Pınar Toprak İstanbul’dan ABD’ye film müziği besteleme hayaliyle gittiğinde henüz 17 yaşındaydı. Oldukça pahalı olan okulunu bitirebilmek için dört yıllık eğitimini 2 yılda tamamlayan, İngilizce öğrenirken aynı anda üç iş yapan Toprak aklına koyduğu her şeyi sırayla başardı. “Yapamazsın, film müziğinden para kazanılmaz” diyenleri haksız çıkarmaya kararlıydı ve başarmak için büyük riskler aldı. Film müziği alanında bir efsane olan Hans Zimmer’le tanıştı, onun ekibine girdi.
Captain Marvel filminin seçmelerinin demosu için 70 kişilik bir orkestra kiraladı ve işi aldı. Kısıtlı bütçesiyle aldığı bu risk onun hayatını değiştirdi. Bugün 41 yaşında olan Pınar Toprak, 50’den fazla projeye imza attı. Film, televizyon, video oyunları için müzik besteleyen Toprak son olarak Amerikan Futbol Ligi NFL’in müziğini besteledi. Dünyada yüz milyonlarca hayranı bulunan video oyunu Fortnite’ın müziğini yaptı. Bir Marvel filmine beste yapan ilk kadın olan Toprak’ın Emmy ve Uluslararası Film Müziği Eleştirmenleri Birliği Ödülü dahil olmak üzere birçok ödülü bulunuyor. Yedi yıl aradan sonra İstanbul’a gelecek ve Brandweek’te bir konuşma yapacak olan Toprak’ın ilham verici hikayesini Zoom’da konuştuk.
“Superman ile başlamıştım”
Bir müziğin bir filme katabileceklerinin ne zaman farkına vardınız?
7-8 yaşlarındaydım, Superman filmini izliyordum. Uçtuğu sahneleri müziğin nasıl güçlendirdiğini görmek beni çok etkilemişti. Bir walkman’im vardı, televizyona yaklaşıp filmin müziğini ona kaydederdim. Hatta “Keşke diyaloglar olmasa da sadece müziği net olarak kaydedebilsem” diye düşünürdüm. Sonradan anladım ki film müzikleri ayrıca satılıyormuş (gülüyor). Türkiye’de o zamanlar böyle bir meslek yoktu. Bu sadece Amerika’da bir avuç şanslı insanın yaptığı bir iş diye düşünüyordum.
ABD’ye okumaya gidişiniz hayalinize doğru attığınız bilinçli bir adımdı öyleyse?
Kalbimde olan şey film müziğiydi. Berklee’ye (Boston şehrindeki dünyaca ünlü müzik okulu) okumaya gittiğimde İngilizce bile çok az konuşuyordum. Çevremdekiler ‘Bu kadar uğraştın, kazandın. Film müziği yerine piyano gibi, iş bulma imkanının olduğu bir şey yapmalısın” diyordu. Bu sebeple piyanoya yöneldim.
“Erkek gibi olursak her şey aynı kalır”
Ama her şeyi değiştiren bir an oldu.
Berklee’ye geldiğimde 17 yaşındaydım. İmkanları çok olan bir aileden gelmiyordum, birçok fedakarlık yaparak oraya gitmiştim ama her şeye rağmen tam olarak mutlu olmadığımı hatırlıyorum. Piyano beni tatmin etmiyordu. Bir gün Tower Records’a (ünlü bir müzik mağazası) gittim, Prince Of Egypt çizgi filminin soundtrack’i o gün çıkmıştı. Cebimdeki son paramla, birkaç gün yarı aç gezmek pahasına onu alıp bir banka oturdum. Filmin müziklerini dinlerken kendimle baş başa kaldığım çok dürüst bir an yaşadım. Bir anda kafamda “yapamazsın” diyen sesler sustu ve ne pahasına olursa olsun hayalimin peşinden gitmem gerektiğini anladım. O CD 1998’den beri piyanomun yanında duruyor, şimdiye kadar onsuz hiçbir müzik bestelemedim. O soundtrack’in bendeki yeri çok ayrı. Müziklerin bir kısmını sonradan yanında çalışma şansına erişeceğim Hans Zimmer bestelemişti.
17 yaşında gittiniz, aynı anda üç iş yaparak masraflarınızı çıkardınız. Dört yıllık okulu çok çalışarak iki yılda bitirdiğiniz… Neydi sizi bu kadar motive eden?
Biri bana “bunu yapamazsın” dediğinde bunun doğru olmadığını kendime ve tüm dünyaya kanıtlama isteğiyle doluyorum. Her zaman, her konuda böyleydim ama bir sanatçı olarak bizi asıl geliştiren, büyüten şey ölümsüz olma isteği. Yeryüzündeki yaşamımızın ötesine uzanan bir var olma arzusu duyuyoruz. Asla tanışmayacağım insanlara, hiçbir zaman göremeyeceğim aile fertlerime ulaşmayı, onların kalbine ve ruhuna dokunmayı umuyorum.
Bir Marvel filminin müziğini yapan ilk kadınsınız, aynı zamanda orkestra şefliği yapıyorsunuz. Biraz klişe bir soru olsa da sormadan geçemeyeceğim, bu erkek dünyasında bir kadın olarak zorluklarla karşılaştınız mı?
