Ayşegül Doğandemir
Northwestern Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Özge Samancı, çocukluğunu 80’li yılların Ege’sinde geçirmiş bir sanatçı. Ama o dönemlerde bir çocuğun çıkıp “Ben sanatçı olacağım” demesi pek mümkün değil elbette. Özge’nin babası da onun mühendis olmasını istiyor ama Özge bildiğini okumaya kararlı. Şu an ise Chicago’da yaşayan, hedefine ulaşmış bir sanatçı. İlk olarak Amerika’da, 2015 yılında yayımlanan ve geçtiğimiz günlerde okuruna kavuşan Bırak Üzülsünler-Türkiye’de Büyümek, Samancı’nın mizahi dilli otobiyografik büyüme hikayesi. Belki kendi bildiğini yapmakla büyüklerinin sözünü dinlemek arasında gidip gelen çocuklara cesaret verecek bu grafik romanı, tam da 23 Nisan’ı kutladığımız bugünlerde Özge Samancı ile konuştuk.
Nasıl doğdu bu komik ve ilginç kitap?
Bir arkadaşım 22 yıl önce bana bir çizgisiz defter hediye etmişti. Bu arkadaşımla annelerimizden çok bahsederdik. Ben de defteri annemle olan anılarımla ilgili anekdotlarla doldurup aynı arkadaşıma kendi doğum gününde hediye etmiştim. Sonra o defter arkadaş grubumuz içinde popüler oldu. Arkadaşlarımız fotokopisini çektirip başkalarına hediye etmeye başladı. Bir anda tanımadığım insanlar, “Aaa ben o defteri biliyorum” deyip boynuma sarılıyordu. Sonra “Bak benim de çok benzer anılarım var” diye devam ediyordu karşılaşma. O zaman yaşanmış hikayelerin çizgi dünyasında çok güçlü bir şekilde anlatılabildiğini keşfettim. Kitap 2015 yılında Amerika’da yayımlandı. Yıllarca bu kitabı kafamda taşımıştım.
“Anne babamıza ‘bırak üzülsünler’ diyemiyoruz”
Kitapta ilkokul yıllarınızdan başlayarak büyüme hikayenizi anlatıyor, bir yandan da aslında geniş bir Türkiye resmi çiziyorsunuz. Nasıldır Türkiye’de büyümek?
80’ler ve 90’lar muazzam bir rekabet içinde geçen bir dönemdi. Hep bir kendimizi ispatlama çabası vardı. Tekrar eden kabus gibi Anadolu lisesi, fen lisesi, üniversite sınavı baskısı, aile, öğretmen, çevre beklentileri arasında aslında kendimiz için ne istediğimizi anlayamadığımız bir dönem... Düz lisede, devlet okulundaysanız kendinizi yetersiz, alt seviye hissettiğiniz bir ortam... Tüm varlığınızın gittiğiniz okulla tanımlandığı saçma sapan bir sistem. 80’ler ve 90’lardan çıkan jenerasyon biraz yanmış bitmiş bir jenerasyon. Bir yandan da doğa daha az katledilmişti o dönem. Biz gene ormanlar içinde, deniz kenarında öğretmen kamplarına gidebiliyor, en azından yazları doğa ile bütünleşiyorduk.