
B. yaşadığı yeri sevmeyince güzelleştiremeyenlerden. Sevdiği yer de yok… Neden adım atmıyor ve ona biçilen kadere mahkûm? Arkadaşlarıyla görüşmeyip neden yalnızlığı seçiyor? Hak etmediğini mi düşünüyor?
Bir seçim gibi değil de, zorunluluk daha çok. Hastalığı onu içine kapanık, dışarıya çıkmakta bile zorlanan bir adama dönüştürüyor. Maddi olanakları yeterli olmadığı için gecekonduda yaşıyor; güzel, kombili bir eve taşınamıyor. Ailesini ve Birce’yi kaybetmek ise büsbütün yalnızlaştırıyor onu.
“Birce, yeniden sevme cesareti olan korkusuz bir kadın”
O zaman artık Birce’ye gelelim. En dikkat çekici karakterlerden biri Birce. Ailesi tarafından reddedilince rahatlayan, güçlü durmaya çalışan... Birce ve B.’nin hikayesi nedir? Yaşamında ailesiyle kaybettiği zamanın telaşesinde mi?
Pek fazla görünmese de romanın en güçlü kahramanı Birce bence. İlk önce, kendisini istemediği kalıplara sokmaya çalışan ailesiyle yollarını ayırıyor, sonra da içinde bulunduğu toksik ilişkiyi sonlandırıyor. İstanbul’da tek başına hayatta kalma mücadelesini, hiçbir erkekten destek almadan veriyor. Yeniden sevme cesareti olan, korkusuz bir kadın. B. ve Birce’nin çok iyi bir hikâyesi yok bana kalırsa. İkisi de birbirinin ilk aşkı. Ekstrem bir durumları yok. Birlikte iyi ve kötü zaman yaşamışlar o kadar.
Tanrı, Allah, Kosmos eğer insanı yok etmek istiyorsa önce nereden başlamalı? Bu dünyada sonumuzu getiren ne?
Kibir, bana kalırsa. Dünyanın bizim için yaratıldığı düşüncesi. Dağları, tepeleri delik deşik ediyoruz. Ormanları dümdüz ediyor; hayvanları yaşadıkları yerlerden kovuyor, öldürüyor, tadı güzel olanları çiftliklerde çoğaltıp yiyoruz. Gücümüzün yettiği her şeyi ele geçiriyoruz. Yapabildiğimiz her şeyi yapıyoruz. Başparmağımız ile işaretparmağımızı birleştirebildiğimiz an felaketin geri sayımı başladı.
Son olarak, bence romanın gerçek kahramanlardan biri de “AT” ve temsil ettiği metafor. Doğru noktada mıyım? Neden At?
Benim çocukluğum kırsalda sayılabilecek, şehrin dışına kurulmuş bir mahallede geçti. Akrabalarımızın çoğu hayvancılıkla, tarımla geçinirdi. Bir atı tımar etmek, koyunları otlatmaya götürmek, sürüyü bir arada tutmaya çalışmak beni mutlu ve güçlü hissettirdi. Romandaki at da B.’ye kendini güçlü hissettirecek, ileride göğüslemesi gereken büyük sorumluluğa onu hazırlayacak bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Ayrıca ne yalan söyleyeyim, Steinbeck’in Al Midilli’si ile Abbas Sayar’ın Yılkı Atı’nı okuduğumdan beri, bir metnimde atlara dair bir şey olacağını da kafaya koymuştum.
Korkudan da Büyük Bir Şey / Baran Güzel / Everest Yayınları / Roman / 208 Sayfa