Her zaman olduğum gibi kaldım, bir erkek dünyasında erkek gibi davranmak gerektiğini hiç düşünmedim. Öyle olsa hiçbir şey hiçbir zaman değişmez. Bestelediğim NFL müziğini çalan orkestrayı elbisem ve yaklaşık 11 santimetrelik topuklu ayakkabılarımla yönettim. İlk defa bir kadın orkestra şefi gördüğümde takım elbise giyiyordu ve neredeyse bir erkek gibi görünmeye çalışıyordu. Ben böyle yapmak istemedim çünkü dünyayı bu şekilde değiştirebileceğimize inanmıyorum. Yaptığım işin cinsiyetle ilgisi yok; müziğin, sanatın, duyguların hiçbirinin cinsiyetle ilgisi yok. Mezun olduğumda bir ara benden pop sanatçısı olmam bekleniyordu çünkü bunun kadınlara yakıştığıyla ilgili kalıplaşmış bir fikir vardı. Ama istediğim bu değildi. Film müziği yabancı bir dünyaydı ama onlara bunun aksini kanıtlama istediği beni hep motive etti. Ve bugün belki genç bir kız çocuğu bu röportajı okurken ona ‘yapamazsın’ dedikleri işle ilgili bir ilham bulacak. Birinin ilk olması gerekiyor. Her şeyin bir ilki var. Bir erkek olsaydım deneyimim nasıl olurdu bilmiyorum ve asla bilemeyeceğim ama şunu söyleyebilirim ki, şimdiye kadar hiçbir toplantıya kadın ya da Türk olduğum için daha geride başladığımı düşünerek girmedim. Ancak eğer yeterince çalışmasaydım ya da yaptığım şeyi yeterince sevmeseydim belki geride olduğumu düşünebilirdim.
Yeni bir proje geldiğinde çalışmaya nasıl başlıyorsunuz? Hazırlıklarınızı nasıl yapıyorsunuz?
Bu biraz projenin hangi aşamasında dahil edildiğime göre değişiyor. Bazen elimde sadece senaryo oluyor. Böyle zamanlarda ortaya sıfırdan yaratıcı fikirler çıkarabiliyorum. Sahne için bestelediğim müzikleri çekimler esnasında oyunculara çalıyorlar, bu da onlara oyunculukları için ilham veriyor ve çapraz bir yaratım süreci oluyor. Bazen de çekimler başladıktan sonra dahil ediliyorum. O zaman da taslak birkaç çekim görüyorum, eğer izleyebileceğim bir şey varsa izlemeyi tercih ediyorum. Aktörlerden, kostümlerinden, renklerden, kurgudan çok şey öğrenebiliyorum, her biri hikaye anlatımına başka bir şey katıyor. Yönetmenlerle konuşmak benim için çok önemli ama onlardan müzik önerisini almaktan çok istedikleri duyguyu öğrenmeyi tercih ediyorum. Çünkü filmin duygusunu müzikle tercüme etmek benim işim. Üzüntü, heyecan, coşku ne hissedilmesini istiyorlarsa, onları kendi filtremden geçirerek bir müziğe dönüştürmem gerekiyor.
İş yaptığım filmleri izleyemiyorum
En yakın arkadaşlarım bu dünyanın çok dışında ama tabii ki zamanla geliştirdiğim dostluklar oldu. Örneğin Lost City filminde Sandra Bullock’u tanıdım. Tam hayal ettiğim gibi çok tatlı ve nazik biriydi. Bugün telefonda ara ara mesajlaştığım ve konuştuğum bir arkadaşım.
İçinde yer aldığım hiç bir projeyi izlemeyi sevmiyorum. İş bittikten sonra aradan en azından belirli bir süre geçmeli. Her şeyi sindirmeliyim ki izlerken yaptığımız işi takdir edip keyif alabileyim. Kendi bestelerimi ancak biri benden örnek bir çalışma istediğinde, ne yollayacağıma karar vermek için dinliyorum.
Amerikan futbolu ligine beste yapan ilk kadın
NFL’in (National Football League - profesyonel Amerikan futbolu ligi) 16 yıl aradan sonra yenilenen bestesini yapan ilk kadın oldunuz. Bu projeye nasıl dahil oldunuz?
Amazon Music’in başındaki kişiyle daha önce tanışmıştık. Bir gün beni aradı ve birkaç besteciden demo istendiğini söyledi. Beni düşünmüş olmasına sevindim ve hazırladım ama açıkçası işi alacağımı düşünmüyordum.
Peki onun duygusu neydi? Güç, hırs…
Bu maçlarda o kadar fazla duygu var ki, sadece hırsla sınırlı değil. Bir sporcu önce kalbiyle, sonra bedeniyle oynuyor. Şöyle diyebilirim ki bu müziği fanlardan çok oyuncular için besteledim. Hedefim onların her dinlediklerinde motive olacağı bir müzik yaratmaktı. Amazon ve NFL ekibiyle çalışırken çok eğlendik, Amerikan futboluna bu kadar kadar uzak büyüyen biri olarak bu müziği bestelemem konusu ekibi çok
güldürüyordu.